O ADAM BENİM BABAM
Koruyamamıştım annemi. İçime dert olmuştu. Babamın o yüksek perdeden çıkan öfkeli sesini duyduğumda odamdaydım. Zaten her zaman yüksek çıkardı sesi. Günlük konuşmalarda bile sanki sesini duyuramayacaktı da biraz daha bağırarak konuşmalıydı. Kendine güveni olmadığı gibi gücünün yettiğine de gösterecek saygısı olmayan bir adamadı benim babam. Güçlünün karşısında susardı ancak. Yalan söyledikçe batan, battıkça yeni yalanlara sarılan, söylediği yalanlara önce kendi inanan bu adam benim babamdı. Ona sadece babam olduğu için katlanıyordum.
Oysa ben babamı sevilecek bir insan olduğu için sevmek isterdim. Onunla bulunduğumuz her ortam karanlık gelirdi. Yanımızda sevdiğim başkaları da olmalıydı o varken. O zaman sanki birisi ışıkları yakmış ve bir süreliğine de olsa karanlığı yırtmış oluyordu. Asıl derdi bir türlü ait olamadığı hayatla mı, barışmayı beceremediği kendisiyle mi yoksa bizimle miydi hiç çözemedim. Yıllar geçmesine rağmen bu soru hep yüreğimde bir ağırlık gibi asılı durur. Anneme veya bana hiç el kaldırmazdı. Buna rağmen ruhumuz onun vurduğu yerlerden kanayıp durdu. Aynı hataları tekrar tekrar yapmaktan bıkmayan biriydi o. Varmak istediği yere varamamış, olmak istediği insan olamamışların saldırgan haliyle yaşıyordu hep. Biz de daima bir haksızlıkla karşılaşacağını düşünüp gardını alarak yaşayan birinin ördüğü duvarlara toslayıp duruyorduk.
O akşam her zamankinden daha yüksekti sesi. İçeride hızlı hızlı hareket eden ayak seslerini duyuyordum. Bağırıyor, evin içinde deli gibi dolanıyor, bir an duruyor sonra yine tam duyamadığım o cümleleri tekrar ediyordu. Gidip ne oluyor diye bakmak istedim ama bu çok alışıldık bir sahneydi evimizde. Vazgeçtim ve kulaklıklarımı takıp ortalığa yaydığı öfkeyi müzikle susturmaya çalıştım. Bıkmıştım belki. Ne kadar süre geçti bilmem, bir şeylerin kırıldığını duydum. Yerimden fırlayıp salona koştuğum anda evin kapısı sertçe çarpıldı. Çıkıp gitmişti. Doğruca annemin yanına koştum. Orada ne göreceğimi, onu ne halde bulacağımı bilemez halde endişeyle içeri girdim. Annem kanepede öylece oturmuş sabit bakışlarla karşıya bakıyordu. Gördüğüm kadarıyla herhangi bir yarası yoktu. Yarası görünmeyen yerdeydi, iyi biliyordum. Sessizce yanına oturup başını omzuma çekip yasladım, saçlarını okşadım. Ağlamıyordu. Ama tükenmiş ve yorgun bir görüntüsü vardı. “Beni affet anne, seni koruyamadım.” dediğimde gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Bana dönüp yüzümü ellerinin arasına aldı. “ Biliyor musun, yaşadıklarımdan en zoru bu oldu işte. Sana böyle bir yük hissettirmiş olmak. Bunu sana yaşatmaya hakkımız yoktu. Asıl sen beni affet. İyiyim merak etme.” dedi. Orada ne kadar zaman öyle yan yana oturduk hatırlamıyorum. Sessizce ve konuşmadan birbirimizi iyileştiriyorduk sanki. Kalkıp ortalığı topladım. Kırık dökük hayatımızdan geriye kalanları topluyordum aslında.
Babamı affetmek yıllarımı aldı. Affetmekten ziyade yüreğimde hapsettiğim yerden çıkarıp özgür bıraktım onu. Ancak bunu yaptıktan sonra biraz huzur bulabildim. Sevgili annem, sen şimdi bu şehirde değilsin. Babamsa çok yakınlarda. Yine de başım ne zaman sıkışsa sana sarılıyorum, babama değil. Bir kez daha fark ettim ki mesafeler anlamsızmış. Esas olan yürekte olmakmış. Sana çok şey borçluyum. En çok da bu yüreksiz adamı sevme hakkımı elimden almadığın, bana seçme şansı tanıdığın için minnettarım. Bir de seçimlerimin bana ait olduğunu bilmenin verdiği güvenle yürümeyi öğrettiğin için…