Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

573 syf.
7/10 puan verdi
Gecenin Dibine Kadar Yolun Var!
"Gecenin sonuna yolculuk" dediğin şey nedir ki? Yazınsa nispeten kısa bile sürer, günler daha uzundur zira. Kışınsa biraz daha uzar geceler. Hele hele Kuzey Yarım Kürede iseniz 21 Aralık, en uzun gecenin olduğu tarihtir. Kutuplarda ise altı ay gündüz altı ay gece... Klasik coğrafya bilgileri... Peki öyle bir gece düşünün ki, kutuplardaki gecelere bile rahmet okutsun, okuyucuyu sanki yaklaşık 600 sayfa değil de 6000 sayfaya maruz bırakmışçasına yorsun, çokça şey anlatsın ama bir yerden sonra geceyi de paravan yapan okuyucunun uykusunu getirsin. Onca kitap okudum, bu sayfa sayısına denk ve hatta daha bile fazlasına sahip olan, ama bu kadar yorularak okuduğum ikinci bir kitap hatırlamıyorum. Yine de hakkını vermek adına kitabı iki ayrı düzlemde değerlendirmek gerektiğinin de bilincindeyim. Öncelikle kitabı, beni yoran ve benimseyemememe sebebiyet veren yönleriyle ele alalım. Kitabı okurken, karşımda oturmuş bana sürekli bir şeyler anlatan biri varmış izlenimine kapıldım. Başlarda bu kişinin anlattıkları, birini tanımanın verdiği merakla karışık gelen o, bir şeyler öğrenme ve karşındakinin hayatına dokunuyor olma arzusunun cezbediciliğinde akar da gider. Bir süre sonrasında ise, artık insanoğlunun kaçınılmaz sıkılma potansiyeli mi dersiniz yoksa tahammül eşiğinin aşımı mı dersiniz bilemem, konudan uzaklaşmaya başlarsınız. Yavaş yavaş... Dikkat kesilmiş kulaklar, ufaktan ufaktan uğuldamaya başlar, beyninizin içinde karıncaların yuva yaptığı izlenimine kapılırsınız. Mevsim de yazdır ki, o karıncaları durdur durdurabilirsen. Oradan oraya koşuştururlar... Sonra bu hal, eğer sizin de konuşmanıza fırsat verilirse, sözcüklerinize de yansır. Meraklı sorularınız, yerini kesik kesik onay cümlelerine bırakır, hatta bir süre sonra sadece baş sallamakla yetinirsiniz. Süre uzadıkça gözler de hafiften kapanmaya durur. Açık tutmaya çalıştığın anda seni sövgüyle karşılar o gözler, ki haklıdır da (Burada aynı zamanda, bu kitabı epub tan okuyan zatımın, gözlerinin içinde bulunduğu durum dile getirilmektedir. Sizlerden de özür dilerim canlarım). Anlatıcının gazı kesilsin, motoru soğusun diye içten içe son ayıklık kırıntıları ile dua eden dinleyici, şansı da yaver giderse bu lütufa erişir. Ben de eriştim. Kitabı bitirmekten dolayı mutluyum, ama aradığımı bulamadım. En azından hikaye noktasında. Buraya kadar SPOILER uyarısı yapmamışım, şimdi yapıyorum: SPOILER!!! Bu arada hazır spoiler demişken, kanayan yaramız önsöz belasından da bahsetmek gerek. Burada öyle bir durum söz konusu değil. İhtiyatlı davranarak kitabın sonunda okudum önsözü ve "Yolculuktan Haberler" kısmını. Lakin gidişatın sürprizini bozacak herhangi bir detaya rastlamadım. Aksine yazarın anlatım tarzını ve hikayenin ele alınış biçimini anlatışı bakımından rehber niteliğindeydiler. Örnek gösterilesi! Ve çevirmenin yazdığı sonsöz, "Çevirinin Sonuna Yolculuk", gerçekten de güzeldi ve kitabın değerini artıran unsurlardandı bana kalırsa. Nerede kalmıştık? Kitabı yeriyorduk. Evet evet... Ve hatta kitabı iki yönden ele alacağımızı söylemiştik. Kitabı anlattığı hikaye yönünden ele aldığımızda, elimizde kayda değer bir şeyin olmadığını fark ediyoruz. Koca kitabı hikayesi yönünden anlatacak olsam şu kalıp yeterli olacaktır sanırım: Adam askere yazılır, yaralanır geri hizmete çekilir, sonrasında sömürgelerde kısa bir macera yaşar, dönüp o merakında olduğu Amerika'ya gider, biraz sürünür, sılaya döner ve yarım kalan okul hayatını tamamlar, sonrasında ise sürekli bir şeyler bir şeyler bir şeyler... "Bu yeterli değil mi" diyecek olabilirsiniz, size hak da verebilirdim. Ancak, hikayenin anlatıma baskın geldiği bir akış olsaydı... Bunu şunun için istiyorum. Kitap uzun ve haliyle okuyucu sürekli bir durum ve tespit anlatımından bezebiliyor. Böylesi bir durumda da kitabı kurtaracak olan, sanırım biraz heyecan katılmış bir hikaye olurdu, ki buna da rast gelemedik. Burada da zaten kitabın eksi yediği yerden, artısının da yükselişine şahit oluyoruz. Nasıl mı? Kitapta öyle bir anlatım ve dilsel şölen var ki, kullanılan dilin ve de yapılan tespitlerin tek tek altı çizilmeye kalkılsa, kitabınız rengarenk bir hal alırdı kesin. Yerginin içinde övgüye başladık sanırım, kusura bakmayın. E madem öyle, biraz da methine geçelim kitabın (ya da her ikisini bir potada da eritebiliriz yer yer, yadırgamayınız). Anlatım ve de tespitler... Yazar baştan itibaren sokak ağzıyla harmanladığı bu farklı anlatımını, kelime oyunları ile de destekliyor ve hayatının bir bölümünde karşısına çıkan insanları, karakter özellikleri ile isimlendiriyor. Burada yapılan kelime oyunları gerçekten de kayda değer, orijinal dile hakim okuyucuların bu oyunlardan ekstra keyif alacakları da aşikar. Çevirmen de burada iyi iş çıkarmış. Dile kolay, iki senesini almış bu çeviriyi yapmak. Bardamu'nün yer yer başından geçenleri anlatırken yaptığı, sahneyi tıpkı pause'lar gibi davranması, anlatılmaya başlanan olaydan azade hale bürünüp, durdurduğu sahneye dair detaylıca ve bazen "bunu da yapmasa olmaz mıydı?" tarzı tasvirleri ve tespitleri, "yörü la yörü" deyip kolundan çekiştirmenize sebebiyet verecektir ama o ne yapacak? Tabii ki de size ayak direyecek ve kendi bildiğini okuyacak. Bu arada, bunca detay aktaran karakterin, okul hayatını sadece "öööyle geçti gitti işte" gibilerinden anlatması, "ne ettin la, sahte diploma falan mı yaptırdın yoksa?" sorularını da beraberinde getirdi. Lakin kendisi de doktor olan ve tıp etiği nedir bilen yazarımızın, kendinden de kesitler sunduğu bu zalım karakterini böylesi bir madrabazlığa sürüklemeyeceğini kabul etmeliyiz. Hazır spoiler da demişken rahat rahat dertleşelim şuracıkta. Ne de olsa biz bizeyiz öyle değil mi? Hikaye içindeki bazı karakterlerden de bahsedelim. Mesela Henrouille'lar. Tam Türk tipi aile modeli. Birikim yapmak için kıçını yırt, hayatını piç et. Sonra da ne yap? Miras bırakma kaygısına düş... Yahu arkadaş, size bu hayatı promosyon olarak veriyorlar da bizim mi haberimiz yok? Varsa ucuzluktan kapattığınız fazladan birkaç hayat, biz de birikim yapalım da sizden satın alalım madem. Yaşlı kadının burnundan fitil fitil getirmeler ise klasik gelin-kaynana çatışmasının yanında, evladın da safını belirleme kriterlerini göze sokar gibiydi. Eee ne demişler, meme veren geri... Üstüne üstlük bir de kadının canına kast ediyorlar. Üç kuruş uğruna... Yazık ki ne yazık... Madelon'a gelecek olursak, yanımızda bolca sövgü ile gelmemiz gerek. Evlenmeyi düşündüğün adamın arkadaşı ile fingirde, sonra onu evleneceğin adama kötüle, arkadaşlık bağlarını koparmaya çalışarak, adamın hayatındaki tek kişi olma çabalarına giriş... Tanıdık geliyor değil mi? Günümüzde kadın olsun erkek olsun birçok insan bu haltı yiyor. Yalnız ben Madelon'da, günümüz ilişkilerinde de örneklerine rastladığımız bu tavrın sebebi olarak şunu düşündüm: Madelon, bakımı sorumluluğunu yüklendiği bu adama aşktan öte, saplantılı bir bağlılık hissetti. Onu gözünde, sürekli bakımına muhtaç ve sevgisi sayesinde hayata tutunacak biri olarak konumlandırdı. Evlenme fikrinin doğuşu da bundan sebep olsa gerek. Sonsuza dek birbirine bağlı ve mutlu çift, fedakar bir kadın, fedakar kadının yardımına muhtaç, eksik bir erkek... Sahne dramatik, ama kadının bundan aldığı haz, paha biçilemez. Nitekim, uyanık Robinson'un gözlerinin iyileşmesi ve sonrasında da yediği haltlar, Madelon'un, "kuş elden kaçıyor galiba" tarzı tavırlarının da kaynağı. O aşamadan sonra da, saplantılı bir kadının hezeyanlarından birkaç kupleye ve elbette nihai sona şahit oluyoruz. Bu aşamada, acaba Robinson, Madelon'u hamile bıraksa, çocuk sayesinde Madelon da Robinson'un peşini bırakır mıydı diye düşünmeden edemedim. Bence olasılık dahilinde... Son olarak elbette ki Bardamu ve Robinson... Bu iki kafadarın da hayatını tek bir kelime ile anlatacak olsam, ben kesinlikle şu kelimeyi kullanırdım: Arayış. Türlü arayışları türlü yerlere ve türlü türlü insanlara savurdu onları. Kah ayrı düştüler, kah bir araya geldiler, kah birbirlerinden bıktılar, kah birbirlerini başkaları uğruna sattılar, kah birbirlerinin halinden anladılar, ya da anlıyor gibi yaptılar... Nihayetinde arayışları içinde, birbirlerinin hayatlarını da şekillendirdiler. Ve okuyucuya, şu "hırt" hayatın anlamının aramadan bulunamayacağını gösterdiler. Var olsunlar! Ama benden uzakta var olsunlar lütfen. O kadar yoruldum ki, Ahmadou Kourouma'nın aksine, bu kitabı bir daha okuyacağımı sanmıyorum.
Gecenin Sonuna Yolculuk
Gecenin Sonuna YolculukLouis Ferdinand Celine · Yapı Kredi Yayınları · 20224,055 okunma
··
65 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.