Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

288 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Hani hep deriz ya, bize de zamanında birileri yol gösterseydi biz de böyle olurduk diye. İşte o birileri, İlber Ortaylı gibi insanlardır. Tabi böyle insanlara denk gelmek, onlarla karşılaşmak da oldukça zordur. Çünkü toplum içerisinde az sayıda bulunan bu seviyedeki insanlarla her zaman her yerde karşılaşamazsınız. Bazen bu tamamen sizin elinizdedir, bazen de tamamen hayatın akışı içerisinde karşılaşılan bir zamana tabiidir. Evet, aile büyüklerimiz, öğretmenlerimiz ya da tesadüfi olarak karşılaştığımız insanlardan daimi olarak "akıl verme" dediğimiz o süreçten nasibimizi alırız. Ama bazı insanlar vardır ki, işte o insanlar hayatlarımızda verebileceğimiz kararların geleceğimizin şekillendiricisi olacağını bilerek konuşurlar. Mesela İlber Ortaylı... O da İlber Hoca olmadan önce birilerinden akıl aldı elbet. Çoğunlukla kararlarını kendisi verdi, ama İlber Hoca olduğu anlarda dahi, birilerine her daim "neyi tercih etmeliyim" sorusunu sormaktan çekinmedi. Bu, hem her şeyi bilirimden hem de en doğrusunu seçme konusunda şekilcilikten uzak bir davranıştır. Peki ama her karşımıza çıkandan tavsiye mi alacağız? Elbette hayır. Çoğu zaman bizzat kafanızın dikine gidecekseniz. Geleceğimizi şekillendireceğimiz kararlarda, akıl almak zorundayız. Şunu unutmamalıyız. Birisinden alacağımız tavsiye, o kişinin düşünceleridir. İnsanın fikri neyse zikri de odur ya hani, düşünceler önemlidir. İlber Ortaylı her şeyden önce bir öğretmen. Öğrendiklerinden dersler çıkarabilen, gözlemlerinden yanlışlarını çıkararak hareketlerini ve düşüncelerini değiştirebilmeyi becerebilen birisi. Böyle bir insandan tavsiye alınmaz da ne yapılır! Baktıkça titrememk için istikbale, o halde okuyun efendim bu kitabı. Okumak zorundasınız, sonra da çocuklarınıza okutmak zorundasınız. Söyleşiyi yapan Yenal Bilgici, sunuş kısmında şöyle diyor; “Hürriyet gazetesinde çalıştığım dönemde İlber Hoca'yla epey röportaj yaptım. Yine Hürriyet'teki haftalık yazılarının editörlüğünü üstlendiğim için onunla geçirdiğim vakit daha da arttı. Yıllar içinde epey sohbet ettik. Bu sohbetlerden bana kalan çok şey var." Biliyor musunuz, yemin ediyorum kıskandım ya! Vallahi bakın! İlber Ortaylı gibi bir kütüphaneyle uzun sohbetler etme fırsatı. Ahhh ah! Hani tarhihte çok sohbet etmek istediğiniz kişiler vardır ama artık hayatta değillerdir ya, abi bu adam yaşıyor ya. Tarihin içerisinden gelen, orada bir yerde ayakta duran ama ulaşamadığımız. Bir başka satırda şöyle diyor Yenal Bilgici; "Kendi adıma, bu kitapta anlatılanları lise, üniversite yıllarımda okumuş olmayı isterdim." Tam da burası, sanıyorum ki birçoğumuzun birkaç saniye durup da derin nefes aldığı bir cümle sonuydu. Hayat ama işte keşkelerle geçmiyor. Ama bizim keşkelerimiz, çocuklarımıza her fırsatta dile getirdiğimiz tavsiyeler oluyor. Bu da hayatın garip bir cilvesi işte. "Ateşli dudakları, gamzeli yanakları. O günkü gördüm seni, yaktın ah zalim beni!" Nereden aklıma geldi, ne alakası var bilmiyorum, ne bileyim yazasım geldi. O kadar kusur, kadı kızında da olur; mazur göreceksiniz artık. Ah İlber Hoca, o günki okudum kitabını, yaktın ah zalim beni, diye de bir serzenişte bulunayım o hal. Diyor ki İlber Hoca; "Hayatımız temel olarak dörde ayrılır. 12-25 arası, 25-40 arası, 40-55 arası ve 55 sonrası." E baba harbi be, hayat dediğimiz şey bunların arasında dolanıp durmuyor mu! Her bir evrenin yapılacaklar listesi var. Tren kaçtı mı, yok yani. Geriye dönüşü yok. Her yaşın bir güzelliği var denir ya, aslında onun anlamı her yaşın bir yaşanmışlığı vardır. Yaşanır ve biter. Geride kalanı getirmek mi? Geçmiş olsun cancağzım, bakışına kurban olayım! Mesela İlber Hoca'nın da pişmanlıkları var. Diyor ki; "Bir de lütfen sakinleştirii okumalar yapmaya başlayın. Benim yaşlarım buna en uygun çağdır. Bir dönem, bizim gibi insanlar çok roman okumadı. Doğrusu ben de 20'li yaşların sonundan itibaren edebi okumayı azalttım. Şimdi edebiyata, özellikle klasiklere geri dönüyorum." Hocam, özellikle bizim nesil, gerçi ben de orta yaşlara geldim artık, devam ede gelen nesil edebi okumaları çok yapıyor. Hatta tamamen edebi okumalar yapıyor desek, yeridir. Bu gerçekten önemli ve gerekli elbette. Ama İlber Hocam, devam ede gelen neslin çok az bir kısmı okuyor, daha çok izlemeyi seviyor. Siz durmdana o televizyona çıkın, anlatın hocam. Durmadan anlatın. Ne yapalım ama böyle, siz anlatın ki sizi izleyen neslin daha çok kafasının içine girin. İlber Hoca'ya akıl verdik iyi mi, demesin bana da cahil diye! Yok demez, çünkü İlber Ortaylı tavsiyelerin işe değil, kişiye bakan insanlardan alındığını en iyi bilen insandır. Kimden neyi, ne kadar alacağını iyi biliyor. Bir kere arıyor. Evet, doğru insanları arayarak bulana kadar peşinde koşuyor. Bu hayat boyu sürecek bir arayış. Bize örnek olması gereken bir davranış biçimi. Biz nedir; okuldaki öğretmenlerimiz, üniversitedeki öğretim görevlilerimiz ve çevremizdeki birkaç kişi. Hayır, bu yanlış. İlber Ortaylı, yetinmemiş ve sürekli bir arayış içerisinde olarak bu doğru insanların peşinde koşmuştur. Hayat biraz da torpil geçmiş doğru insanlara tesadüf etmiş. Aslında bu cümler yerinde olmadı. Çünkü bu hayatın torpiliyle falan olan bir iş değil. Tamamen İlber Hoca'nın girişmleri, çabası ve asla vazgeçmeyişinin bir ürünüydü. Zaten İlber Hoca bakın ne demiş; "Dikkat edersen üniversitedeki, lisedeki hocalarımdan bahsetmedim bile. Onlarla zaten okulda bir aradasın; ilgili, çalışkan bir öğrenciysen, alacağını zaten orada alırsın. İyi ve dürüst bir ilişki tesis edip fazlasını da yapabilirsin ama okulun dışında; emek isteyen, senin çabanı, girişkenliğini gerektiren ilişkiler kurduğunda artıların çoğalır. Ummadığın, farklı dünyalara girersin. Görgün artar, bilgin genişler, bakışın derinleşir." Ne güzel bir tavsiye değil mi. Yani bizim anne ya da babalarımız veya çevremizdeki insanların verdikleri nasihatlere bakınca, sıkılmamak elde değil. Ama şu cümledeki liyakate ve mütevazılığa bakın. Hiç sıkmıyor ve bu nasihatin sizin iyiliğinize olduğunu biliyor, söylenenleri harfiyen uygulamak istiyorsunuz. Biz belki de hatayı burada yaptık. Doğru insanların gelmesini bekledik. Halbuki İlber Ortaylı gibi doğru insanları arayıp bulmalıydık. Hayatta verdiğimiz kararlar, geleceğimiz için attığımız dev adımlardır. İleriye doğru birer sıçramadır. Geri geriye bu kadar uzun sıçrayamayacağımız için geri dönüşü olmayan adımlardır bunlar. Bazen kendi kararlarımızı kendimizin gerektiği zamanlar olmuştur. Ama hayat ufak bir hatayı dahi cezasız bırakmamaktadır. Bizim için dahi henüz geç değildir. Çünkü yaşam devam etmektedir. Bu kitap, bundan sonra vereceğimiz kararlarda, gecenin karanlığında lambası yanmayan sokaktaki aydınlatıcımız olacaktır. Daha da önemlisi ise çocuklarımız için vereceğimiz kararlarda, çocuklarımızın verecekleri kararlarda bir Nutuk niteliğinde olacaktır. Muhtemeldir ki okuyucular, İlber Hoca'nın cevaplarına odaklanmış olmalılar. Ama eğer okumadıysanız, söyleşici Yenal Bilgici'nin sorduğu soruları da dikkatle okuyun. Bazı sorular, yorum niteliğinde ve yararlı bilgiler sunuyor. İlber Hoca'nın altın öğütlerinden biri de memleketle ilgili. Bizde genelde vardır; zor yaşamlar yaşadığımız için memlekete olan nefretimiz bir türlü dinmez. Acıların yaşandığı yer olduğu için durduğumuz sürece hem kendimize hem memlekete zarar veririz. Benimki de öyle. O yüzden kaçtım, farklı şehirlerde farklı hayatlar yaşadım. Daha mutluyum ve gittiğim yerlerde faydalı olmaya çalışıyorum. İlber Hoca da öyle diyor zaten; "Herkes memleketle barışık olmuyor; ama böyle bir durum varsa bırakacaksın! Çünkü yapamazsın. Hem kendine hem topluma zarar verirsin." Her büyükten nasihat alacak değiliz zira her büyük de yaşadıklarından tecrübe edinemeyebilir ve edinse bile bunları aktaramayabilir. Ama İlber Hoca, bu kültür ve görgüye fazlasıyla sahip. Yani insan geçmişe gidip, çocuk olarak şimdiki bilgileriyle yeniden başlamak istiyor. Ama böyle bir şey mümkün değil. O halde bundan sonrası için kendimize bu durumu hatırlatıp, bu altın öğütleri unutmadan yaşamalıyız. Bu kitabı, kütüphanenizin baş köşesine koyun ve özellikle çocuklarınızın ulaşabileceği yerlerde bırakın. Son olarak geçtiğimiz yaz, tarih bölümüne kayıt yaptırdım. İlgim var ve öğrenmek istiyorum. Aslında istiyordum. Şimdi anlıyorum ki, okumak ile öğrenmek arasında ciddi bir fark var. Tarihi kendi başınıza okuyabilir ama öğrenemezsiniz. Öğrenmek için üniversiteye gitmek lazım. Bu bilginin sonucunda başka bir şeyi daha fark ettim. Öğrenmek aynı zamanda bir mücadele. Öğrenenler arasında bir yarış. Osmanlıca bilmek başlıca elzem zaten. Ama bunun yanında İngilizce bilindiği zaman, kaynak farklılığı ile daha fazla kaynağa ulaşıyorsunuz. İşte mücadelede öne geçenler Osmanlıca ve İngilizce bilenler. Ben İngilizce bilmiyorum, kaldı ki Osmanlıca da bilmiyorum zira okula henüz başlamadım bile. Hadi öğrendim; başka bir sonuç ortaya çıktı bu seferde. Yeni bir nesil geliyor. Yunanca öğreniyorlar. Daha fazla kaynağa ulaşıyorlar böylece. Farsça öğreniyorlar. Bu da mücadelede, çok daha fazla öne geçmelerine yardımcı oluyor. Hadi ben ilgimden ve kişiliğimi zenginleştirmek istediğimden bı bölüme dahil olmak istiyorum. Ama yine de yaş 30’a geldi. Tüm bunlarla mücadele edecek vaktim de yeterli yaşım da yok. Üstüme vazife olmayan birçok konuya dahil olarak aydınlanıp, üretmek zorundayım. Yani birçok farklı alanda okumalar yapmak zorundayım. Çünkü iyi bir yazar olmak istiyorsam, bunu yaomak zorundayım. Ama bu bölümde, salt konu dahili okumak ve araştırmak mecburiyetindesiniz. İlber Hoca’ya soru; “Ne Yapmalı?”
Bir Ömür Nasıl Yaşanır?
Bir Ömür Nasıl Yaşanır?İlber Ortaylı · Kronik Kitap · 202055,2bin okunma
·
41 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.