Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

128 syf.
10/10 puan verdi
·
4 günde okudu
Eksik bir şey mi var hayatımda, Gözlerim neden sık sık dalıyor
"Eksik bir şey mi var hayatımda Gökyüzü bazen ciğerime doluyor." Ali Atay'ın (Mecnun) seslendirdiği bu şarkı çok önemli bir gerçeği, insanın doğuşuyla birlikte düştüğü "eksiği" vurguluyor. Ne de olsa her şarkı, her anlatı bilinçdışının bir dışa yansıtım değil mi. Freud'dan beri en küçük dil sürçmelerinin bile bilinçaltına bastırılmış olanın ortaya çıkışı olduğunu biliyoruz. Fransız psikanalist Jacques Lacan'a göre "eksik", doğmuş olduğumuz anda eksikliğini hisettiğimiz ama adlandıramadığımız ontolojik bir histir. Anneyle bütünlüğün kaybolduğu evreden sonra bu eksiklik hissi giderek artar. Kültür eğer kadınsanız size bu eksiğin iki bacağınız arasında olmayan şey olduğunu söyleyecektir. Sonra bu eksiği erkek kıyafetlerine özenerek, çocuk yaparak gidermeye çalışacaksanızdır. Eğer erkekseniz size vaad edilen fallus (penis iktidarı) vaadi hiçbir şekilde yerine getirilmeyecektir. Yani asla bir fallusunuz olmayacaktır. Siz her ne kadar varmış gibi yapsanızda. "Fallus bir eksiğin gösterenidir." Bu yüzden birçoğumuz vardı da kaybettim kafasında yaşar. Oysa hiç olmamıştır ki. Peki tüm bu kuramsal açıklamaların bizim yaşantımıza etkisi ne ki diyeceksiniz. Acele etmeyin. Fallus eğer bir gösterense ve "...mış" gibi yapmaksa bu karşımıza çoğu kez polisin elindeki cop, babanın tokadı, kocanın dayağı, ABD'nin füzeleri olarak çıkar. Oysa bunların hiçbiri eksiği gidermez. Bir eksiğe sahip olmanın farkında olmak orantısız şiddeti de beraberinde getirir. Yani hepimizin bildiği şeyler: İşkence, dayak, savaş. Eksik kapandı mı. Hayır. Daha da fazla açıldı. Ama yok bu sefer de bir keyif hırsızı bulmak lazım şimdi, günah keçisi. Eksik varsa eğer birileri onu çalmıştır bizden. Kimdir bu keyif hırsızları: Kimi zaman türbanlı kızlar, kimi zaman siyah erkek. Onlarda mutlaka bir şeyler vardır bizden çalınan. Eksiği kendisine dert etmiş olanın patolojik çıkarımlarıdır bu. Oysa marifet eksikle beraber yaşamasını bilmektir. İşte bu eksikten içe dönük olursak melankoli, depresyon, umutsuzluk çıkıyor, dışa dönük olursak şiddet, cinayet, tecavüz ve savaş. Birçoğumuz beyaz atlı prensi bekleyerek geçiriyoruz yaşantımızı. Ne yapacak gelip. Eksikten doğan o umutsuzluğa teselli olacak. Oysaki fantezilerimizde ürettiğimiz o beyaz atlı prens ya da prenseslerin hiçbir gerçekliği yok. Özelliği ulaşılamıyor olmaları. Ulaşılınca arzu bitiyor çünkü. Evlendikten çok değil üç dört ay sonra o beyaz atlı prensin her şeyine şahit olup prensesin de her şeyine sahip olduğumuz anda büyünün bozulması gibi. Biz arzulamayı arzuluyoruz. Arzunun nesnesini değil. Tıpkı kıskanmayı arzuladığımız gibi. Kıskanmakla oral döneme, çocukluğumuza, tek aşkımız olan anneyle tümgüçlü bir bütün olduğumuz anlara gerilediğimiz gibi. Aşk denilen durum aslında romanlardan çok psikiyatrinin bir konusu. Eh romanlarda az çok psikiyatriye can veren hayat pınarları değil mi. Freud'un Dostoyevski'ye neler borçlu olduğunu erbabı bilir. Aşk dediğimiz şey anneden koptuktan sonraki yani bir ben olarak yaşama adım attıktan sonraki o eksikliği gidermenin bir tonu sadece. Bu anlamda Bülent Somay'ın Lacan'dan yola çıkarak söylediği gibi; Cinsel ilişki diye bir şey yoktur. Peki ne vardır. Sürekli bir arayış vardır. Arzuyu arzulamanın o derin bağımlılığı vardır. Cinsel ilişki üstüne söylenen söz vardır sadece. Sevişirken bile kendimizle sevişiriz. Karşıdaki bizim için sadece bir aynadır. Ne kadar vahim bir durum değil mi. Size şöyle içinde romantik cümlelerin geçtiği bir inceleme yazmak isterdim ama bu kitap öyle bir kitap değil. Öyle olması benim için daha iyi oldu. Kişisel gelişim kitapları adı altında kağıt israfı yapmak yerine böyle kitaplar yazılmalı. Aslında böyle kitaplar okunmalı. Çünkü bu aşk, cinsellik gibi konuların cılkı çıktı. Ağzı olan konuşuyor. Oysa gerçekler acı vermeden sümen altı ediliyor. Bakın yine bilinçdışımız devrede. Sadece duymak istediklerimiz devrede. Biz eksik varlıklarız. Bu eksiğin öyle ya da böyle bilincinde olan varlıklarız. Ne kadar insan olabildiğimiz bu eksiği nasıl doldurduğumuza bağlı. "Hepimizin en temel ihtiyaçlarından biri olan ait olma ihtiyacı (rahme dönüş, içerilme, kabullenilme, pohpohlanma) ile Marx Paradoksu ("Beni üye olarak kabul edecek kulübe ben üye olmam") arasındaki savaşın sonu yok. Ve tüm şiddet de işte buradan çıkıyor. Ya dışa yönelik bir şiddet, öfke, uzlaşmazlık, saldırganlık, karıdövücülük, ya da kendine yöneltilmiş şiddet, çıkışsız, ölümcül bir depresyon." Orta yol için (bu tabiri de hiç sevmem) ilerleyen satırlarda kendi ideolojisi açısından "öteki" ile bir bağlantı kurmada buluyor çözümü Bülent Somay. Devrimci bir praksisle ötekiyle eleştirel, dayanışmacı iletişime geçebilen bir insan, kendi benine saplanıp kalmadan, ötekiyle varolacağını bildiği an bu iki çıkmazdan, içe ve dışa dönük şiddetten kurtulabilir. En önemlisi de bizi pre-ödipal döneme geri çeken "mutlak" arayışından kurtulmak, bırakmak. Biraz zor iş sanki yaşamak. Son olarak Lacan'ın "Eksik", "Ayna Evresi" gibi kavramlarını ve "Kadın Yoktur", "Cinsel İlişki Yoktur" gibi iddialarını anlamak için ideal bir eserlerden birisi. Zaten fazla yok böylesi kitaplar. Metis farkı diyelim.
Bir Şeyler Eksik
Bir Şeyler EksikBülent Somay · Metis Yayıncılık · 2007617 okunma
··
724 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.