Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Wyndham Deedes ve eşkıyalık Tuhaf bir tesadüf, Eşref’in, aksi hâlde karanlık kalacak bu dönemdeki faaliyetlerinin anlaşılmasına imkân tanır. Eşref, ilki İzmir’de ve ikincisi Birinci Dünya Savaşı sırasında Kahire’de olmak üzere iki mühim noktada kendini, Wyndham Deedes isimli şahsına münhasır bir İngiliz rakiple karşı karşıya bulmuştur. East Kent seçkinlerinden bir ailenin Eton eğitimli en küçük oğlu olan Deedes, Boer Savaşı gazisi ve Dışişleri Bakanlığı’nın 1907’den sonraki dönemde Osmanlı jandarmalarının yeniden yapılanmasına yardımcı olmak için görevlendirdiği İngiliz subaylardan biriydi. Deedes Türkçe öğrendi ve daha sonra içlerinde Reşat Nuri’ninkilerin (Güntekin) de bulunduğu birçok kitabı İngilizceye çevirdi. Osmanlı topraklarındaki ilk görev yeri Libya oldu. Trablusgarp Savaşı’nın patlaması üzerine buradan ayrıldı ve Osmanlı jandarmasındaki İngiliz subayların 1908 Devrimi sonrasındaki karargâhı olan İzmir’e döndü.Deedes, Eşref ve kardeşi Sami’yle, “Avrupa’nın Karanlık Çağları’ndaki gibi soyguncular ve eşkıyaların kol gezdiği” bir ülkede karşılaşmıştı. Eşref ve kardeşi ile Deedes birçok açıdan birbirleriyle tam bir karşıtlık hâlindeydiler. Deedes pislikten nefret eden titiz bir dindardı, jandarmalık görevleri için kırsal alana gitmek durumunda kaldığında daima tuvalet çantasıyla gezerdi. Teftiş turları sırasında kaldığı köylerin pisliğinden şikâyetçiydi ve rahatsızlıklarını günlüğünde ve annesine gönderdiği mektuplarda sıralamaktaydı. Günlüğündeki tipik kayıtlardan birinde şöyle yazar: “Cumartesi. Çok güzel bir geceydi. Sadece üç böcek öldürdüm.” Deedes ve Kuşçubaşı kardeşler, Birinci Dünya Savaşı’ndan önceki yıllarda İzmir bölgesinde kesişen kariyer bir yörüngesine sahipti. Daha önce gördüğümüz gibi, 1908’in ardından Eşref ve Sami’ye, eşkıyalığa geçmelerinden evvel polis ve jandarma kuvvetlerinde iş verilmişti. Deedes ise Dışişleri Bakanlığı’nın görevlendirmesi esnasında oldukça iyi derecede Türkçe öğrenmiş ve Osmanlı jandarmasında hizmet vermek üzere 1911’de Türkiye’ye gönderilmişti. İzmir’de, daha sonra Birinci Dünya Savaşı sırasında Kahire’deki Arap Bürosu’na gönderilecek olan Albay Harker’ın komutası altında Osmanlı jandarmalarının ıslahı üzerine çalıştı. Bu, kendisinin ana vazifesinin, Eşref, Sami ve Reşid’in de aralarında olduğu eşkıyalarla mücadele etmek olduğu anlamına geliyordu.Deedes eşkıyalığı “bu ülkedeki en büyük şerlerden biri” ola-rak tanımladı, fakat onunla mücadeleyi zorlu gördü. İzmir’de geçirdiği süre boyunca, bölgede uzun bir geçmişi olan, fakat geçmiş yıllarda, kısmen de kaybedilen Osmanlı topraklarından akan mülteciler sebebiyle bilhassa yaygınlaşmış olan bu özel türdeki kanunsuzluğu bastırmak için bir inisiyatifler dizisi baş-lattı. Tasarılarından biri, kendisinin daha sonra ‘Enformasyon Bürosu’ olarak tanımlayacağı, “eşkıyaların hareketlerini ve nerede olduklarını öğrenmek için köy halkı arasında dolanacak eğitimli ajanlardan oluşan bir teşkilat” meydana getirmekti. Bunu söylemek kolay, yapmak ise zordu. Aslına bakılırsa Deedes bölgedeki kanun kaçakları ile karşılaşmasında sert kayaya çatmıştı. Hatta takip etmekle yükümlü olduğu eşkıyalara zaman içinde kindar bir saygı bile besledi. Bu saygıya nail olanlardan biri de Eşref’in kardeşi Sami’ydi. Sami 1911 yazında polis müfettişliği görevinden ayrılmış ve İstanbul’dan İzmir’e taşınmıştı. Üniforması hâlâ üzerinde iken Sami, kendisinin de daha önce sultanın mülkünde görev yaptığı Torbalı’nın doğusundaki Ödemiş kasabasında bir jandarma birliğiyle karşılaştı. Sami jan-darmalara Robin Hood gibi efsanevi bir eşkıya olan ünlü Çakır-calı Mehmet Efe’nin çetesi ile İhsaniye köyünden, muhtemelen Kuşçubaşılarla ilişiği olan, öldürülmüş bazı Çerkesler arasındaki ölümcül bir hadiseyi araştırmakta olduğunu söyledi. Çerkesler hakkında biraz bilgi aldıktan sonra, birlik komutanının atını ve silahını gasp ederek kaçtı. Ardından Çerkeslerin köyüne gitti. Beş ya da altı kadar Çerkes’i yanına alıp kendi çetesini kurdu ve Çakırcalı’nın Ödemiş dolaylarındaki köyüne gitti. Sami’nin çetesi, sorguya çekilmek üzere arandıklarını söyleyerek Çakırcalı’nın akrabalarından altısını kaçırdı. 5 Eylül’de bu kişiler bulundu: Dördü öldürülmüş ve ikisi ağır yaralanmıştı. Sami öldürülen Çerkeslerin intikamını almıştı. Eşkıyalık faaliyetlerini daha da genişletecek, örneğin fidye için bazı toprak sahiplerini kaçıracaktı. “Hacı” Sami, kanun ile kanundışı arasındaki akışkan sınırı göstermekteydi. Jandarmayla olan bağları, Çerkes geçmi-şi ve şiddet uygulayıp cezasız kalmaya yönelik bariz yeteneği Çerkesler, hükûmet ve yerel nüfus arasındaki ilişkileri daha da karmaşıklaştırdı.İşte titiz Wyndham Deedes bu istikrarsız manzarada ortaya çıkmıştı. Deedes birkaç ay sonra, 1912 Şubat’ının sonlarına doğru, İzmir’in dışında geniş bir çiftlikleri bulunan Hollanda kökenli Levanten aile olan van Lennepsleri ziyaret etmek için taşraya yaptığı teftişlerden birini gerçekleştirdi. “Eşkıyalığın meslek statüsünü aldığı” ve varlıklı ailelerin bireylerini fidye için kaçırmanın, başlıca geçim kaynaklarından biri hâline geldiği bu dönemde van Lenneps’in kendisi de birkaç yıl önce kaçırılmıştı. Daha zengin olan Whittall ailesinin bir üyesi olan kayınbiraderi onun için £6.000 ödeyene kadar da alıkonulmuştu. Deedes 1912’deki ziyareti sırasında bölgede faaliyet gösteren çetenin liderini “Hükûmetin kendisini bir kan davası cinayeti ve diğer suçlardan aradığı, ‘çetecilik yapan’ eski bir polis ve jandarma subayı” olarak tanımlar. Bu tanım Sami’ye pek iyi uymaktadır.Oyunun rakip taraflarında olsalar da Deedes, Sami’den oldukça etkilenmişti. Ustaca icra edilen yerel bir kaçırma numarasının ardından Deedes şöyle yazmıştır:Serbest bırakması karşılığında sadece £1.000 aldığı bir kişiyi kaçırmış olsa da bize çok sorun çıkarıyor. Paranın £400’ünü, £1.000 alabilmek için onu bu kadar derde sokmuş olmaktan üzgün olduğunu belirttiği; adamlarının, olduğundan daha zengin olduğunu söyleyerek kendisini yanlış yönlendirdiklerini belirttiği, kaçırdığı çocuğun babasına iade etmiş. Pek centilmence. O yıl daha sonra Sami’nin “çetesi” ve Deedes’in jandarmaları arasında büyük bir şiddet olayı yaşandı. Haziran 1912’de Aydın yakınlarında gerçekleşen karşılaşma, ardında uzun bir zayiat listesi ve hatta Heyet-i Vükela ile Sadrazam’a kadar ulaşan ve bu zayiat listesinden daha hacimli olan bir yazışma trafiği bıraktı. Sami’nin çetesine o noktada en az 40 adam daha katılmıştı. Jandarmalarla yapılan muharebe Sami’nin üç adamının ölümü, ikisinin de yaralanıp esir alınmasıyla sonuçlanırken, jandarma saflarında da iki ölü ve bir hafif yaralı vardı. Çatışma sona erdikten sonra iki taraf da bürokrasiyi kendi lehine seferber etmeye çalıştı. Aydın valisi de dâhil olmak üzere devletin temsilcileri, komşu bölgelere, Sami ve adamlarının “ölü ya da diri” yakalanmasına yardım edilmesi için telgraflar gönderdi ve ölen jandarmaların ailelerine tazminat ödenmesi için merkezî makamlardan para talep edildi. Bu sırada, tutsak eşkıyaların bazıları Osmanlı Devleti’nin yüksek makamlarına dilekçe verdi. İzmitli bir Çerkes olan Şirin Tahir, geçmişte genel af vasıtasıyla bağışlanmasına rağmen serbest bırakılmamış olduğunu ve bu-nun sadece yasaya değil, Kur’an’a karşı da bir suç teşkil ettiğini ileri sürdü. Daha sonra Eşref ve Sami, arkadaşlarını İzmir’deki hapishaneden çıkarmak üzere, 1913 senesinin Ocak ayında Dâhiliye Vekili olan Talat Bey nezdinde, İttihatçılıktan gelen ilişkilerini kullanarak girişimde bulundular. Balkan Savaşları başladığından Osmanlı bürokrasisi, hâlihazırda savaşma kabiliyeti olanlara af çıkarmaya daha olumlu yaklaşır olmuştu, hatta bu kişiler kanundışına çıkmış olsalar bile. Dikkat çekicidir ki, Sami’nin vahşiyane tutumu onu Deedes’in gözünden düşürmek bir yana, yükseltmiştir. Deedes 1913 sonba-harında İstanbul’a gönderildi ve ardından, Sami’ye karşı duyduğu yüksek takdirin, çalışmakta olduğu Arap Bürosu’nun gizli yayın organı olan Arap Bülteni’ndeki bir tasvire yansıyacağı Kahire’ye gitti. Burada Eşref’i aşağıdaki sözlerinden önce (kendinden üçüncü kişi olarak bahsederek) “günahkâr bir külhanbeyi” olarak tanımlamıştır:Fakat kardeşi Hacı Sami özel avcılık içgüdülerine sahipti ve Albay Hawker ve Binbaşı Deedes’in onlara karşı teşkilatlandırdığı İzmir’deki bölge jandarmasının büyük hamlelerini atlatmaktan açıkça keyif alırdı. Deedes, rekabetlerine rağmen veya belki de bu yüzden Sami’ye karşı bir takdir duygusu geliştirmişti.Deedes’in hatıratı, yabancı diyarlardaki maceralar ve “avcılık içgüdüleri”nin birleşimiyle, neredeyse bir John Buchan romanından fırlamış gibidir. John Buchan, Yeşil Kaftan isimli romanında bizzat Enver ve adamlarını kıskanç bir takdirle tasvir etmiş ve zamanın ruhu Büyük Oyun’a vurgu yapmıştır. Fakat Osmanlı topraklarındaki birçok kişi için gerçeklik, edebi eğlence için kurgulanmış olandan çok daha ciddi ve tehlikeliydi. İttihatçılar iktidarlarını pekiştirdikçe, otokrasiye olan yönelim arttı. 1908’deki Meşrutiyet Devrimi’ni bizzat başlatmış olan adamlar anayasal hassasiyetleri göz ardı etmeye gittikçe daha meyilli hâle geliyorlardı. Rusya’daki devrimcilerden ders çıkaran İttihatçılar, özellikle de popülizmin gayrimüslimlerin katılımı-nı da gerekli kılacak olmasından dolayı, popülist yaklaşımdan ziyade elitist bir yaklaşım tercih ettiler. Ruslar, yetenekli bir fedaî-suikastçının 10.000 devrimciden daha etkili olduğunu göstermişlerdi. Sindirme ve şiddet İttihatçıların otokrasiye yönelişlerine eşlik etti; Eşref, Sami ve Çerkes Reşid gibi fedaîler bu bağlamda gereken kabiliyetlere sahiplerdi. Görmüş olduğumuz üzere, imparatorlukta ciddi bir muhalefet hareketinin oluşması Eşref’in iç sürgünden döndüğü 1905 senesi civarında başlamış ve nihayetinde 1908 Devrimi’yle neticelenmişti. Bu gelişmeler Eşref ve arkadaşlarına ikinci bir şans sundu. Önce muhalefetlerini teşkilatlayıp müteakiben iktidarın iplerini ellerine geçiren yeni tüfek İttihatçılar için Eşref gibi adamlar gittikçe revaçtaydı.Her ne kadar kendisi ve ailesi Abdülhamid’in saltanatından istifade etmiş olsa da, İttihatçıların 1908 Jön Türk Devrimi’yle iktidara yükselmeleri Eşref’e, hepsi olmamakla birlikte çoğu İzmir bölgesi etrafında zuhur eden çeşitli yeni fırsatlar sunmuştu. Fakat İtalyanların 1911’de Libya’yı istila etmeleri, emperyal şöhret edinme istikametinde ona daha doğrudan bir yol sundu. Eşref, Arabistan sürgününden dönüşünden itibaren geçen çalkantılı yıllarda evlenmiş, baba olmuş, mülk satın almış ve Osmanlı İmparatorluğu’nu yöneten partinin eylemci kanadı saflarında kendini olmazsa olmaz kılmayı başarmıştı. Fakat rahat durmazlığı ve bitmek bilmeyen enerjisiyle emperyal sahnede iz bırakmaya kararlı görünüyordu. Libya kendisine bu fırsatı sunacaktı.
35 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.