Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

400 syf.
·
Puan vermedi
·
10 günde okudu
‘’Gülün letafeti, otopsi parmakları altında solar.’’ Kendisi olmayan insan, ve benim Ali Şeriati ile ilk kez tanışmam. Aslında önyargılarımı toplayıp başlamıştım kitaba, ve belki vitrinlerde görüp de sırt çevirmem tam da bu nedenle idi. Önyargılarım, çünkü doğulu bir adamın kitabını okumak her ne kadar o işinin erbabı olsa da bana gerçekten boş veyahut batılı düşünürleri bitirdikten sonra yapılacak bir iş gibi görünüyordu. Aslında kitabı alıp bir kez karıştırmaya zahmet etseydim; Şeriati’nin derdinin tam da bu olduğunu anlardım sanırım. Kendine yabancılaşan, kendisinden, kültüründen, tarihinden, içinde yetiştiği dinden uzaklaşan insan, daha doğrusu uzaklaştırılan insan. Kendisi olmayan, olamayan aslında yarı yarıya meçhul bir kişi, içi boş dışı başkalarının dertleriyle dolu, içi makinenin dertleriyle dolu, mutlu olmayı başarmak sanan, olgunluğu küçümseyen bir meçhul; insan. Kitabın temel konusu aslında nedir bu insan sorusunun cevabı üzerine tartışmalar ekseninde dönüyor. Kolay değil insanı tanımlamak; bir cümleye sığdırmak, kavramların altında boğulan genel geçer bir insan tanımı yapmak. Nazım’ın yeryüzünün en garip mahlukatı dediği canlıdan bahsediyoruz; kendimizden. Kitapta ilk olarak insan ve beşeri ayırarak başlıyor anlatmaya. Beşer dediğimizin yeryüzünde yürüyen iki ayaklı; kedine yabancı bir şey olduğunu; insanın ise bunun çok daha ötesinde varılacak bir mertebe olduğundan bahsediyor. Bu bana okurken Heidegger’in Dasein ile Das Man’ını anımsatmıştı. Tam olarak aynı olduğunu söylemek pek doğru olmaz ama genel olarak varmak istedikleri nokta bence aynı. ‘’ Kendinin farkına varabilmek, varlığını anlamlandırabilmek, benim varlığımın anlamı ne?’’ sorusunu sorabilmek. Nitekim İnsan bilgiye ihtiyaç duyar, sistemin dışına ve günlük hayatta bize dayatılan bilgilerin dışına çıkarsak edindiğimiz bilgilerin tümü aslında kendimize dair gizli kaldığını hissettiğimiz duygularımızın, davranışlarımızın nedenlerini çözümlemek üzerine kurulu. Yani Şeriati bilgi insanın kendisini bilmesi için ilk şarttır diyor. Kişi kim olduğunun var olduğunun farkında olmazsa olmuş ya da olmamış; yürümüş ya da yürümemiş, sevmiş ya da sevmemiş, ölmüş ya da ölmemiş bir fark yaratır mı ki? İnsan olarak kendini özel sandığı ve tabiattaki diğer tüm varlıklardan ayırdığı bilinç ‘’sözde bir bilinç’’olmaz mı? İşte burada insanın dört zindanı varlık sahasına çıkıyor aslında; tarihselcilik, sosyalizm, biyolojizm ve insanın kendi zindanı. Tarihselciliği kısaca; içinde yaşadığımız kültürün, dinin, binlerce yıllık birikmişliğin mahiyetimizi ince bir nakış işler gibi ilmek ilmek dokuması olarak tanımlıyor. Bir insanın ömrü otuz yıl ise bu otuz yılın ardında onun ait olduğu coğrafyanın binlerce yılını eklemek de gerekir diyor. Kitapta bir benzetme vardı çok hoşuma gitmişti; şöyle diyordu; insanı hayli hacimli bir kitaba benzetecek olursak, kitabın cismi varlığı insana, içinde yazanlar ise tarihinin, kültürünün cümleleri olmalıdır. Sonuç olarak her birey yetiştiği kültürün farkına varmalı ve kendini bilme aşamasında, kültürünün ona getirdiklerinin ve ondan götürdüklerinin bilincine varabilecek edimi sağlamalıdır. Peki bunu nasıl yapar insan? Şeriatiye göre; tarih felsefesi öğrenerek. Diğer bir zindan; sosyal çevre, insanın sosyal bir varlık olup çevresine göre şekillenmesi. Aslında buna diğerlerine nazaran her birimizin daha fazla aşina olduğunu düşünüyorum çünkü; Aristo dan beri süregelen ‘’insan sosyal bir hayvandır.’’ Sözünü hepimiz en az bir kez duymuşuzdur. Buradan çıkarılabilecek anlamlar kişinin kendisini çevresine göre şekillendirmesi, yani davranışlarından aldığı dönütlerle bir benlik inşa etmesi. Lakin Şeriati burada güzel bir ayrıntı vermişti. Burada ki sosyal tarih boyunca eksik anlaşılmış diyor kitapta, eğer sosyalliğe bakacak olursak gerek arıların, gerekse karıncaların bizden daha sosyal olduklarını söylüyor. Burada dikkat çekilmesi gereken yönün insan; politik bir canlıdır; ayrıntısını vurgulamak gerektiğinden dem vuruyor. Peki ne demek istiyor politik derken; işte burada insan tanımında kullanacağı ikinci kavrama geliyoruz. İnsan ‘’seçebilen’’ bir canlıdır. Yani verili bilgileri direkt alıp kodlayan bir makine değildir insan, bir düşünce ideoloji bir bilgi duyduğunda onu kendisine katıp katmaması gerektiğine kendisi karar verebilmelidir. İşte burada Şeriati insanın ikinci zindanı olan sosyal çevreden; sosyal bilimler aracılığıyla kurtulabileceğimizi söylüyor. Bilmek yine temel nokta; önce kendini sonra çevreyi bilmek ve bu bilgilerin ekseninde kendi bilmek istediklerini seçebilmek. Gelelim üçüncü zindana biyolojizm; yukarıda da bahsetmiştim alıntıdan. ‘’ Gülün letafeti otopsi parmakları altınsa solar.’’ Diyordu Şeriati. Öncelikle cümlenin naifliğine dikkat çekmek isterim. Bu sitede bir yorumda görmüştüm. Koyu bilimi (şuan ki bilimden bahsediyorum.) savunan bir arkadaşın yorumuna başka bir arkadaş şöyle yazmıştı. ‘’İnsanın seçtiği yolda huzur olmalı ve ben sizin yolunuzda hiç huzur göremiyorum.’’ O zaman okuyup geçmiştim aslında lakin bu alıntıyı okuduğum an aklıma bu küçük yorum gelmişti. Şeriati’nin bilim karşıtı olduğuna dair saçma ve asılsız bir önyargıya sahiptim aslında. Bunu buraya rahatça yazabiliyorum çünkü şahsı hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadan böyle bir düşüncem vardı; aslında hepimizin kafasında bence biraz bu var. Yalnızca onun şahsına söylediğim bir şey değil bu. Genel bir bahis. Doğu düşünce dünyasına içimizde anlam veremediğimiz bir eksikliğe bir yetersizliğe sahibiz. Batının karşısında bir hiçiz; yetersizliğine. Lakin kitabı okurken; kimi yerlerde gözlerim doldu, aslında duygusal cümleler ya da bir karakterin dramı değildi okuduklarım; okurken kendimi ne kadar tanımadığımı fark ettiğimden olacak, bazen burukça gülümsedim. Bazen soyut tanımlara hayatımdan çokça örnekler bulabildim. Çünkü kitapta yazan o insanlar aslında biziz. Kitabın karakterleri tam olarak biziz. Bizim içimiz, bizim hissiyatlarımız, bizim yabancılığımız, bizim anlamsızlığımız. Bilim ilerledi diyor Şeriati, peki insana ne oldu? Hemen şu anda onlarca örnek verebilirim insana ne olduğuna bugün sabah yerde oturan iki çocuklu bir kadının önünden geçip yalnızca gözlerinin içine baktım, okulda birbirine sorumluluk yıkmaya çalışan grup arkadaşlarımı hayretle izledim. Muhterem Profesör bir hocamızın ‘’kankalarınıza kazık atın, çan eğrisi yapacağım, gerçek hayata alışın biraz, birbirinizi kazıklamayı öğrenin.’’ Gibi bilgece ithamlarını çığlık çığlığa yutkunarak dinledim, yemek yemeye gittiğimde peçete satan engelli birine hayır teşekkür ederim dedim. Metroda küçücük çocukların müzik yapmak bahanesiyle, yüzlerce insanın arasında ilk duraktan son durağa kadar gidip gelmelerini sadece izledim; evet sadece izledim. Ve nihayet eve geldiğimde üzerime sinen egzoz kokusuyla kendimi uykuya attım. Uyandım ve bu yazıyı yazıyorum; yarın yine okul var; okula gidip aktaranlı gayet havalı makaleler yazacağız; birbirimizle yalnızca çıkar için konuşacağız, rahat amfilerimizde göğsü açık; sınavlardan yüksek puanlar almış temiz ve aydın kafalar olarak geleceğimize katkı sağlayacağız. ‘’Başaracağız.’’ Lakin o kadın iki çocuğuyla hep orada olacak, o engelli birey peçete satmaya devam edecek, çocuklar tatlılıkları geçene kadar metrolarda müzik yapabilir miyiz sorusunu soracak, dünyanın bilmem neresinde birileri savaştan birileri açlıktan ölecek. Ve biz başaracağız, ve biz bilim yapacağız. Şeriati temel sorunu güzel bir benzetme ile açıklıyor. İnsanlık tarihi boyunca yapılmak istenen şey en güçlü en sağlam binayı inşa etmekti. Ama içinde yaşayacak olan insana kimse nasıl bir ev istediğini sormadı. Hissetmeyi unuttuk. Charlie Chaplinin Büyük Diktatör filminin final konuşmasında dediği gibi ‘’çok düşünüyor lakin çok az hissediyoruz.’’ İnsanın ihtiyacı olan hissetmek değil de nedir? Yazdıklarım gericilikle itham edilmeye çok açık farkındayım, lakin bir bilimdir ki paranın tekeline düşmüş olsun, nasıl insana mutluluk getirebilir? Karşı olduğum bilim değil. Duygusuzca tapılan makaleler. Makineleşme. Bizim insanı anlayan insan için uğraşan, insanın tapmadığı bir bilime ihtiyacımız var. Makineleşmeye değil. Ben kendime yabancılaşmak istemiyorum, hissetmek istiyorum. Yazmak istediğim çok fazla şey var. Ama burada noktalayacağım ki kitabı okuyacaklara da güzel şeyler kalabilsin. Güzel bir alıntıyla bitireyim; Paul Simon şöyle demiş; ‘’Bu aşamaları kat eden insan, yeni medeniyette bu hususiyetlere sahiptir; çeşitli aşamalara erişti ve sonra, sonra, sonra , sonra öyle bir yere ulaştı ki artık bugün hiçbir şeyin beklentisi içinde değil; hiçbir olayı, hiçbir ideali arzulamıyor, otobüsün gelmesinden başka bir şeyin yolunu gözlemiyor.’’ .
Kendisi Olmayan İnsan
Kendisi Olmayan İnsanAli Şeriati · Fecr Yayınları · 2012532 okunma
··
163 görüntüleme
Saint Simon okurunun profil resmi
Kaleminize sağlık. Çok güzel bir inceleme olmuş. Okurken Ali Şeriati'ye benim de onu okumadan önce mesafeli olduğum günler aklıma geldi. Oysa onu tanıdıkça pişmanlığım daha çok artıyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.