Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

154 syf.
9/10 puan verdi
·
5 günde okudu
Not: Bolca spoiler içerir. Kitabı bitirdiğimde kapağını kapatıp bir köşeye kaldıracağımı düşünürken, son çeyrekte heyecanlanıp, roman boyunca kafamda oluşan çağrışımları araştırmadan duramadım. Puslu Kıtalar Atlası’nı okurken kurgunun büyüsüne kapılıp da kim bilir neleri kaçırdığımı düşününce Uzun İhsan Oktay Anar Efendi’ye hürmeten onu da tekrardan okumak şart oldu. Kitab-ül Hiyel başlarda absürt karakterlerle, mekanik anlatılarla, çizimlerle yer yer güldürüp, yer yer de sıkarken, özellikle Üzeyir Bey’in anlatıldığı son kısımda onun aydınlanması gibi okuru da aydınlatmayı amaçlamış. İhsan Oktay, tarihi birçok karaktere ve olaya benzerlikler kurmak yoluyla romanında yer vermiş. Yazarın bu kitabında büyük mucit El-Cezeri’den esinlendiği söylenmektedir. Daha kitabın başlarında ismi geçen Cezeri’nin hayatıyla, kitaptaki karakterlerden Diyarbakırlı iki mucit kardeşin hikâyeleri arasında da benzerlikler kurmak mümkün. Ana karakterler ise doğrudan dinler tarihinden alınmadır. Yafes Çelebi, Nuh’un üç oğlundan biri olan Yafet’i anımsatmaktadır mesela. Ancak kurgunun gidişatını doğrudan etkileyen asıl iki karakter Calud (Golyat) ve Davud küçük farklarla doğrudan dinler tarihindeki gerçek kişilerden alınmadır. Calud’un iri, güçlü kuvvetli oluşu; Davud’un silah, top, tüfek gibi metalden yapılma şeyleri insanüstü bir güçle eğip bükerek bunlardan kuş figürleri yapması, sonunda hiç büyümeyerek hep çocuk kalan güçsüz Davud’un dev cüsseli Calud’u attığı taşla iki kaşının ortasından vurarak öldürmesi hikâyelerinin bazılarını birebir, bazılarını da simgesel benzerliklerle Yahudi ve İslam kaynaklarında görmek mümkün. Bunların dışında da padişahlara, bilim adamlarına, tarihsel vakalara bol bol yer verilmiş. Tarihsel göndermeleri bir yana bırakırsak, kitabın başından sonuna kadar sahip olmanın ve güç arzusunun ironisi yapılmış. Karakterler doğanın güçlerini mekanik bilimiyle zapt ederek kötü amaçlarla kullanmak istemiş, ölümleri de bu arzularıyla giriştikleri işler yüzünden olmuştur. Calud’un, kafasındaki yılan şeklinde savaş makinesini tamamlayabilmesi için eğittiği Üzeyir’e, bu makineden vazgeçmemesi için uyguladığı korkutma ve yıldırma politikası da bana Leviathan ve devlet alegorisi gibi geldi. Roman felsefi açıdan da oldukça düşündürüyor; “Fakat efendisi, taşın zaten odada olduğunu, ama bunu kavrayabilmesi için zaman mefhumu üzerinde düşünmesi gerektiğini söylüyordu.” (83) Yâfes Çelebi iktidar taşını elde etmek isteyen Calud’a bu tavsiyeyi veriyor. Kitabın sonrasında iktidar taşının belirli zaman aralıklarıyla görünüp kaybolduğunu öğreniyoruz. Zamanın yanılgıdan ibaret olduğu, geçmiş ve gelecek denen her anın zaten bir film şeridi gibi var olduğu, bizim deneyimlediğimiz kısmına “şimdi” dediğimiz, düşüncelerinden hareketle Calud’a zaman mefhumu üzerinde düşünmesi gerektiğini söylüyor. “Bu yüzden varlıklarını benlikleriyle sınırlayan, ve dolayısıyla, aslında ona ait olduklarını bilmedikleri Dünya karşısında cılız ve sakat olduklarını hisseden insanlar gibi, varlığını tehdit ettiğine inandığı o devle savaşmaya karar verdi.” (112) Calud’un organ (zeker, maslahat) kaybı sonrasında yapılan bu analiz ise kaynağını doğu mistisizminden alan “evrenin birliği” ve fizikçilerin “tekillik” düşüncelerini çağrıştırıyor ki Üzeyir’e ilişkin son kısımda da bunu destekleyecek anlatılar var. Ve Üzeyir Bey’in anlatıldığı son bölümde efendisi Calud’un yılan makinesi fikrini derin derin düşünen Üzeyir, korkularının ve güç isteğinin sebebinin kafasındaki canavar makine olduğunu anlar ve bu düşünceyi yok edince hafızasını kaybeder. Zihninde yalnızca bir “nokta” kalmıştır. Bu nokta simgesi önemlidir çünkü yukarıda değindiğim evrenin birliğini, tekilliği temsil eder. Tüm gerçekliğin bir nokta, bir ve bütün olduğunu ifade eder. Daha sonra Uzun İhsan Efendi'nin içinde her şeyin olduğunu söyleyerek Üzeyir’e verdiği defterde sadece bir “nokta” olması da bu düşüncenin daha kuvvetli bir anlatımı olarak görünüyor. Nokta, hem hiçlik hem de her şey olarak nitelendirilebilir. Üzeyir kafasında yalnızca bir “nokta” ile kalakalıp hafızasını kaybettikten sonra evindeki çekmeceleri karıştırırken kendi çocukluğuna ait bir belgede adını görünce, bu adın zaten kendisine ait olduğunu bilmeden beğenerek kendisine “Üzeyir” ismini uygun görür. Baya baya önce hiçliğe ulaşıp sonra kendini bulmuş yani. İktidar taşıyla ilgiliyse aklımda bazı ufak çağrışımlar olsa da somut bir fikir oluşmadı. Ondan faydalanarak üretilecek devridaim makinesi sonsuz devinimi simgeliyor olabilir. Sonuç olarak 150 sayfada bol bol telmih ve gönderme yoluyla çok kolay okunamayacak, ancak bir o kadar da eğlenceli, keyifli olmuş Anar’ın ikinci romanı.
Kitab-ül Hiyel
Kitab-ül Hiyelİhsan Oktay Anar · İletişim Yayıncılık · 20204,513 okunma
··
333 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.