Ben bütün dinlere, inançlara saygı duyarım. İnsanlara zarar vermediği, düşünce özgürlüğüne ket vurmadığı, insanları ayrıştırmadığı sürece. Bütün dinleri onların maddi göstergelerine de kültürel bir miras olarak değer veririm.
Fakat günümüzde öyle değil. Bana kalırsa doğuda müthiş bir dinsel sömürü hâlen uygulanmaya devam ediyor. İnsanlar toprak ağalarına, mellelere, seyda adı verilen merdiven altı kişi kültlerine kurban ediliyor.
Her şey gayet güzel kurgulanmış. Şayet bu kurgular siyasete alet edilmeseydi, insanların dini duyguları istismar edilmeseydi saygı duyardım. Ama öyle değil. Tövbe alma denilen şey birebir Hristiyanlıktan uyarlama, sadece gerçek bağlıların kalabildiği hatme adı verilen ayin Hristiyanlığın evharistiya uygulamasından uyarlama, bitmeyen çorba ve ekmek masalı yine Hristiyanlığın ekmek şarap ikonasından uyarlama. Bitti mi? Hayır. Seyyidler, sadatlar hikâyesi de yine aynı şekilde Hristiyan azizleri kültünden uyarlama. Bunları bilip susan ilahiyatçı da ilahiyatçı değil korkaktır.
30 Ağustos’u sadece siyasi ve askeri bir zafer olarak okumamak gerekir. 30 Ağustos ezilen, yok sayılan, cahil bırakılan Osmanlı sömürgesi Anadolu çocuğunun da kurtuluşu için bir meşaleydi. Anadolu çocuğunun kendisini binlerce yıllık bir karanlığın içinden kurtardığı ve kalemle, kitapla, defterle, bilimle cehalete, sömürüye savaş açtığı bir mücadelenin kıvılcımlarından birisiydi.
Bugün sorgulamamız gerek. Cumhuriyetin yüzüncü yılında biz neredeyiz?