Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

159 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
5 günde okudu
Batan Bir Kentin Anlattıklarıdır.
Seyyah İbn Battuta doğup büyüdüğü şehri terk ederken yolunun düşeceği şehirleri belli ki bilmiyordu. Sekiz yıl yedi ay on üç gün önce bu şehri terk ederken belki de sadece bir yıldızın ardına takılmış, yürümüştü. Belki de rüyalarına yollar serpilmişti ve uyandığında rüyalardan arda kalan o buruk tadın peşine takılmıştı. Ne olmuşsa olmuştu işte. O da diğer herkes gibi bir yol aramış ve Konos onun aklını çelmeden ona sadece rüyaların o buruk tadının adını vermişti: Sur Kenti... Seyyah şehre vardığında dilinden üç kelime sereserpe dökülüvermişti yere. Eğer kentin halkı bunu duysaydı muhtemelen şehri o gün terk ederlerdi. "Kasvet, hatıra ve ölüm" demişti Seyyah. "Kent ikisinin üzerine oturmuş, üçüncüsünün gelmesini bekliyor. Şehrin batışını Seyyah duymuştu. Bir de Bilge Mansur' un öğrencisi duydu. Ama onun hissettiği sadece bir kokuydu. Anlamlandıramadı. Bilge Mansur bu batıştan mı yoksa başka bir şeyden mi bilinmez şehri terk ederken söyledi öğrencisine: "Zamanın da bir kokusu vardır; dün senin karanlıkta hissettiğin koku zamanın kokusuydu. O koku, ancak bir şehir batmaya başlayınca duyulur..." Şehir kasvet ve hatıranın üzerinde oturmuş; ölümse üzerine yavaş yavaş çöküyor. Günden güne değişiyor şehir. Bazen fark ettirerek çoğu zaman sessiz sedasız. Şehrin ölümünü gören bir avuç insan dahi terk etmiyor şehri. Bu şehir hatıralarından ibaret. Çünkü biliyorlar ki başları olan Bey' i getiren, onu onlara Bey yapan at; atların içinde en hızlısı, en kuvvetlisiydi, şehre en önce ulaşandı. Ama işte o atın belleği anılardan yoksundu ve şehir ölmeye ilk o gün başlamıştı. Seyyah şehre terk edilmiş, ihanete uğramış biri olarak geldiğinde onu ve onun yol çizgisini Nakkaş gördü. Birinin nakşları, diğerinin yolları yarımdı. İkisi de bu şehre yarım kalmış anılarla gelmişti. Mahinur vardı sonra. Nakkaş, Mahinurla yolu tamam edebileceğini düşünmüştü. İki yıl boyunca geceleri hem kendi yarımını hem de Seyyah' ın yarımının tamamlandığına inanmak istemişti. İki yıl sonra Mahinur bu kez gördü Seyyah' ın yüzüne yerleşmiş yol çizgisini. Bu kez çizgi Seyyah' ı şehre getiren çizginin kaybolduğu yerden başlıyordu. Seyyah başını çevirmeden evden çıkıp giderken, Mahinur dağa doğru bakarken belirdi karnındaki nokta. Mahinur bir Elif' ti ve birden Cim oluverdi. Karnındaki nokta ona Yaradan tarafından verilen bir teselliydi. Ve Seyyah ardında harabeye dönmüş genç bir kadın ve bir gün harabeye döneceğine kesin gözüyle baktığı tenha bir kenti ve tenha sakinlerini bırakmıştı. Sarraf Nizamettin ve üç kızının küçüğü, annesinin unutkanlığının açtığı yaralarda büyümek zorunda kalan Hüsrev ile karşılaştıklarında bu şehir suskunluğu Demirci Rıfat' ın işlediği kılıçlar gibi kuşanmıştı. Ve Hüsrev kalbinden uzak düşenin kalbini üfleyip, onu yeniden insanın içine konduran bir kuş nefesinin ne olduğunu anladığında Demirci Rıfat' ın neden hiç kuş kafesi yapmadığını anlayacaktı belki de. Muhyettin' in asıldıktan sonra o yağmurlu geçen uzun günlerde yağmur azıcık dinince sol göğsündeki yumruğu kadar yer hemencecik kuruyuverirdi. Yumruğu kadar yer... Yani kalbi kadar. Dünyaya sığdıramayıp yumruğu kadar kalbine sığdırdığı sevdası kadar yer. Belki de Makbule' nin herkesten sakladığı, ardına sığındığı, kendine kalkan yaptığı Makbule isminin hikayesi Muhyettin' in göğsünde yumruğu kadar kuruyan yerde saklıydı. Makbule bundan hiç bahsetmedi. Herkesi anlattı. Hatta Sakine' yi onun her gün sürme çekilen, Sihirbaz Seyfettin' in numarasını bozduran, Numan' ın hiç bakmadığı gözlerini bile anlattı. O gözlere sürme çekilen günler bir gün o gözlere mil çekilince Numan' dan tüm sürme çekilen yılların öcünü fazlasıyla almıştı. Dilber Makbule tüm bunları anlatmadan önce bir söz istemişti yazardan: "Onun sakladığı sırrı anlatmayacaktı yazar hiçbir şekilde." Hikayeci Tahir karıştı sonra söze. Anlatmaya meraklıydı. Belki de anlatacaktı. Neden sonra kim olduğunu sorguladı ve sustu ömür boyu. Bu şehir sustu. Şehrin sakinleri sustu teker teker. Batan kentin kentle beraber batan sakinleri gürültülü sonları anlattılarönce. Görüneni ardında görünmeyen çığlıklar vardı hikayelerinde. Suskunlukları bile gürültülüydü. Önce kendi küçük kıyametleri koptu, sonra sıra kentin büyük kıyametine geldi. Kimse şahitlik edip de tek kelime söylemedi şehrin batışında. Oradan geçen bir ordunun keskin bakışlarına yem oldu şehir: "Eridi, çözüldü, yok oldu. Yeryüzü unuttu onu."
Sur Kenti Hikayeleri
Sur Kenti HikayeleriAli Ayçil · Timaş Yayınları · 20071,143 okunma
··
74 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.