Sözcükler, yazılar, öyküler, şiirler, romanlar ve duvarlarını kitapların sarmaladığı odalarla kaplı kahve kokulu sinematografik yalnızlıklar vardır bu dünyada. Hiç çalmayan ve artık çalması beklenmeyen telefon. Büyük bir evin çocuksuz, kardeşsiz sessizliğinde kendi kendine konuşmayı huy edinmiş, artık anlaşılmak gibi bir derdi olmayan, sese, ışığa, kalabalıklara duyarlı melankolik, düşsel bir tek çocuk senfonisi. Yalnızlık sözcüklerin dansına dönüştüğünde güzeldir. Yalnızlık naifse güzeldir.
Hepsi böyle hissediyordu; bir itiraz, bir ayaklanma arzusu hissedemeyecek kadar zavallı olmaktan utanıyorlardı, bu gaddarca yanlışlara nasıl karşı çıkacaklarını bilmiyorlardı ve tek yapabildikleri kendi aralarında, seslerini yükseltmeden mırıldanmaktı.
Ulusal kriz zamanlarında, siyasi liderliğin halk arasında desteği artar ve insanlar iktidarı ona devretmeye istekli hâle gelirler. Daha fazla güç biriktirmek isteyen liderler ve gelmiş geçmiş tüm krallar için bu, yakalanması gereken sihirli bir an, bir fırsattır.
Peki, bu an nasıl ele geçirilir? Modern siyasetçiler böyle anları yasaları yeniden yazarak; federal hükümete daha fazla polislik, vergilendirme, yerel yönetimleri ya da sivil özgürlükleri geçersiz kılma yetkisi vererek ele geçirirler. Bu tür salt yasal güç gaspları antik siyasetçiler için de mümkündü ama daha büyük beklentiler tamamen başka bir düzlemde yatıyordu. Kral, yerel panteonu ayıklayarak Yahve'nin yüceliğini ebedileştirebilir ve böylece kendi gücünü de ebediyen artırabilirdi. Bu, sıkıyönetimi kalıcı hâle getirmenin Antikçağdaki alde eşdeğeriydi.