Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Halk, Kahraman ve İktidar üçgeni
Köroğlu Üzerine ( Halk, Kahraman ve İktidar üçgeni) Her ülkenin kendi folklorunda düzene karşı durabilmiş halk kahramanları bir şekilde hatırlanıyor. Ortaçağ İngiltere’sinde yarı mistik Robin Hood, ondan biraz daha gerçek İsviçreli Guillaume Tell, İskoç William Wallace, Hollandalı Pier Gerlofs Donia'nın ortak paydaları kendilerinden çok daha üstün bir organizasyon, silah gücü ve finansal olasılıklara sahip siyasi otoritelerin/yönetimlerin karşısında kendilerinden beklendiği gibi korkup sinmeden "kendilerince" direnişe geçmeleri. Bu isimler tabii daha uzayıp gidiyor ve sisteme ciddi bir yapısal hasar verenler olsa da direndikleri güçlere karşı sınırlı imkânlarıyla total bir zafer kazananları pek yok. Buna en yaklaşanlardan biri olan Spartacus'un hikâyesi Appia yolunun iki şeridinde Roma’ya kadar ordusuyla beraber çarmıha gerilmek oluyor. Robin Hood'un aslında sisteme dair bir eleştirisi zaten yok, Whitby'de bir korsan gemisi içindeki herkesi okladıktan sonra bir manastırda ölüyor. Wallace’ın ayaklanması kendisinin asılıp indirilip dörde bölünmesiyle bitiyor. Guillaume tell ise oğlunun başındaki elmayı emirle vurduktan sonra Avusturya valisi Albrecht Gessler'e de suikast düzenleyerek aslında aralarında en başarılılardan biri oluyor. Ancak İsviçre’nin bağımsızlığı için kendisinden biraz daha fazla şeye ihtiyaç olduğu için halk kahramanlarının sıfırdan en tepeye geldiği pek gözlenmiyor. Bizde ise otoriteye karşı -eğer varsa- hareketler genellikle ya azınlığın değişik dini ya da mezhebiyle bu eşleştirildiği için baskıcı idareye karşı halk kökenli bir hareket olarak bunlar pek görülmez. Celali isyanları mesela birer huzursuzluktur. Celaliler hâkim mezhebe göre Alevi-Bektaşi oldukları için zaten huzursuzluğun çekirdeği olarak görülmektedir. Pir Sultan Abdal'ın idari eleştirisi mezhep farkındandır. Devleti Ali Osman'ın mezhebi Onikiler şiası olsa kendisinin yine ayaklanacağı mesela düşünülmediğinden bu böyledir. Şeyh Bedrettin ise kendi politik gücünün konsolidasyonu ya da kendi devletini kurmak için ayaklanıyor gibi bir imaj vermektedir. Kastoryotoğlu İskender Bey (Skanderbeg) ise etnik yabancı Osmanlı’ya karşı bildiğini yapmakta ülkesini savunmaktadır. Bunlar şu an halk kahramanlığına yakın düzeyde seyrediyor olsa da otoriteye başkaldırışlarındaki siyasi sebepler ele avuca gelir, "ha bu yüzden" diyebileceğimiz şeylerdir. Köroğlu işte öyle değildir. Köroğlu yaşar kemal romanlarından fırlayıp çıkmış bir karakter gibidir. Kendisi daha sonra Üç Anadolu Efsanesi'nde bunu gayet destanlaştıracak da olsa daha sonradan yazacağı Anadolu kahramanlarında da Köroğlu mitinden çok beslenecektir. Bilmeyenler için kısa bir özetini geçersek Köroğlu, Koca Yusuf namlı efsanevi bir at yetiştiricisinin oğludur. Bolu beyi Koca Yusuf’a yaşayan en doru en güçlü atı bulmasını ya da yetiştirmesini emreder. O da olabilecek en hastalıklı cılız ve albino atı bulup "aha buldum" diyecektir. Bunu direkt bir aşağılama kabul eden bolu beyi Koca Yusuf’un gözlerine kızgın miller sokup kendisini kör eder. Koca Yusuf’un oğlu Ruşen Ali bu sayede artık körün oğlu, ya da Köroğlu olarak anılacaktır. Atı içine bir milim bile güneş girmeyen bir ahırda organik spa kürüne tabi tuttuktan sonra at gerçekten Rohan'da gezen Gölgeyele gibi bir efsanevi at haline gelir. Öyle ki çamur deryasında dörtnala koşup toynaklarını bile kirletmemektedir. Köroğlu bu kır-at'ın üzerine elde kılıçla çıkıp artık babasının kanunsuz sorgusuz sualsiz ve yanlış yere kör edilmesinin intikamını almaya yemin etmiş bir otorite karşıtı figür haline gelir. İşte bu siyasi opresyon/baskı karşıtlığı Köroğlu’nu gri, nispeten seküler ve adalet orjinli bir karakter haline getiriverir. Köroğlu Bolu beyi olmak istememektedir, hakim dini veya mezhebi yıkıp yerine yenisini getirmek de istememektedir. Adalet istemektedir. O zamana kadar adaletsizliğe karşı yaptıkları yapacakları sadece mevcut otoritenin sahibi kimse ölüp gitmesini beklemek olan Anadolu halkı için bu haklı sayılacak sebepleri olan bir genç yiğidin elde kılıç altında kırat gibi Anadolu rock figürleriyle merkezi idareye karşı durabilmesi karşısında hem çok korkarlar hem de çok saygı duyarlar. Köroğlu’na karşı duyulan bütün duygular genellikle başka kimsenin yapmaya götünün yemediği cesaret timsali işleri doğuştan gelen bir karizma ve kişilik patlamasıyla yerine getiriyor olmasıdır. Bu halk kahramanının kavga ettiği ejderin o zamana kadar rakibi yoktur. Kendisi o kadar efsanevi olmuştur, günümüz ikonografisinde bile o denli etkilidir ki Köroğlu hikâyesinden bihaber nesiller dahi "silah icat oldu mertlik bozuldu" sözüne aşinadır. Veya Türk siyasi hareketinin son 75 yılına damgasını vurmuş olan kırat gibi bir sembolün ne olduğunu bilmektedirler. Dahası aslında iktidar namzedi siyasi partiler bile bu popülariteden pay almak için "sizi beladan kurtarmaya geldik" imajını iktidarın baş düşmanı sembollerden olan kıratla falan vermeye çalışacaktır. Ancak Türk hayal gücündeki en büyük noksan da resme tepeden bakıldığında bir yerde Köroğlu’nun kendi vücudunda kişileşmektedir. Adaletsizliğe karşı atına binip elde kılıç savaşabilen birilerinin en azından efsanelerde, türkülerde hikâyelerde bile olsa varlığı bir halkı komple yeni bir merkezi opresyonda/baskıda yeni bir Köroğlu’na özlem duymasına neden olacaktır. Bu da sadece bizde değil Balkanlardan Özbekistan’a kadar böyle olacaktır. Biat kültürünün hüküm sürdüğü her yerde bir de Köroğlu vardır arka planda. Bunu açalım. İdareye karşı ayaklanmayan, baskı, vergi, adaletsizlik karşısında dişini sıkan ve bunun geçmesini bekleyen bir dirayet makinası olan averaj Anadolu insanı çok çok nadir de olsa arada bir, koşullar ve şans müsaade ederse bir adet Köroğlu çıkartabilmektedir. Bu figür arkasına büyük bir moral destek almakta, insanlar onun başarısı için dua etmekte ve adaletsiz idareye karşı verdiği mücadelenin hikâyelerini duydukça zevke gelmektedir. Ama kılıcı biz de alalım, kır olmasa da boz ata, sütçü beygirine binelim de Köroğlu’na aktif destek verelim gibi bir fikir hiç bir zaman hâsıl olmaz. Köroğlu yaşlanıp öldükten hikâyeleri artık sadece kıraathanelerde bağlama eşliğinde halk ozanları tarafından çalındığı zaman bir başka bolu beyi gelip siyasi baskıyı kaldığı yerden devam ettirir. Halkın o andan sonra artık tek yaptığı şey bir başka Köroğlu beklemektir. Bir tane çıktıysa ikincisi neden çıkmasındır. Bunun için iki nesil üç nesil, yüz kadar yıl da olsa beklerler. İçten içe çıksın dua ederler. Otoriteye, vergiye, baskıya beddua eder, diş bilerler. Köroğlu mk2 en sonunda geldiği gün ise kıratında yine yalnız olacaktır. Bu döngü nedense bir türlü kırılamamaktadır. Bülent Somay Devletin Psikanalitik incelemesinde çok ilginç bir konuya temas etmektedir. Doğu ve Batı siyasi anlayışlarında iktidar kendisine göre bir baba figürüdür. Devlet bir Baba’dır. Aynı bir Baba’nın evinde Patria Potestas haklarını kullanıyor olması gibi devlet evin ahalisi gibi her şeyi üzerinde tam bir iktidar sahibidir. Babaya haytalık yapılır, yaramazlık yapılır ancak bizim anlayışımızda babayı çekip vuramazsınız. Çünkü o Baba’dır. Babanın bizim üzerimizdeki tasarruf hakları ve yetkileri biz doğmadan konmuş kurallarla sabittir. Köroğlu ise babaya sesi bir miktar yüksek çıkabilen büyük ağabey figürü gibi bir şeydir. Ağabeyin haklı olduğu durumlarda ses çıkarmadan içten içe kendisinin kazanmasını ister ev ahalisi. ancak onun yanında aktif olarak yer almaz. Alamaz. Babaya biat/saygı o derece derinlere işlemiştir. Batı toplumları ise Bülent Hoca’ya göre işte o siyasi babalık ile bizzat uğraşmışlardır. Ev ahalisi olarak babayla hesaplaşmışlardır. Onu tahttan indirmiş. Oliver Cromwell'in 1. Charles’a, Convention National'in Louis XVI'ye yaptığı gibi kafasını kesmişler, gücünü de paylaşmışlardır. O noktadan sonra aile babaları adımlarını dikkatli atmak zorunda kalmış bugün ise iktidar çok farklı oluşumlarda toplanmak üzerinde evrilmiştir. Aşağıdan yukarıya gelen adalet, vatandaşlık hakları gibi günümüzde daha geçer sebepler yüzünden bizde hiçbir halk ayaklanması hiç bir zaman en tepedeki baba ile siyasi olarak hesaplaşmadığı için, Yeniçeri isyanları, Patrona Halil, Celaliler, sadece baba figürünü bir başkasıyla değiştirdiği ya da başka bir hâkim figür, mesela ağabey bir anda yeni baba oluverdiği için biat Türk kültüründe bugün dahi çok canlı olarak varlığını sürdürmektedir. Özetlersek Türk insanı sıkıntıya düştüğünde Bolu beyi ile uğraşmak yerine hala ama hala bir Köroğlu çıksın da bizi kurtarsın diye beklemektedir. Eli taşın altına sokmak buralarda hala bir tabudur. Yakın siyasi tarihimizde en köklü değişiklikleri yapmış Mustafa Kemal Atatürk bile ne kadar muhteşem bir insan ve inkılapçı ise de yalnızca bir baba figürüdür. Kendisine verilen soyadı Atatürk dahi Türklerin atası/babası demektir. Babaların en nüfuzlusu artık tarihimizde o'dur. Ancak başımıza gelebilecek bu en iyi baba figürünün inkılapları da bu döngüyü kıracak kadar uzun yaşayamamış, devletin kutsallığı ve otoriteye koyunvari biat halkın damarlarına çok daha derin işlediğinden ve halk yeterince eğitilip siyasi bir yetkinliğe erişemeden boğazından aşağı parlamenter demokrasi boca edildiğinden artık hemen hemen başladığı yere dönmüştür. Devlete biat edilmesi için devletin başında kim olduğunun mühim olmaması da Türklere özgü çok ilginç bir kültürdür. Bunu devlete duyulan aşk olarak söylesek de aslında yeridir. Devlet Türk kültüründe kendilerine hizmet eden bir organdan ziyade ölene kadar işler halde tutulması gereken bir karınca yuvası gibi olarak addedildiğinden şu anki iktidara ideolojik olarak en uzakta en muhalif duran mesela Atatürkçüler dahi söz konusu devlet olduğu anda "her şey teferruattır" diyebilmektedir. Devletin başına saygı duymamak ancak devletin başının şahsi olarak yöneticilerini atadığı tüm kurumlara da (ve mesela sağladığı bilgilere, raporlara) körlemesine bir biat içinde olmak çok ilginç bir ruh hali olsa gerektir. Mesela seçim kurulu verilerinde atıyorum bir kolpa olduğuna kani olsalar dahi devletin bütünlüğünü bozacak devlete karşı olarak addedilecek herhangi bir hareketten kaçınmaktadırlar. Devletin uzun süre sahibi olan bu kesim devleti hala kendilerinden ayrı bir yapı olarak görmeyi beceremedikleri için devlet organlarına karşı harekette bulunmaya geldiğinde durumu algılayamamakta, deyim yerindeyse mavi ekran vermektedir. Anlayanlar ise kendileri güçsüz görerek gizliden gizliye bir başka Köroğlu’nun çıkıp kendilerini bu sıkıntıdan kurtarmasını ummaktadırlar. Sistemin devamlılığı ile ilgili Köroğlu’ndan 500 sene sonra hala hiçbir aşama kaydedilememesi, elit sınıflarda bile bunun böyle olması şayanı hayrettir. Bu sistemi kısır döngüden kurtarıp baba figürünün otoritesini ev ahalisine dağıtacak ve gücü halka verebilecek bir model mevcut mudur? Bilemiyorum, ancak bildiğim bir şey varsa bu yeni bolu haritasındaki yeni Köroğlu’nun işinin sosyal medya aracılığı ile bir miktar daha kolaylaştığı. Şu an baskı altında olan toplumun nispeten okumuş, sandığa kör biatından ziyade sağlıklı siyasi tahlilini yönlendirebilen ve aralarında çoğunluk beyaz yakalı olan insan güruhunun eğer isterse bu denklemi bozabilmesi ve tekere Köroğlu’nun Bolu’da yaptığından çok daha ciddi ve etkili bir çomak sokması da iletişimin belli bir merkezden olmaması sayesinde çok ihtimal dâhilindedir. Bolu beyi sizi öldürebilir, sürebilir, hapse atıp kör edebilir. Ama tebaasını iyileştirecek doktorları, inşaatlarını yapacak mühendislerini, bankalarını döndürecek finans uzmanlarını biat kafasındaki tebaadan devşiremez. İthal de edemez. En önemlisi sizi artık susturamaz. Bolu’nun sizin emeğinize olan ihtiyacı Köroğlu’nun kıratından çok daha etkili bir silahtır. Aslan gücünün farkına varırsa bu bekleyişi belki de o gün geçersiz kılar. Acep o günü beklemek de bir Köroğlu bekleyişi midir, kim bilir. Alıntıdır; lobotomi.com/index.php/2018/... ------------------------------------------------------------------------- Okuyucu Notu: Kahramanın Sonsuz Yolculuğu, İnce Memed ve Atatürk üstüne eserler, vb. okuyup, içinde yaşadığı halkı aşağı yukarı gözlemleyebilen herkes gibi yukardaki yazıda geçen fikirleri düşündüm bende zaman zaman. Üstüne çokça konuşulabilecek bir konu. Yazıda bana göre eksik olan kısım, bizim milletin kabullenişinin sebepleri arasında en büyüğünün kanaat, şükür ve kader algısı olması ki bu da olaylara tümden dini bir gözle tekrar bakmaya çıkar oda çok uzun bir tahlil gerektirir. Her şeye rağmen yazının sahibinin kelimelere dökemediklerimi bir bütün olarak karşımda görmeme vesile olmasına sevindim. Kendisine bu vesileyle teşekkür ediyor bu tür edebi örnekli fikir yazılarının devamını diliyorum. Bıkmadan buraya kadar okuyabilen 1000k dostlarına da zahmetleri için teşekkürler.
··
102 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.