BU AŞK, BU ŞEHİR, BU KEDER
1.
hoşça kal ayak izim
serseri sokaklarda
hoşça kal
kendine bir başka
gökyüzü büyüten
kardeşim
gece feneri
hoşça kal çaldığım
ıslık
söylediğim türkü
doludizgin karlarda.
hoşça kal
annemin
yüzü
hep beyaz yaşmaklı
sın dökülmüş bir yalnız
aynada.
hoşça kal
dolunayın
altında
ıhlamur ağaçlarına
kazıdığım
şey
hoşça kal uzaklarda yanan
anızların parıltısı hoşça kal.
bir gün gelecek bu gün de
bir anı olacak nasılsa
oturduğumuz bu masa
bu kum saati, bu rüzgar, bu eski
komodin
bu kırık
sandalye
bu kelepir yürek
bu aşk
nasılsa.
hoşça kal ayak izim
serseri sokaklarda
hoşça kal
yanın kalmış
duvar yazılan
hoşça kal
bir gün gelecek
akacak yeraltı sulan
hoşça kal
yakut, bezirgan, gön
hoşça kal eski zaman
ak tarlan
gidiyorum
bu şehri bu yağmuru
bu düşleri
bu aşkı bu kavgayı bu kederi
size bırakarak.
eylül '84
Behçet Aysan’ın Selimiye Askeri Ortaokulu için 1991 yılında yazdığı otobiyografisi.
Ben Behçet Aysan
1949 yılında Ankara'da doğdum. Babam Girit kökenli. Babamın babası, 1900'yü yılların başlarında Kandiya'dan gelmiş. Ailenin geliş nedeni bilinmiyor. Anne tarafım Saraybosna göçmeni. Ankara'da yerleşmiş bir küçük memur ailesiydik. Ekonomik sıkıntılar içinde. Babam kendi kendini yetiştirmiş bir teknik ressamdı ve şiir yazardı. 1960'lı yıllarda bu şiirlerin bazılarını Defne, Çaba, Hisar gibi dergilerde yayımladı. Halk şiirinden yola çıkmaya çalışan, F.Nafiz, Necip Fazıl, Orhan Seyfi karışımı, kiminde aruz kullanmaya çabalayan bir şiirsever.
İlkokulu 1960 yılında bitirdim. 1955-1960 yıllarıydı. Demirlibahçe ilkokulu. 27 Mayıs 1960, henüz yeniydi. Babam, benim gibi haylaz bir çocuğu okutamayacağı korkusuyla, beni askeri ortaokul sınavlarına soktu. 12 yaşından yeni gün almaya başlayan bir çocuk için sadece heyecan verici bir serüven.
Ve Selimiye Kışlası. 1960-63 Selimiye Askeri Ortaokulu. Ki yıllar sonra 12 Mart kapıyı çaldığında, öğrencilik yaptığım bu tarihi kışlada tutuklu kalacaktım. Selimiye Kışlası ve ilk edebiyat ilgileri. Arkadaşlar, haki elbiseler içinde şiir, arkadaşlardan Hulki Aktunç.
1963-1967 Kuleli Askeri Lisesi: Futbol, şiir, İstanbul. 1968, Ankara'da askeri öğrenci olarak Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi. Ve öğrenci olayları, girmemek balıklama ne mümkün. Hareketli bir dönem. Şiirin benim için daha gerilerde kaldığı.
1972-1973. Gözaltı. 141-142'ye muhalefetten tutuklanma. Harbiye, Selimiye, Kartal-Maltepe, Ankara Mamak ve Ankara Merkez Cezaevleri. Beş ay sonra aklanma. Oy birliğiyle bir sivil mahkeme tarafından, sıkı yönetim güvensizlik kararı ve 1973 seçimleri üzerine beraatle sonuçlanma.
1974-1979 yılları. İşsizlik, sıkıntılı günler, evlilik, 1976, biricik kızım, sevgili Eren'in doğumu. Yankı Dergisi, Türk Haberler Ajansı'nda gece sekreterliği, Sendika eğitimciliği, yine işsizlik. Ve şiire çok ciddi sarılma.
1979; yeniden tıp öğrenimine, 4. sınıftan dönüş.
Yayımlanan ilk şiir, Türk Dili mart sayısı ve yine 1979 Yusufçuk Mart sayısında bir şiir. Türk Dili, Yusufçuk, Yarın, Tan, Yazın dergilerine şiir yazma. 1979-1982 yılları.
1983; Yaşam İçin Şiir'in çıkışına katıldım. Şiir sorunları üzerine kısa yazılar ve yaşam için şiir, Yarın'da şiir yayımlama. Ve ilk kitap, Yeni Türkü şiir yayınlarından "Karşı Gece, Yeni Türkü, 1983"
1984, Yaşar Nabi Nayır şiir ödülü. "Sesler ve Küller, Varlık Yayınları, 1984". Varlık, Yarın, Düşün dergilerinde şiirler.
1986 Ceyhun Atuf Kansu şiir ödülü. "Eylül". Ve 1986 Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü, "Deniz Feneri, 1987, Puhu Yayınları". Düşün, Broy, Milliyet Sanat, Gösteri, Sanat Rehberi, Su dergilerinde şiir yayımlama ve konuşmalar.
1984 Tıp Fakültesi'nin bitirilişi. İzmit ve Ankara'da hekimlik. Ardında Ankara Numune Hastanesi'nde psikiyatri ihtisası.
1990'da "Şiirler" adlı kitabın El Yazıları Yayıncılık tarafından basılışı. Şiirlerin İngilizce, çekçe, Almanca, Macarca, Yunanca, İsceççe'ye çevrilmesi ve yayınlanması. Ülkemizde de, bazı şiirlerin popüler müzik grupları tarafından bestelenmesi.
1991, psikiyatri ihtisasının tamamlanması ve SSK Yenişehir Dispanseri'nde psikiyatrist olarak hekimlik.
Kaynak: selimiyeaskeri.org/yildizlarimiz/b...
"bir gün başkaları da bizi anlatacak
hazır olalım sözlerin
pas tutmayanı için
çamura bulanmamış çığlıklara.
adımız buydu diyelim
yerimiz buydu, işte tarih"
Şair Behçet Aysan'ın Kızı Eren Aysan: Tek Duygu Kaldı Geriye, Çaresizlik..
Pazartesi, Temmuz 02, 2012 BEHÇET AYSAN, EREN AYSAN, RÖPÖRTAJ, SİVAS KATLİAMI
Sivas’ta yakılarak katledilen şair Behçet Aysan’ın kızı Eren Aysan böyle isyan ediyor, o kara güne. Yaşamı, hayata bakışı artık bir başka türlü oluyor 2 Temmuz 1993’ten sonra. Bir de 13 Mart’taki davada zaman aşımı kararı adeta 2 Madımak’ı yaşatıyor O’na…
Eren Aysan ile Sivas katliamının üzerinden geçen 19 yılı, değişen hayatını ve 13 Mart’taki kararı konuştuk.
-19 yıldır Sivas Katliamı ile ilgili basında çok fazla haber yayınladı. Türkiye ve dünyadan tepkiler yükseldi. Geriye dönüp baktığımızda 19 yılda değişen ne oldu?
Öncelikle şunu söyleyeyim: 2 Temmuz 1993’dan bu yana “yenilgi” duygusunu üzerimden atamadım. Sanki o ana kadar her şeyin çözümü vardı. Sıkıntı ne kadar ağır olursa olsun, küçücük hayale yol açan umut da vardı. Şimdiyse tek duygu kaldı geriye, çaresizlik… Çünkü 1993’de, özellikle boyalı basında, yananın provokatör, yakanın kahraman olduğu söylemlerine tanıklık ettik. Özellikle Sabah, Hürriyet, Milliyet, Türkiye, Meydan gibi yüksek tirajlı gazeteler, “olaylara Aziz Nesin’in yaptığı lüzumsuz konuşmanın neden olduğu”nu yazdı. Kendinden menkul köşe yazarları, orada öldürülen sanatçı, yazar ve şairlerin kimliğini gözetmeden, tek hedef olarak Aziz Nesin’i gösterdi. Kaleme alınanlar Madımak Oteli’nin önünde yükselen, “Cumhuriyet Sivas’ta kuruldu, Sivas’ta yıkılacak”, “Kahrolsun Laiklik” nidalarından uzaktı. On altı yaşındaydım… Soluksuz bir biçimde bağırmak, bu ülkenin bir şairi, yazarı, bilim adamı yakıldı diye haykırmak istiyordum. Siz kalpten parmak uçlarına uzanan acının tırnakları bile titrettiğini bilir misiniz? Ben biliyorum… Süreç içinde kendimizi anlatmaya çalıştık. Her şey için mücadele ettik diyebilirim… Ölenlerin kimliklerini adeta yeniden kazandırmaya çalıştık. En sonunda mızrak çuvala sığmadı. Her şey bütün çıplaklığıyla ortaya saçıldı.
“ÜLKE DAHA ÇOK ERKEN ÖLÜMLERE GEBE”
-2 Temmuz 1993 günü hayatınızda bir dönüm noktası oldu. Behçet Aysan’ın kızı olarak o gün neler yaşadınız anlatır mısınız?
Küçük bir çocukken akasyalı sokağa bakan küçük bir evde otururduk. Her akşam masamızda aile sofraları kurulurdu. Zaman mavi benekli kelebek kanatlarında uçuşurdu. Ölüm öyle çok uzaktı ki, kimse bir mezar taşının yanından geçeceğini bile ummazdı. İşte tam o günlerden birinde, telefon çaldı. Babam Sivas’tan aradı, sesinde tuhaf bir tedirginlik: “Cuma gününe kalmak istemiyorum, geleceğim” dedi. Akşam televizyonda “Sivas’ta olaylar” başlığı. Önce “yirmi iki yaralı var”, dendi. Babamın hemen geleceğini düşündüm. Saat on haberlerinden sonra alt yazılar geçmeye başladı. Otel yandı bitti, kül oldu, işte şu kadar ölü... Bir bahçeye gittik annemle. Çok gördüğüm, babamla annemin hep götürdüğü, adı çiçek ismi olan bir yere. Boşuna geliyordu bana yaşadıklarımız. Babam ölmezdi ki. Peki, niye tanıdığım yüzlerde hep gözyaşı vardı? Önce babamın muayenehanesine gittik. Ve gece on iki haberlerini izledik. Ve televizyonda İçişleri Bakanı Gazioğlu’nun açıklaması:
“Ölenlerden ilk sekiz kişinin kimlik tespiti yapıldı, isimlerini sayayım.” Behçet Sefa Aysan dördüncü isim. Sessizlik deldi geçti bedenimi, hiçbir kıpırtı hatırlamıyorum. Spiker, “Sayın bakanım, ölenler arasında Behçet Aysan gibi yazarlarımız, sanatçılarımız var mı?” diye soruyor, bakan birkaç dakikalık susuştan sonra “evet” yanıtını veriyor. Ben daha çok korkuyorum. Sonra adımdan bir fazlasını hatırlamıyorum, annem beni eve götürmüş olmalı. Sabaha kadar odamda bekledim, babamı. Gelecek ve ben afacan bir mutlulukla koşacağım yanına. Hem niye ölsün ki! Yok, bunlar yalan. Ertesi gün anneme bir bardak çay uzattım. Gördüm gözünde yaş yerine kan var. Büyüdü gözündeki kan pıhtısı. Günlerce, aylarca gitmedi. Her gün kendini battaniyelerin altında sakladı. Bir kedi gibi incelikle mırıldanarak girdi odadan, çıktı odalardan. Bir gün ayağa da kalkamaz oldu, ağrıdan acıdan duramaz. Anladık ki her konulan teşhis “verilecek hesabı kalmamışlara” değilmiş. Defalarca ameliyat masasına götürdüler annemi. O gideceği yeri bilerek ince bir çizgi gibi gülümsedi. Ölümünden bir gün önce saatlerce konuştuk.
-Kendini niye bu hale getirdin anne?
İkimiz de biliyorduk artık geriye dönüşün olmadığını. Gittiği yolun çıkmaz bir sokakla birleştiğini daha önce bilseydi, kendini korur muydu, sanmıyorum.
-Babamı çok mu sevdin anne?
-Sen olsaydın sen de severdin dedi olanca mahcupluğuyla, sarıldım ona. Kara gözlerine baktım, kaşlarına. Son konuşmalarımızdı bunlar.
Annemi bir kefen içinde gördüğümde de yaz başıydı, babama yakın bir mezar bulduk ona. Şimdi sanki bir pencereden babama bakıyormuş da en azından onu gördüğü için iyiymiş gibi geliyor bana.
Benim için yaşam artık, annemin ağzından çıkan son sözcüklerde gizli. Sivas’ın anlamını soruyorsunuz ya, diyorum ki Sivas bir aile hikâyesinde gizli. Sanki çok uzak bir geçmişte kalmış, hiç yaşanmamış bir aile hikâyesinde.
Biri kırk üç, biri kırk dokuz yaşında ölen iki insandan kalanlardır bunlar. Bir romanda okunsa “Türk Filmi” gibi sulusepken, akıl başa gelince de bizim ülkemizde olası bir kurgusu var denebilir pekâlâ.
-Peki, biz bu ülkeye bütün bunları hak edecek ne yaptık?
Yanıtlayacak tek bir sözcük bile bulamıyorum, bundan sonra da kendim için de hiçbir şey istemiyorum. Bu ülke daha çok erken ölümlere gebe. Tek bildiğim bu.
-Son olarak ne söylemek istersiniz?
13 Mart’ta mahkeme kararını açıkladığı anda… Önce büyük bir boşluk hissettim kalbimde. Sanki elimi kalbime götürdüğümde yerinde durmuyor gibiydi. Soluksuz kalmıştım. Nefes almıyordum. Öylece gelip geçenlere bakıyordum. Üstelik hukukin sürecin derdime derman olmayacağını bile bile bunları yaşıyordum. Türkiye’de hangi siyasi cinayet çözüme ulaştı da babamınki tamamlansın? Üstelik yanı başımda hukuk defterinin çoktan kapatıldığı derin ailem de vardı. Onların bir kısmı platform kurulmadan önce de eş, dost, tanışık, kardeşti. Dışarı çıktım. Gökyüzüne baktım. Dünya dönüyordu. Şu bir gerçektir artık: Biz konuşuyorsak, adalet yoktur! Çünkü on dokuz yıldır hukuki mücadeleyi yıpranarak verdik. Şimdi artık bana düşen görev babamın yarattıklarını bu dünya döndüğü sürece yaşatmak için çalışmaktır.
Söyleşi: Deniz Toprak/Odatv.com
bilirim yarın diye bir şey var
çeliğin su katılmamış yanı
ırmakların geçilecek, fırtınaların
bir yanı var
ömrümüzün
dinecek
belki bir gün gülecek.
selam verip
selam alacak
barışa kardeşliğe
hep tok yatan
çocuklar görecek
el ele
aşklar, omuz omuza
dostluklar
ne dikenli teller olacak
ne tanklar tüfekler
ne tüberküloz kalacak
ne lösemi
ne işsizlik
Behçet Aysan - Beyaz Bir Gemidir Ölüm (Kendi Sesinden)
youtube.com/watch?v=OxFzlWu...
Bestelenen Şiirleri :
Ezginin Günlüğü Bir Eflatun Ölüm
youtube.com/watch?v=XvMHhMr...
Ezginin Günlüğü - Kara Sevda
youtube.com/watch?v=I-6mRKR...
Ezginin Günlüğü - Kuşlar da Gitti
youtube.com/watch?v=VQzQSER...
Ezginin Günlüğü - Sesler ve Küller (1996)
youtube.com/watch?v=wGGwGDf...
DüelloBehçet Aysan · Kırmızı Yayınları · 2008665 okunma
·
709 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.