Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

421 syf.
6/10 puan verdi
Kitaba inceleme yazmadan evvel nette şöyle bir haberlere bakayım dedim. Karşımıza çıkanlara bak! 1,5 yaşındaki masum bir bebek, parçalara ayrılmış halde bulunuyor. Ve bu kaçıncı oluyor artık sayısını unuttuk. Birçoğunda da cinsel istismar bulguları var. Öte yandan müptezelin biri, kitap yazıyorum ayağına daha dişi bile çıkmamış bir çocuk üzerinden sapıkça fanteziler üretiyor ve bunu da yayınlayacak zihniyetler, ve dahası savunacak zihniyetler buluyor. Hırsızlık, yolsuzluk zaten hak getire. Yüzü eşek derisinden hallice tipler, artık bunu savunacak hatta ve hatta topluma faydalı olduğunu dahi öne sürebilecek vaziyete bürünmüşler. O kadar aşağılık bir hale büründük ki, aşağılık olma konusunda yetersiz kaldığımız yerde, ithal aşağılıklar sokuyoruz memleketimize ve açığı oradan kapatıyoruz. Peki bütün bunların kitapla ne alakası var diye soracaksınız, anlatayım. Kitap, dahi bir çocuğun, kardeşinin vahşi bir cinayete kurban gidişiyle başlıyor. Bu durum, dahi çocuğu, böylesi insanlardan toplumu korumak ve insanlığın iyileşmesine faydada bulunmak adına bir girişimde bulunmaya itiyor. 13 yaşında, kusursuz bir yalan makinesi icat etmeye adıyor kendini. Hayatını da bu uğurda harcıyor. Böylece insanoğlu, büyük bir meziyet (!) olarak gördüğü, karşısındakini aldatma sanatından yoksun kalacak ve böylece insanlar arasındaki ilişkiler şeffaflaşacak, böylelikle bu tür canilikler, yolsuzluklar, haksızlıklar son bulacak, adalet yanıltılamayacak, ütopik görünen refah düzeyine kavuşulacak. Burada birkaç şeye değinmek gerek. Kitap, 2050 yılına kadar geçen bir zaman aralığını ele alıyor ve bu zaman aralığında da, geçmişte ve günümüzde yaşayan birçok insanın kapıldığı o yanılgıya düşüyor: gelecekte çok büyük teknolojik devrimlerin yaşanacağı ve insanlığın, özlediği o refah düzeyine erişeceği düşüncesi. Birkaç örnek vermek gerekirse, artık hemen her türlü hastalık tedavi edilebilmekte ve böylece de sıradan vatandaşların olduğu kadar, suça meyilli insanların da tedavisi ve rehabilitasyonu mümkün hale geliyor. Birçok konuda geliştirilen bilgisayar programları, hayatımıza derinden entegre oluyor, insan ömrü uzuyor, dondurulup tekrar canlandırılma uygulamaları üzerinde çalışılıyor, yaşlılığa ve yaşlılıkla gelen hastalıklara karşı savaş açılıyor, hukuk sistemi, bu yalan makinesi sayesinde tıkır tıkır işliyor, suç oranı minimize ediliyor, refah seviyesi yükseliyor, politikacılar dürüst olmak zorunda kalıyor, eşler birbirine yalan söyleyemiyor, aralarına yalan dolan, aldatma vs. giremiyor, hatta ve hatta birçoğumuzun şimdi dahi olmasını isteyeceği, ebeveynlik lisansı gibi bir uygulama dahi yürürlüğe giriyor. Mental hastalık testi ve yalan makinesi uygulamasını geçemeyenler, boşanmak veya çocuklarını evlatlık vermek durumunda kalıyorlar. Görünüşte harika bir sistem ve belki de erişmeyi dahi hayal edemeyeceğimiz bir dünya düzeni değil mi? Bu arada, dünya düzeni demişken, bir süre sonra devletler artık kutuplaşmadan vazgeçip dünya hükumeti gibi bir yapıya bürünüyorlar ki ben bu yapıyı, yalan makinesi fikrinden dahi daha ütopik ve de imkansız buldum. Günümüz dünya düzenine bakıldığında, birbiriyle uyum içinde ilişkilere sahip, farklı ülkelerden oluşan bir dünya düzeninin dahi içine edilmişken ve birçok ülkenin artık kendi içinde kapalı bir hal aldığına, yabancılara karşı korku ve nefretle baktığına bakınca, bu fikrin imkansızla eşdeğer olduğunu görmemiz, pek de zor olmasa gerek. Normal bir zamanda olsa, kitaba daha fazla eğilmek isterdim ama anlatımdan vs. yüzeysel olarak bahsetmek istiyorum. Kitabı başından sonuna kadar, muhabir bir bilgisayarın anlatımından okuyoruz ve doğal olarak da mekanik bir anlatımla karşı karşıyayız. Ki bundan kendisi de bahsediyor. Onun dışında, yazım hataları da hatırı sayılır düzeydeydi. Bazı kısımlar sıkıcı gelse de, olay akışının olduğu kısımlar iyi ilerliyor. Gelelim işin yalan kısmına... Koskoca bir ütopyadan, günümüzde hayıflandığımız onca sorundan arınmış bir dünya düzeninden bahsediyoruz ama ya yitirilenler? İnsanlar birbirlerine yalan söyle(ye)miyorlar. Bundan da hemen herkes fayda görüyor. Ama insan ilişkileri, özellikle de duygular gerçekten de olması gerektiği gibi kalıyor mu bu şekil bir dünya düzeninde? Birini seviyorken, ona onu sevdiğinizi söylemek için, herhangi bir makine kontrolünde olmak ister miydiniz yoksa karşınızdaki insanın, buna bütün benliği ile inanmasını ve sizinle aynı duyguları paylaşmasını mı beklerdiniz? Elbette ki garantici bir dünya düzeninde, hepimiz, sonrasında yaşayabilmemiz muhtemel sıkıntılardan azat olmak için böylesi bir sistemin daha yararlı olduğunu düşünebiliriz. Fakat garantiye aldığınız hayatınızın, programlanmış bir android hayatına benzeyeceğinden hiç mi kuşkunuz olmayacak? Minicik bebeklerin öldürülmelerine engel olmak için, bu canileri yalan makinesine sokup onları itiraf ettirmek, sonrasında da gereğince tedavi etmek, rehabilite etmek veya idam etmek yerine, çocukların dünyasını tertemiz tutmaya çalışsak olmaz mı? Çok mu zor yani? Yapay bir refah düzeyi için, insanlığımızdan vaz mı geçeceğiz? Ben yalandan arınmış bir dünya düzeninden ziyade, insanların, iyi insan olmak için çaba göstermeleri gerekliliğine inanmak istiyorum. Yoksa yapay zeka falan üretmemize gerek yok, kitaptakine benzer bir dünya düzenine geçecek olsak, her birimiz birer androidden farksız hale geleceğiz. Son olarak, Nietzsche'nin bir sözüyle nokta koyalım: "Yalan söyleyene karşı tetikte olmaktansa, beni aldatmalarına izin veririm."
Yalan Makinesi
Yalan MakinesiJames Halperin · Koridor Yayıncılık · 201294 okunma
·
47 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.