Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

3.ULUSLARIN VE ULUSAL DİLLERİN GELECEĞİ
III. ULUSLARIN VE ULUSAL DİLLERİN GELECEĞİ Sosyalizmin dünya ölçüsünde zaferiyle, sosyalizmin bir ülkede zaferi arasında bir eşit işareti koymakla ve sosyalizmin dünya ölçüsünde değil tek bir ülkede zaferi sağlamasıyla, ulusal farkların ve ulusal dillerin ortadan kalkmasının, ulusların birleşerek tek bir ortak dilin oluşmasının mümkün ve gerekli olduğunu öne sürerek ciddi bir yanılgıya düşüyorsunuz. Burada tamamen ayrı olan şeyleri birbirine karıştırıyorsunuz: “ulusal baskının ortadan kaldırılmasını”, “ulusal farkların tasfiyesiyle”, “ulusal devlet çitlerinin ortadan kaldırılmasını”, “ulusun yokoluşuyla”, “ulusların kaynaşmasıyla”. Böyle birbirinden ayrı kavramların eşanlamda kullanılması, marksistlerce kabul edilemez. Bizde, bizim ülkemizde, ulusal baskı çoktan yokedilmiştir, ama bu hiç bir zaman, ulusal farkların yokolduğu, ülkemizin uluslarının tasfiye edildiği anlamına gelmez. Bizim ülkemizde ulusal devlet çitleri, sınır muhafızlarıyla, gümrükleriyle çoktan ortadan kaldırılmıştır, ama bu hiç bir zaman ulusların birbiriyle kaynaştığı ve ulusal dillerin ( yokolduğu, bu dillerin yerini bütün ulusların ortak bir dilinin aldığı anlamına gelmemektedir. Doğu Halkları Üniversitesinde verdiğim söylev (1925) sizi tatmin etmemiş. Bu söylevde, sosyalizmin tek bir ülkede zaferinden sonra, örneğin bizim ülkemizde ulusal dillerin sönüp yokolacağı, ulusların birbiriyle kaynaşacağı ve ulusal dillerin yerini tek bir ortak dilin alacağı tezini çürütüyorum. Sözlerimin, Lenin’in, sosyalizmin amacının yalnızca, insanlığın küçük devletlere bölünmesini ve uluslar arasında her türlü ayrıma son vermek değil, yalnızca, ulusları birbirine yaklaştırmak değil, onları kaynaştırmak olduğu yolundaki ünlü teziyle çeliştiğini düşünüyorsunuz. Ve sonra bu sözlerimin, Lenin’in bir başka teziyle, sosyalizmin dünya ölçüsünde zaferiyle ulusal farkların ve ulusal dillerin sönüp yokolmaya başlayacağı, böyle zaferden sonra ulusal dillerin yerini ortak bir dilin almaya başlayacağı yolundaki teziyle de çeliştiğini düşünüyorsunuz. Bu tamamen yanlıştır yoldaşlar. Bu derin bir yanılgıdır. Yukarda, bir marksistin, sosyalizmin tek bir ülkede zaferi ile sosyalizmin dünya ölçüsünde zaferi gibi iki ayrı olayı bir çuvala koymaması gerektiğini belirttim. Unutmamak gerekir ki, bu birbirinden tamamen ayrı olan iki olay birbirinden tamamen ayrı olan iki aşamayı ifade eder; yalnız zaman bakımından ayrı değil (ki bu da çok önemlidir), öz bakımından da ayrıdır. Ulusal güvensizlik, ulusal tecrit, ulusal düşmanlık, ulusal çatışmalar, hiç kuşku yok ki, bilmem hangi “doğuştan gelme” ulusal saldırma duygusundan ileri gelmemektedir; emperyalizmin yabancı ulusları köleleştirme eğiliminden, ulusal köleleştirme tehdidi karşısında bu ulusların duydukları korkudan ileri gelmektedir. Kuşkusuz, dünya emperyalizmi varlığını sürdürdükçe bu eğilim ve bu korku da kalacaktır. Ve bunun sonucu olarak ülkelerin büyük çoğunluğunda ulusal güvensizlik, ulusal tecrit, ulusal düşmanlık ve ulusal çatışmalar sürüp gidecektir. Tek bir ülkede sosyalizmin zaferinin ve emparya1izmin tasfiyesinin, ülkelerin çoğunluğunda emperyalizmin ve ulusal baskının tasfiyesi anlamına geldiği söylenebilir mi? Besbelli ki söylenemez. Bundan çıkan sonuç şudur ki, sosyalizmin tek bir ülkede zaferi, dünya emperyalizmini ciddi olarak zayıflatmakla birlikte, ulusların ve dünyanın ulusal dillerinin bir ortak bütün içinde kaynaşması için gerekli koşulları yaratmaz ve yaratamaz. Sosyalizmin dünya ölçüsünde zaferi dönemi, sosyalizmin tek bir ülkede zaferi döneminden, her şeyden önce emperyalizmi bütün ülkelerde tasfiye etmesi, yabancı ulusları köleleştirmek eğilimini olduğu gibi, ulusal köleleşme tehdidi karşısında duyulan korkuyu da ortadan kaldırması bakımından, ulusal güvensizliğin, ulusal düşmanlığın köklerini kazıması, ulusları tek bir dünya sosyalist iktisadi sistemi içinde birleştirerek böylelikle bütün ulusların bir bütün içinde derece derece birleşebilmeleri için gerekli gerçek koşulları yaratması bakımından birbirinden ayırdedilmelidir. İki dönem arasındaki temel fark budur. Bundan çıkan sonuç şudur ki, birbirinden ayrı bu iki dönemi birbirine karıştırmak ve bu ikisini aynı çuvala koymak bağışlanmaz bir yanılgıya düşmek olur. Doğu Halkları Üniversitesindeki söylevimi ele alalım. Bunda şöyle denmektedir: “Sosyalizm döneminde bütün öteki diller yokolacağına göre, tüm insanlık için ortak tek bir dilin yaratılmasından sözediliyor (örneğin, Kautsky). Ben bu evrensel nitelikteki tek bir dil teorisine pek inanmıyorum. Herhalde, deneyim, böyle bir yana teoriden yana değil, ama ona karşı konuşuyor. Şimdiye kadar işler, sosyalist devrimin, dillerin sayısını azaltması değil, ama artırması biçiminde oldu; çünkü insanlığın en derin katmanlarını sarsan ve onları siyasal alana çeken sosyalist devrim, eskiden tanınmayan ya da az tanınan bir dizi yeni milliyeti yeni bir yaşama uyandırır. Eski çarlık Rusyasının, içinde en az 50 milliyet ve etnik topluluk barındırdığına kim inanabilirdi? Oysa, eski zincirleri kıran ve bir dizi unutulmuş halk ve topluluğu ileriye süren Ekim Devrimi, onlara yeni bir yaşam ve yeni bir gelişme kazandırdı.”* Yukarıya aldığım parçadan ilk olarak anlaşılacak şey, Kautsky tipinden kimselere karşı dikildiğimdir. Kautsky her zaman ulusal sorunun cahili olmuştur, ulusların gelişmesi mekanizmasını anlamayan, ulusların kararlılığını sağlayan devsel güç hakkında fikri olmayan birisi, sosyalizmin zaferinden çok önce, daha burjuva demokratik rejimler sırasında ulusların birbiriyle kaynaşabileceğini sanan bir adam körü körüne Çeklerin ulus olarak, hemen hemen Almanlaştırıldığını, bir gelecekleri olmadığını iddia eden ve Almanların Bohemya’daki Almanlaştırma “çalışmalarını” övmek küçüklüğüne düşen bir adam olmuştur ve öyle de kalmıştır. Konuşmamdan aldığım yukardaki parçadan çıkan bir sonuç da, benim gözönünde bulundurduğum şeyin sosyalizmin dünya ölçüsünde zaferi değil, yalnız sosyalizmin tek bir ülkede zaferi olduğudur. Bu bakımdan tek bir ülkede sosyalizmin zaferi döneminin, ulusların ve ulusal dillerin kaynaşması için gerekli koşulları sağlamadığını, tam tersine bu dönemin eskiden çarlık emperyalizmi tarafından ezilen ve bugün sovyet devrimi tarafından ulusal baskıdan kurtarılan ulusların dirilişi ve gelişmesi için elverişli bir durum yarattığını öne sürdüm (ve öne sürmekteyim). Ve ensonu, söylevin bu bölümünden çıkan sonuç şudur ki, iki ayrı tarihsel dönem arasındaki pek büyük farkı gözden kaçırmışsınız ve bu yüzden de, Stalin’in söylevinin anlamını kavramamışsınız ve sonunda da kendi yanılgılarınızın çıkmazında kaybolup gitmişsiniz. Lenin’in, sosyalizmin dünya ölçüsünde zaferinden sonra ulusların sönüp yokolmaları ve birbirleriyle kaynaşmaları tezlerine geçelim. İşte 1916’da yayınlanmış olan ve bilmem neden, mektuplarınızda tam olarak belirtilmeyen Lenin’in “Sosyalist Devrim ve Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı” başlıklı yazısından çıkardığımız bu tezlerden biri: “Sosyalizmin amacı yalnızca insanlığın küçücük devletlere bölünmesine ve ulusların herhangi bir şekilde tecrit edilmesine son vermek değildir. Amaç yalnızca ulusları birbirine yaklaştırmak değildir, onları bütünleştirmektir. ... Nasıl ki, insanlık, sınıfların ortadan kalktığı döneme ancak ezilen sınıfın diktatörlüğünün sürdüğü bir geçiş dönemini aşarak ulaşabilirse, ulusların kaçınılmaz olan bütünleşmesine de ancak bütün ezilen ulusların kurtulduğu, yani ezen ulustan ayrılma özgürlüğüne kavuştuğu bir geçiş dönemini aşarak varabilir.”* Ve İşte Lenin’in öteki tezi ki, bu da sizin mektubunuzda tam olarak belirtilmemiştir: “Halklar ve ülkeler arasında ulusal ve siyasal bakımından farklar olduğu sürece—ki bu farklar, dünya ölçüsünde proletarya diktatörlüğü kurulduktan sonra bile uzun, pek uzun zaman devam edecektir—, bütün ülkelerin işçi sınıfı hareketinin uluslararası taktik birliği, bu farklılıkların silinmesini değil, ulusal ayrılıkların yokedilmesini değil (şu anda bu anlamsız bir hayaldir), tam tersine, komünizmin temel ilkelerini (sovyet iktidarı ve proletarya diktatörlüğünü) belli özelliklerinde doğru bir biçimde değiştirecek uygulamanın ulusal ve siyasal farklılıklarına, doğru bir biçimde uyarlanmasını ve uygulanmasını gerektirir.”** Burada belirtmek gerekir ki, yukardaki parça Lenin’in 1920’de yayınlanan “Sol” Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı adlı broşüründen alınmadır; yani sosyalist devrimin tek bir ülkede zaferinden sonra, sosyalist devrimin bizim ülkemizdeki zaferinden sonra yayınlanan broşürden. Aktarılan bu parçalardan çıkan sonuç şudur ki, ilkin Lenin, ulusal ayrılıkların yokolması ve ulusların kaynaşması sürecini, sosyalizmin tek bir ülkede zaferi döneminde değil, ancak onu izleyen dönemde, yani bir dünya sosyalist ekonomisinin temellerinin atılmış olacağı sosyalizmin bütün ülkelerde zaferi döneminde düşünmektedir. Aktarılan bu parçalardan çıkan bir başka sonuç da, Lenin’in, ulusal farkların sosyalizmin tek bir ülkede zaferi döneminde ortadan kalkacağını düşünmeyi “saçma bir düş” olarak nitelendirmesidir. Aktarılan bu parçalardan şu anlam da çıkmaktadır ki, Stalin, Doğu Halkları Üniversitesindeki söylevinde, ulusal farkların ve ulusal dillerin, sosyalizmin tek bir ülkede, bizim ülkemizde zaferi döneminde ortadan kalkabileceğini yadsımakta tamamen haklıydı ve siz Stalin’inkine karşıt bir görüşü savunmakla tam bir yanılgı içindesiniz. Ve ensonu bu aktarılan parçalardan çıkan sonuç şudur ki, sosyalizmin zaferinin tamamen ayrı olan iki dönemini birbirine karıştırmakla, siz, Lenin’i anlamamışsınız, ulusal sorunda Lenin’in çizgisini çarpıtmışsınız ve bunun sonucunda istemediğiniz halde Leninizm’e aykırı bir tutumu benimsemişsiniz. Ulusal farkların kaldırılmasının ve ulusal dillerin yokolmasının, dünya emperyalizminin yenilgisinden hemen sonra, bir atılımda, örneğin tepeden alınma bir kararname ile mümkün olacağını düşünmek yanlış olur. Bundan büyük bir yanılgı olamaz. Yukardan bir kararname ile, zorbalık yoluyla ulusların kaynaşmasını sağlamaya kalkışmak, emperyalistlerin oyununa gelmek, ulusların kurtuluş davasına kötülük etmek, uluslar arasında kardeşçe işbirliğini örgütlendirme davasını toprağa gömmek olur. Böyle bir siyaset, çarlık yönetiminin Ruslaştırma siyaseti gibi bir şey olur. Herhalde biliyorsunuz ki, bu türden bir ulusal özümleme siyasetine, halk düşmanı karşı-Devrimcilerin siyaseti olarak, felaket getiren bir siyaset olarak, Marksizm-Leninizm ideolojisinde yer yoktur. Ayrıca ulusların ve ulusal dillerin olağanüstü bir kararlılıkla, devsel bir direnme gücüyle, özümleme siyasetine karşı koyduğunu da biliyorsunuzdur. Özümleme siyasetini en “sert biçimde uygulamaya kalkışan Türkler, yüzyıllar boyunca Balkan Uluslarını ortadan kaldırmak şöyle dursun, en sonunda gerçeği kabul etmek zorunda kalmışlardır. Türk özümleyicilerinin [...] sertliğinden geri kalmayan çarlık Rusyasının Ruslaştırıcıları, Prusya Almanyasının Almanlaştırıcıları, (...) yüzyıldan uzun bir süre Polonya ulusunu parçalamaya ve dağıtmaya çalıştılar: bu ulusları yokedemedikleri gibi, onlar da boyuneğmek zorunda kaldılar. Dünya emperyalizminin yenilgisinden hemen sonra, ulusların evrimi bakımından olayların olası gelişmesini tam doğru olarak görebilmek için bütün bunları hesaba katmak gerekir. Sosyalizmin bütün ülkelerde zaferi döneminin birinci evresinin, ulusların ve ulusal dillerin yokoluşunun başlangıcı tek bir dünya dilinin kuruluşunun başlangıcı olacağını sanmak yanlış olur. Tam tersine, ulusal baskı1ann kesin o1arak tasfiye edileceği bu birinci aşama, daha önce ezilmekte olan ulusların ve ulusal dillerin açılıp gelişmesi aşaması, uluslar arasında fark eşitliğinin uygulanması aşaması, karşılıklı ulusa1 güvensizliğin ortadan kaldırılması aşaması, uluslar arasındaki bağların kurulması ve sıklaştırılması aşaması o1acaktır. Ancak bu dönemin ikinci evresinde, kapitalist dünya ekonomisi yerine birleşmiş bir sosyalist dünya ekonomisi kuruldukça, ancak bu evrede ortak dil türünden bir şey yerleşmeye başlar; çünkü uluslar ancak o aşamada kendi ulusal dillerinin yanında, ilişkilerini kolaylaştırmak için iktisadi, siyasa1 ve kültürel işbirliğini kolaylaştırmak için uluslararası bir dilin gereğini duyacaklardır. Demek ki bu evrede, ulusal diller ile, ortak uluslararası dil, birbirine paralel olarak varlıklarını sürdürebileceklerdir. Başlangıçta tek bir ortak dili olan bütün uluslar için yalnız bir dünya iktisadi merkezinin yaratılmaması, ayrı ayrı uluslar grupları için birçok bölgesel iktisadi merkezler meydana getirilmesi ve bu merkezlerde her grubun kendi ortak dilinin konuşulması mümkündür. Bu merkezlerin tek bir dünya sosyalist ekonomi merkezi içinde birleşmeleri ve bütün ulusların ortak diliyle konuşmaları, daha sonra olacaktır. Proletaryanın dünya diktatörlüğü döneminin ancak bu sonraki evresindedir ki, dünya sosyalist ekonomi sistemi yeteri kadar güçlenip sosyalizm, halkların kendi doğasına gireceği zamandır ki, ulusların deneyim ile ortak bir dilin ulusal diller üzerindeki üstünlüğünü anladıkları zamandır ki, ancak o zamandır ki, ulusal farklar, yerini herkesin konuştuğu ortak dünya diline terkederek sönüp yokolmaya başlayacaktır. Bence ulusların geleceği tablosu, ulusların, gelecekte birbirleriyle kaynaşmaları yolunda gelişmeleri tablosu aşağı yukarı böyle bir tablodur. ULUSAL SORUN VE LENİNİZM MFŞKOV, KOVALÇUK VE ÖTEKİ YOLDAŞLARA YANIT (8 MART 1929)
·
19 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.