Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

189 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
9 günde okudu
Emre Kongar’ın “Kızlarıma Mektuplar” dan sonra okuduğum ikinci kitabı oldu, “Atatürk Üzerine”. Tarih ve siyasetin karması bir kitap olmuş bana göre. Öğrendiğim, yeri geldiğinde öfkelendiğim yeri geldiğinde şaşırdığım; birçok tarihsel gerçeğin anlatıldığı bir yapıt. Mustafa Kemal Atatürk’ün ve başarılarının ekonomi, siyaset, kültür, din, toplum,.. her yönüyle ele alındığı bir kitap. . . . Mustafa Kemal Atatürk’ün savaşının, önce yabancı devletlere sonra da içerideki Padişahlık rejimine karşı olduğu vurgulanıyor öncelikle. Bu iki savaşın birincisi top ve tüfekle, ikincisi ise mevcut toplumsal, ekonomik ve siyasal yapıyı demokratikleştirerek vermiştir. Bunu gerçekleştirmek için de ihtilalci yöntemler kullanmıştır: Dinci-gelenekçi otoriteye dayalı kozmopolit, merkezi bir feodal imparatorluktan, egemenlik temelleri kuramsal olarak halkta ya da millette olan çağdaş ulus-devlete geçmek. Egemenliği sadece, kuramsal olarak, millete ya da halka mal etmesinin sebebi de, demokrasinin uygulanması için toplumsal-ekonomik ve kültürel koşulların henüz olmamasıdır. . . . Kitapta “Atatürk Devrimleri”nin de üzerinde durulmuş. Özellikle de yanlış anlaşılanlar ve “anlaşılmayanlardan”. Bunlardan biri de Laiklik. Laikliğin bölücü değil, tam tersine birleştirici bir işleve sahip olduğu anlatılmış. Laikliğin hiçbir inancın karşısında olmaması ya da tam tersine, her inanç ile birlikte var olabilmesi, devleti, inanç sistemi dışında tutarak, bireylerin vicdan, inanç ve din özgürlüklerinin güvencesini oluşturmasından kaynaklanır. Atatürkçülüğe de değinilmiş, ne olup ne olmadığı anlatılmış. Günümüzde Atatürkçülük ya da Kemalizmin, asla din düşmanlığı olmadığı; demokratik, çağdaş, çoğulcu, inanç ve vicdan hürriyeti içinde teknolojik bir ilerleme olduğu anlatılmıştır. Atatürkçülük ve Atatürkbilim arasındaki farka dikkat çekilmiş. #52028947 Bu farka bakınca kendi açımdan Atatürkçü olduğumu düşünüyorum. Türk yazarları, çok uzun bir süre, Atatürkbilimci (Atatürkolog) olarak değil, Atatürkçü olarak davranmışlar. Türkiye’nin geçirdiği dönüşüm açısından, zorunlu bir siyasal tutum olarak algılanan bu dönem sırasında, yabancı yazarların, daha çok Atatürkbilimci olarak davrandıkları anlatılmış. . . . Bazı Atatürkçü çalışmalardan bahsedilmiş. Atatürk döneminin yerli çalışmalarının tümü hemen hemen bu gruba giriyor. Bu çalışmaların belkemiğini oluşturan yazarlar olarak Falih Rıfkı, Ruşen Eşref, Yakup Kadri ve İsmail Habib’i sayabiliriz. Bunların yanında Prof. Afet İnan ile Prof. Enver Ziya Koral, bize Atatürk’ün dönemini Atatürkçü biçimde aktaran bilimadamlarıdır. Her ikisinin de gerek devrim tarihine, gerek Atatürk’ün kişiliğine ve eylemine ilişkin yapıtları, kimi zaman onları, Atatürkçülüğün de ötesinde, Atatürkbilimciliğe götürmektedir. Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu ve Genelkurmay Harp Tarihi Dairesi Başkanlığı; yazar ayrımı gözetmeksizin, hem Atatürkçü, hem de Atatürkbilimci çalışmaları ortaya koymakta. Atatürkbilimci çalışmalar olarak da, yabancı bilimadamlarının yaptıkları çalışmalardan bahsedilmiş. Bunlar: Webster’in “Atatürk Türkiye’si”, Allen’in “Türkiye’nin Toplumsal Dönüşümü: Toplumsal ve Dinsel Gelişme” gibi yapıtlardır. . . . Türk-İslam kültür yozlaşmasından ve Atatürk’ün getirdiği çözümden bahsedilmiş. Atatürk’ün bulduğu çözüm; yozlaşmış bir imparatorluğun, yozlaşmış siyasal yapısı ile bütünleşmiş, bir kültür, İslam kültürü, tümüyle yasınacak; yerine batı kültürü ile, kökleri İslam öncesinde aranan bir Türk kültürü getirilecek. . . . . Kongar, Atatürk’ün en az altı boyutta değerlendirmesi gerektiğini savunuyor. Bunlardan: -Birinci boyut; nesnel (objektif) bilimsel değerlendirme. Atatürk ne yapmıştır?, nasıl yapmıştır?, neler söylemiştir? gibi.. -İkinci boyut; öznel (subjektif) değerlendirme. Burada artık değer yargıları işin içine giriyor. -Üçüncü boyut; Atatürk’ü kendi zamanı içinde değerlendirme. -Dördüncü boyut; Atatürk’ün bugünkü koşullar içinde değerlendirilmesi. -Beşinci boyut; Atatürk’ün salt ülkemiz ve toplumumuz açısından değerlendirilmesi. Ve.. -Altıncı boyut; uluslararası planda değerlendirilmesi. . . . Kitapta Devletçilik İlkesine de değinilmiş. “Devletçilik” ilkesi ilk kez 1930 yılında ortaya atılmış. Bu uygulamanın, 1930-1939 dönemine özgü olmadığı; Cumhuriyet’in kuruluşundan, günümüze dek uygulanan ekonomi siyasetini simgelediği belirtilmiş. Devletçilik adı altında yapılan uygulamaların, esas olarak, Türkiye’de gelişmeye yol açmış ve ulusal sermayeyi destekleyerek güçlendirdiği anlatılmış. Devletçiliğin baş aktörünün İsmet Paşa değil, Atatürk ve Celal Bayar olduğu belirtilmiş. (Ben sadece Atatürk diye biliyordum.) Devletçilik ilkesi, Atatürk’ün dikte ettirmesiyle, Afet İnan tarafından öğretmen okullarında okutulan yurtbilgisi kitabında “resmen” ilan edilmiş. . . . Bir de “Milli İrade” konusu var tabi. 1980 darbesi kâbus gibi ülkenin üzerine çöktüğünde, Aziz Nesin’in öncülük ettiği bir grup aydın, sonradan “Aydınlar Dilekçesi” adı ile anılacak bir metin hazırlamışlar ve bunu dönemin “Seçilmiş Diktatörü” Kenan Evren’e vermişler. Evrensel değerlere göre hazırlandığı için her zaman geçerliliğini koruyan ve koruyacak olan bu metin, özellikle bugünlerde yeniden gündeme getirilmeyi hakediyor. Sağ iktidarların saptırdığı “Milli İrade” kavramı bu metinde şu şekilde tanımlanmış: —Milli irade ancak, toplumun bütün kesimlerinin özgürce örgütlenebildiği düzenlerde anlam ifade eder. Kimsenin siyasal kanı ve felsefi düşüncesinden ötürü suçlanmadığı, hiçbir yurttaşın dinsel inançlarından dolayı kınanmadığı ülkelerde milli irade en üstün güçtür. Bu üstün gücün meşruluğu, temel hak ve özgürlüklere karşı takındığı tavrı bağlıdır. Çoğunluk iradesinin özgürce belirlenmesini engelleyen koşullar demokrasiye aykırıdır. Bunun gibi, çoğunluk iradesini bahane ederek temel hakları yok etmek de demokrasi ile bağdaşmaz. Tarihsel gelişim süreci içinde demokratik anayasaların amacı, kişi hak ve özgürlüklerini güvence altına almaktır. Bireyi devlet karşısında güçsüzleştiren düzenlemeler, hangi ad altında getirilirse getirilsin, demokrasiden uzaklaşma anlamına gelir. Bu durumda, demokratik yaşamın kaynağı olması gereken Anayasa, demokrasinin engeli olur. . . . . Yazar, Türkçe ezan konusuna da ayrıca değinmiştir. Atatürk 1932 yılında, Türkçe ezan okunmasının dinen caiz olup olmadığını tartıştırmış ve caiz olduğunu belirlemiş. Kabul edilen metin şöyle: Tanrı uludur; Şüphesiz bilirim, bildiririm: Tanrı’dan başka yoktur tapacak, Şüphesiz bilirim, bildiririm Tanrı’nın elçisidir Muhammed Haydin namaza, haydin felaha Namaz uykudan hayırlıdır. Ama tabi 1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti, ilk iş olarak ezanın yeniden Arapça okunmasını sağlıyor. . . . Bu kitap bana çok şey kattı gerçekten. Pek çok şeyi bu kitaptan öğrendim. “Biliyoruz o dönemleri ya” demeyin, inanın bilmediğiniz ve öğrenmeniz gereken çok şey var. Tavsiye ederim. Keyifli okumalarınız olsun..
Atatürk Üzerine
Atatürk ÜzerineEmre Kongar · Remzi Kitabevi · 201644 okunma
··
59 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.