Kitabın ilk hikayesini bitirdim. İlk hikaye sonucunda yazarın ölümü çok iyi anlattığını söyleyebilirim. Bunu hafiften gerçeküstü öğelerle ele almış gözüküyor. Finalinde ise mesajı gayet iyi bir şekilde veriyor şu satırlarlà: "Ama ölümü öylesine kabullenmişti ki hayatta olsa bile teslimiyetten ölecekti." Üzerine düşünülmesi gerekilen bir hikaye.
Okuduğunuz kitaplara istediğiniz puanı verebilirsiniz, bu tamamiyle sizin inisyatifinizde olan bir durumdur. Bununla birlikte yazınızın sonundaki şu cümlelerinizin puanınıza bir tezat oluşturduğunu da belirtmeliyim: "Aslında kitaptan bu kadar daralmış olmam yazarın ölümü betimlemekte ne kadar yetenekli olduğunun bir kanıtıdır."
Öte yandan ben edebiyat alanında yakın zamana kadar daha çok roman okuyan biriydim. Ara ara okuduğum hikaye kitaplarından da zevk almazdim. Daha sonraları bilhassa Gogol ile birlikte ısınıp zevk almaya başladığım hikaye türünden daha önce neden zevk almadığımı düşününce bulduğum cevap şuydu: Olayların ve kişilerin yavaş yavaş anlatıldıği ve bunların geniş bir alana yayılma imkanının olduğu, temponun yavaştan arttığı klasik manadaki roman örgüsüne alışınca insan, kısa bir alanda çok işin yapılmasınin gerektiği hikaye türünde aradığını bulamiyor. Daha doğrusu aliskanliktan dolayi yanlış şey ariyor. Hikayeler ayrıca hayatın önemsiz bir kesitini de anlatabilirler ve bunu okuyunca insan "Bu neydi ki şimdi" tepkisi de verebilir. Çünkü zihninin arka planında alıştığı roman türünün beklentileri bulunur.
Klasik soru ile yorumumu noktalayayim: hikaye yazmak mi daha zordur roman yazmak mi? :)