İki arkadaş birkaç günlüğüne kamp yapmaya giderler. Gittikleri yerde küçük bir yerli kabilesi bulunmaktadır fakat dillerini bilmedikleri için iletişim kuramazlar. Etrafı keşfetmeye çıkarak genellikle balık tutarlar. Günlerden bir gün kocaman bir Çukur’un bulunduğu bir alana çıkarlar. Bu Çukur’un kenarında bir yıkıntı dikkatlerini çeker. Bu yıkıntıya şöyle bir göz atarken şans eseri bir defter bulurlar. Defteri daha sonra incelemek için çantaya koyduktan sonra gezinmeye devam ederler ve bu sırada korkunç sesler duymaya başlarlar. Duydukları ses onları o kadar korkutur ki hızla kamplarına geri dönmeye ve bir daha oraya gitmemeye karar verirler.
Buradan sonra kampa geldiklerinde bir münzeviye ait olan bu defteri okumaya başlarlar. Çağlar öncesinde Çukur’un tam sınırında bulunan evde yaşayan bir adam ve kız kardeşinin hikayesini konu alıyor defter. Gerçekle hayal arasında bulanık ve korkutucu yaratıkların, tanrıların, zaman, uzay yolculuklarının olduğu akıl almaz bir hikayeyi anlatmaktadır.
Açıkçası fikir olarak güzel, ilgi çekici, bir parça ürkütücü olsa da ben çok ama çok beğendim diyemem. Özellikle evrenin içinde yapılan seyahatlerin anlatıldığı kısımların uzun olması ve sürekli oradan oraya savrulması yüzünden bir noktadan sonra ciddi ciddi başım dönmeye başladı. Bu sebeple bu noktalarda ara vermek durumunda kaldım. Kitabın sonuç kısmına baktığımda ise maalesef tatmin etmedi.