Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

·
Puan vermedi
YUNUS BEKTAŞOĞLU'NUN "ERADİKASYON" ADLI ROMANINDA "DİSTOPYA" GERÇEĞİ Hatice BARAN* YUNUS BEKTAŞOĞLU; 1978 yılında İstanbul'da doğdu. Eğitim hayatına Malatya'da devam etti. Sonrasında İstanbul'a döndü. Başarısız bir üniversite deneyiminin ardından çalışma hayatına atıldı. Şu an bir lojistik firmasında çalışmakta. Sözcükler, Mavi Yeşil, Berfin Sanat dergilerinde öyküleri yayımlandı. İsimsizce Sanat ve Kedi Öyküleri adlı kitaplarda birer öyküsüyle yer aldı. Eradikasyon, yazarın ilk kitabıdır. Yunus Bektaşoğlu; 2017 yılı Kasım ayında Yitik Ülke yayınları arasında çıkan "Eradikasyon" adlı eserinde doğum, yaşam ve ölümün şeytan üçgenindeki var olma ve yok etme çabasını varoluşsal bir felsefe temelinde sorgula- maktadır. Eradikasyon; kelime anlamı "yok edim, kökünü kazıma" anlamlarına gelmektedir. Romanın genel anlamda ana fikrine baktığımızda doğum ve ölümü varoluşsal bir temelde ele alsa da gerek asırlardır süre gelen sorunlarından yönetim, kadın gibi sosyolojik gerekse din ve zaman gibi bilinçaltı konularına da ayna tutmakta-dır. Pek çok başlıktan oluşan romanda belli bir olay örgüsü olmamakla birlikte; Asaf ve Meryem adlı karakterlerin doğum ve ölüm arasındaki med-cezrinin tıpkı kendini yenileyen bir hücre gibi yeni durum ve ruh halleriyle bütünleşerek aktarılması dikkat çeker: "Avucuyla minik bir çukura buyur etti mezara. Kuşu içerisinde bırakıp üstüne örttü. Tek göğüslü kadın beşiğindeki Asaf'ı kucağına alıp saksının önüne getirdi. Buradaki kuş, bu kuşa gömülen ölüm bizim şu an nerede olduğumuzun kanıtıdır. Bu hayatın değil, bizim bu Asaf. İkimize özgü, bize dair"…(s.29) Yazar; romanın bütününde “ölüm” anaforunu yansıtmaya çalışır. Başlangıçta dolaylı bir anlatım, zengin betimlemeler ve bilinçaltına inilerek yapılan içsel tahliller dikkat çekerken; sayfalar ilerledikçe Asaf ve Meryem karakterleri çerçevesinde gelişen olaylar romanın ana fikri konusunda net bir perspektif ortaya koyar: "Neydi bu kusur peki? Hamile olmak mı, yoksa kadın olmak mı? Hem ikisi hem de hiçbiri… Sağ bir kadın olmaktı onu doğurmaktan alıkoyan yasa. Ancak ölerek doğurabilirdi. Yasaydı bu. Yaşamasında bir sakınca yoktu. Ancak ölmeden henüz olmayan ve bir yanıyla ceset olan birine can veremezdi. Oysa hiç doğmamış olan yasa nasıl karar verebilirdi kimin, nasıl doğabileceğine?" (s.16). Romanda geriye dönüş tekniğiyle, Hz. Meryem’in yaşadığı dönemde karşılaştığı toplumsal baskının izleri yansıtılır. Meryem karakterinin "Tek göğüslü kadın" olarak adlandırılması Asaf'ın doğumuyla yaşadığı baskılar gerekse de bu baskılara karşı gösterdiği güçlü potansiyeli Meryem'in bir tezatın birleşimi olarak karşımıza çıkmasına sebep olur. Tıpkı Hz. Meryem gibi saflığın, masumiyetin ve kudretin timsali diyebiliriz. Ölüm kaçınılmaz bir son iken; var olma çabalarıyla debelenen insanoğlunun yine bir ölümün tohumunu eken Meryem'i bir odaya hapsetmesi ve işkenceye maruz bırakması da romanı akıcı hale getirir: "Doğarak oluşunu yitiren insan, ölümde yok oluşum yerini alır. Önce kendi doğumunu yok etmek istese de bunu yapamaz, çünkü bunu yaptığı andan itibaren ölümünü de yok edecektir. Bu yüzden benliği olan yokluğun içinde kaskatı kesilerek orada kıpırtısızca durur. Bu yüzdendir ki yokluk, ölümün kendini hatırlamayışın ta kendisidir" (s.104). Yaratılanların en yücesi olan insan, bir yandan fıtratının kaçınılmaz sonucu olan var olma, hükmetme çabasındayken diğer yandan da tıpkı bir devletin buyruğu altında olan bir sistem gibi doğumuyla beraber gelen ölüm gerçeğinin hâkimiyetini kabul etmektedir. İnsanoğlu işte her ne kadar yaratılanın en yücesi olduğuna inanmak istese de bir türlü dokunmayı ve kaçmayı beceremediği zamanı; insanoğlunun yakasından tutar. "Yaşam zamana bağlı olarak biçimini, şiddetini değiştiren bir ceza mıydı? Hayır, tesadüf değil! İnsan kendine saplanan kendine batan bir dikenden öte nedir? " (s.13). İnsan; zaman ve kendinden daha belirgin bir yaradan ibaret bir girdapta mıydı yoksa? "Akrep ve yelkovan rakamları, çizgileri alınmış bir boşluğun içinde geziniyordu" (s.12). Ya insan boşluğun neresindeydi, belki de insan boşluğun ta kendisiydi… İnsan ki bütün dünyaya sığmayacak kadar geniş, kendi içine sığacak kadar da dar bir varlıktı. İçi tek başına bir âlemdir. O âlem ki orada zaman dursa insan ölürdü. O kendi içinden ibaretti, içinde zaman aksa âlemlere akardı. İçinde zaman dursa dört duvarlara sığardı. İnsan; zamanın kendisi değil, saatin içindeki yelkovan ve akrebin yönlendirmesiydi. Önceden ne yapacağı nasıl davranacağı ve kim olacağı bile belirlenmiştir. Bir isim ve cisimden ibarettir. Asaf; Meryem karakterinin oğlu olarak "atanmış" ifadesinden de anladığımız gibi romanda öne çıkan insanın ve hayatın mekanikleşmesini özetlemektedir. Ona ait bir ruhu yok hazırlanmış bir kimlikle savrulur. Kafese konulmak değildi tutsaklık, zihnin ta kendisiydi. İnsan; zihnin, toplumun, geleneğin ve sistemin yönlendirdiği, nesnelleştirdiği ötekidir. "Kim olduğunu zannediyorsan onunla örtbas edilirsin." (S.111). Yakup, sürekli tutanak kavramını sorgulayarak hayatın insanlara sunduğu kalıplara, statülere ve kimliklere atıfta bulunmaktadır. "İsimler, meslekler, sorumluluklar, etiketler verilmesinin nedeni kimlik olarak gerçekleşen suikastin izlerini yok etmektir" (s.11). İşte insanın kendini arama, birey olma çabasını ve özgürlüğünü sınırlandıran labirentler… İnsan eşref-i mahlûkat olarak yaratılmışken, kısırdöngüye dönüştürülmüş bir meta halini alır. "Şu an olan tüm eylemler, itaat ekseninde ilerliyor. Çünkü insanlara böyle öğretilmiş; tutanaklarda ne yazıyorsa onu yapıyorlar. Aslında yapmıyorlar o kâğıtlara yazılanları taklit ediyorlar"(s.152). Selim ve Turgut karakterlerine göz attığımızda Oğuz Atay'ın "Tutunamayanlar" adlı eserindeki karakterleri hatırlatır. Değişen dünyanın hızına, sistemine boyun eğme sonucu derin bir sorgulama ve pes ediş karşımıza çıkar. Selim ve Meryem, Turgut’un yardımıyla Asaf'ı "mekanik rahim" adında bir yere saklarlar. Sisteme boyun eğmek istemeseler de buna mecbur kalırlar: "Tek göğüslü kadın tek gözlü odada onu kadın olmakla sorumlu kılan dengenin ifadesinde, iki yanında beliren boşluğa baktı" (s.9). Anne olarak atanan tek göğüslü kadın (Meryem), oğul olarak atanan Asaf ve diğer karakterler, gelen tutanaklarla dünyaya atanan birer memur, boşluk… Ölüm; insanın etini, kemiğini, soluğunu ve hiçbir anlama sığmayan var olma çabasını çürüten tek gerçektir. İnsanoğlu, her doğumla ölüm tarlasına bir tohum ekiyordu. Tek göğüslü kadının Asaf'ı doğurduğu yer oda değil, bir ölüyü doğurduğu boşluktu. Ve insan o boşluğu doğurmakla yalpalanıyordu. Her yokluğu varoluşunun temelinde oturtan insan bu eyleme ölüm kavramıyla başlar: “Bir cesetten geliyorum; etim, ruhum ölümden yaratılmış. Duyuyorum olmak denilen kanıksamayı, fark ediyorum doğmak denilen maruz kalışı. İtilmişim bir ete, canım boşluk çeker. Düşmek kadar bir şey mi? Ben efendim, kendimin cehennemiyim!" (s.25). İnsan, yaradılışın ona sunduğu et ve kemiğin ötesinde milyonlarca duygunun ve tezatlığın bir birleşimidir. Bir taraftan sınırsız bir boşluğa sığınma çabasını, diğer taraftan da duyguların yarattığı boşluğu doldurma çabası güder. "İnanan ya da inandığını zanneden biri nasıl ki bir süre sonra Tanrı'nın yerini almaya çalışıyorsa bizim gibi sürekli yönetilen insanlar da bir süre sonra bir devlet halini almak ister" (s.111). Romanda yazar, insanın hem cinsine karşı hükmetme isteğine değinerek, insanın “devlet” erkini ortaya çıkarmasını eleştirir. George Orwell'in "Hayvan Çiftliği" adlı eserinde de olduğu gibi varlık yöntemi eleştiren, gidişattan şikâyet ederken, başa geçtikten sonra kendisinin yarattığı vahşetin farkında mıdır acaba: "Ne olur ırsalansa zaman şimdiden? Ne olur unutulsa tüm vahşetiyle insan olmanın kana yaratılmış tarihi? Âdem'in göğsünde hırıltılar halinde bazen yükselen, bazen de inen o hayvanın doğmuş olmanın karanlığında gezerken bıraktığı izler değil miydi? Ve insan bu haliyle o korkunç izin, vahşet denilen hayatın ulağı değil miydi?” (s.105). İlk insan olan Âdem'den bu yana süregelen suç kavramının insan eliyle gitgide vahşete dönüşmesini mistik felsefe yoluyla sorgular: “An hayvanının leşinde kokan kalabalığına baksana, hangi hançerde kabuğun daha kalın, hangi meydanda çığlıkların daha zehir; bana yaşamaktan bahsetme, yasağın ve günahın hükmü ömrün kadardır; sonuçta her insan bir ölümle bağışlanır!” (s.159). Romanın genelinde "DİSTOPYA" gerçeği ile karşılaşırız. Yazar, hayal ettiğimiz dünyanın yokluğunu bütün çıplaklığıyla göz önüne koyar. Tekrara düşen bir varlık değişimi ve güzelliği nasıl isteyebilir ki? Yazar varlık sorununa panoramik bir bakış atar. Bektaşoğlu, genel olarak varoluşçuluk, bunun yanında nihilizm, sürrealizm ve mistisizmden etkilenerek geniş bir anlatım tekniği yakalar.
Eradikasyon
EradikasyonYunus Bektaşoğlu · Yitik Ülke Yayınları · 201715 okunma
·1 alıntı·
203 görüntüleme
Hatice Baran okurunun profil resmi
İncelemem Mavi-yeşil dergisinin 110. sayısında yayımlandı.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.