Schopenhauer'de, zaman, mekân ve nedenselliğe boyun eğmiş dünya, bir tür rüyalar
âlemi gibi bir şeye dönüşür; bizim dışımızda, ama kaynağı kafamızda olan bu imajlar
dünyası, bu hayaller dünyası, dünyaya ilişkin çok derinlerdeki bir hakikatin kodlanmış bir
şekilde yüzeye yansıması gibi bir şeydir. Bu noktada onun irade metafiziği Hint dinleriyle
ve manevi dünyasıyla birleşir. Ama bu metafiziğin içinde Avrupa mistiğinin izlerini de
buluruz. Schopenhauer bu mistiğin içinde kendi öğretisinde anladığı ve yorumladığı
şekliyle insanın metafiziksel ve dinsel ihtiyacının karşılandığını düşünür. Çünkü salt beyin
fizyolojisinden ve materyalist teorilerden farklı olarak bu öğretiler, nesnelerin bambaşka
bir organizasyon biçimine, zaman, mekân ve nedensellik ilişkilerince belirlenmiş o
düzende yer aldıklarından, çok farklı bir düzenlenişine imkân tanırlar.