Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Eşref ’in zihninde daha acil meseleler vardı. Şam’da geçirilen bir haftaya rağmen gemi motoru hâlâ meydana çıkmamıştı. İronik bir şekilde, ortada daha fena bir ihtimal vardı. Nihayetinde motora hiç ihtiyaçları olmayabilirdi. Zira Eşref, Şerif Hüseyin’e bağlı kuvvetlerin Kızıldeniz kıyısının tamamını ele geçirmek üzere olduğuna dair söylentiler duymuştu. Bu, yolculuğun deniz ayağını başlatacak bir limanlarının olmayacağı anlamına geliyordu. Eşref, iki seçeneği de elinde tutmak için lanet motorun ulaşır ulaşmaz kendilerine gönderilmesine ilişkin emirler bırakıp, Medine’ye gitmek üzere grubuyla Şam’dan Suriye’nin güneyindeki Dera kentine doğru yola koyuldu. Sefer kuvveti yolculuğuna devam etti. Mesafelerin, hastalıkların ve yoğun Osmanlı bürokrasisinin üstesinden gelen Eşref ve adamları sonunda Hicaz’a ulaştılar. Eşref, 8 Ekim 1916’da Medine dışındaki bir ileri karakolda Fahri Paşa’yla (Ömer Fahrettin) görüştü. Bölgeye Mayıs ayının sonlarında varmış olan Fahri Paşa imparatorluğun son yıllarının efsanevi bir figürü hâline gelecekti. Şerif Hüseyin’in kuvvetlerine, İngilizlere ve hatta İstanbul’un emirlerine karşın Medine’de gerçekleştirdiği cesur müdafaa, Osmanlı ordusunun Suriye’den çekilmesinden ve İstanbul’un savaştaki varlığını sonlandıran ateşkesin imzalanmasından çok sonra bile devam etti. Fahri Paşa ve Eşref, Eşref ’in Yemen’deki görevinin hedef ve detaylarını görüştüler. Fahri Paşa, Medine’yi isyancıların saldırılarına ve Arapların geçmişten gelen kabile akınları geleneklerine karşı savunmak mücadelesi veriyordu. Kayda değer bir başarıya erişmiş olmakla birlikte, Medine’yi hem güvende tutmak ve hem de demiryolu aracılığıyla yiyecek ve yakıt gibi temel ihtiyaçları karşılamak suretiyle iyice ikmal etmek adına elinde yeterli kuvveti yoktu. Eşref ’inki riskli bir görev olsa da Fahri Paşa şüphesiz bunun Osmanlıların Hicaz’daki durumlarını iyileştirmek açısından sunduğu olanakları görmüştü. Eğer Yemen’deki Osmanlı ordusuna yeniden yaşam suyu verilebilirse, Medine’nin üzerindeki baskı da hafifleyebilirdi. Çevrelerindeki kısıtlamalara rağmen Eşref hazırlıklarına devam etti. Şam’a, Halep’e, Pozantı’ya telgraflar yağdırarak yeniden uğursuz gemi motorunun peşine düştü. Gördüğümüz üzere, Eşref arzu ettiği vakit yırtıcı bir telgraf yazarı olabiliyordu. Sonunda motorun ve mürettebatının izini bulmayı başardı, 10 Ekim’de Şam’a varmışlardı. Fakat tam da bir sorun çözülmüş gibi görünürken, bir diğeri baş gösterdi. Belalı motor için gelen yakıt ve yağ tenekelerinde sızma olduğu fark edilmişti. Savaş döneminin kıt koşulları içinde gerekenleri bulabilmek için Şam’da birkaç gün daha geçirmeleri gerekecekti. Bu sırada başka baş ağrıları ortaya çıktı. Eşref ’in adamlarını ve ekipmanını Şam’dan Medine’ye nakletmek için gereken iki buçuk demiryolu vagonundan sadece biri mevcuttu. Bu Eşref ’i “oldukça şiddetli tedbirler almaya” zorladı ve sevkiyat 21 Ekim’de yapıldı. Her zamanki gibi, Eşref meseleyi burada bırakmadı ve derinlemesine araştırmak için vakit ayırdı. Bu araştırma, yıldırıcı lojistik ve bürokratik noksanlıklar silsilesini ortaya çıkaran bir araştırma oldu. Cemal Paşa’nın daha Şam’a varmadan evvel keşfetmiş olduğu üzere, Suriye’deki Osmanlı savaş çabası korkunç altyapı ve organizasyon yetersizlikleri nedeniyle aksamaktaydı. Sonunda muhtelif sorunlar aşıldı. Motor, yakıt ve yağ, artık hepsi hazırdı. Fakat bu kez de daha büyük bir sorun ortaya çıktı: “Şimdi her şey elimizde mevcut, yalnız sahil yoktu.” Eşref ’in henüz Şam’dayken duyduğu söylentiler doğru çıkmıştı. Şerif Hüseyin’in kuvvetleri kıyı şeridini işgal etmişti. Deniz yolundan ilerleme fikrini tamamıyla rafa kaldırmaktan başka bir yol yoktu. Eşref kolağası Asım Bey ile gemi mühendisi “Tatar” Ali’yi İstanbul’a geri gönderdi. Artık tüm dikkatini karayoluna, çöl güzergâhına verebilirdi. Medine’deki durum gittikçe zorlaşıyordu. Fahri Paşa, şehre yaklaşmakta olan Şerif Hüseyin’e bağlı Bedevi kuvvetlerini püskürtmekte başarılı olmuştu. Fakat alınan her yer aynı hızla kaybediliyor gibi görünüyordu. Hicaz demiryolunda kömür yetersizdi ve bu da düzenli seferlerin aksamasına, nüfusun yiyecek ve diğer temel ihtiyaçlarında noksanlıklar yaşanmasına sebep oluyordu. Medine halkı, çevresindeki topraklardan gittikçe izole hale gelmekteydi. Bu kısıtlı şartlar arltında, Eşref ’in, giderek daha düşmanca bir mahiyete bürünen topraklara çetin bir yolculuk yapmak için bir şekilde adamlarını hazırlaması gerekiyordu. Planı altmış kişilik bir kervan hazırlamak ve donatmaktı. Eşref, bolca tüfek bombasına sahip olmaları, fakat bunların nasıl kullanılacağına ilişkin eğitimleri bulunmaması nedeniyle, adamlarının bu silahlarla talim yapmasına izin vermesi için Fahri Paşa’dan izin istedi. Bu sırada, daha önce Hicaz’da geçirdiği yıllardan tandığı bazı adamlar ile Medine’de yaşayan bazı Yemenlileri kuvvetine katarak sayılarını artırdı. Eşref ’in kuvvetine yaptığı ilavelerden biri, daha önce Şerif Hüseyin’in maiyetinde yer almış, fakat şimdi Medine’de tutuklu olan, Avali kabilesine mensup bir şeyhti. Eşref, Fahri Paşa’nın izniyle, kendisi için savaşması sözüne karşılık adamı serbest bıraktı. Bu riskli bir teklifti, zira kendisinin gayet iyi bildiği üzere bölgedeki bağlılıklar hızla değişebilirdi. Eşref adamlarını eğitmeye devam etti. Saflara yeni katılanlardan her birine Mauser tüfeğinin ileri modellerinden biri verildi. Bu, o dönemde Osmanlı kuvvetlerinin erişebildiği en iyi silahtu. O vakit özellikle az bulunan yeni Mauserleri temin etmek için, Eşref, Cemal Paşa’nın Şam’daki subaylarından birinden geçmişte yaptığı bir iyiliğin karşılığını istemek durumunda kalmıştı. Saflara deve sürücüsü olarak katılanlara ise bu tüfeklerin çok daha eski modelleri verildi. Adamlar silahlarına alışadursun, Eşref dikkatini seferin son aşamasını nasıl organize edeceğine odakladı. Ortaya koyduğu plan, grubu iki ayrı kervan şeklinde bölmekti. Maksat, başlarının belaya girmesi hâlinde kafileleri birbirlerine yardım edebilecekleri kadar yakın tutmak ve daha kolay tespit edilebilecek büyük bir grup teşkil etmekten kaçınmaktı. İki müfrezeden küçük olanının başını Yemenli Şeyh Muhammed Mezigir çekecek, Sakallı Ahmet de ona yardım edecekti. Bu kuvvet 20’si hecinsüvarlardan müteşekkil 36 askerden oluşuyordu. Teğmen Yusuf Efendi ile Eşref ’in emir eri olan Zenci Musa’ya emanet edilen paranın sorumluluğu bu kervandaydı. Paraya mühimmat görüntüsü verilmiş ve Eşref sandıkların içinde gerçekten ne olduğunu kendi adamlarından bile saklamıştı. Eşref, 49’u asker olan 78 kişiden müteşekkil ikinci ve daha büyük olan kervanın komutasını ise kendi üstüne aldı. Makineli tüfeği muhafaza eden de bu gruptu. Yola çıkacakları vakit Eşref ’e Cemal Paşa’dan bir emir ulaştı. Abdülaziz el-Suud’un adamlarına mensup bir şeyh kendilerine katılana kadar yola çıkmamalılardı. Dahası, Hicaz’daki hemen hemen her önemli askerî ve bürokratik yetkili, bunun uygun olmadığını ve hatta imkânsız olduğunu düşünerek Eşref ’in görevine karşı gibiydi. Ardından, Şerif Hüseyin’in oğlu Abdullah’ın Mekke’den ayrılarak 10-15.000 kişilik bir kuvvetin başında kuzeye doğru ilerlediği haberi geldi. Amaçları, Medine’nin kuzeyindeki Osmanlı demiryolu hattını kesmekti. Eşref yeni bir plan hazırladı. İki kervandan büyük olanı Abdullah’ın ordusu varmadan Medine’den ayrılacak ve Şerif ’in keşifçilerini üstüne çekmek üzere yanıltıcı bir manevra yapacaktı. Bu sayede ikinci kervan dikkat çekmeden Medine’den sessizce uzaklaşabilecekti. İkinci kervan güven içerisinde yoluna koyulduğunda Eşref ’in kervanı, düşmanı, İbnü’r-Reşid’in topraklarına geri dönüyor olduğuna inandırmak için rotasını kuzeye, Hayber vahasına çevirecekti. İkinci aldatma manevrası da icra edildikten sonra Eşref güneye dönecek ve Yemen yolundaki küçük kervanla birleşecekti. Bu planın temel maksadı küçük kervanın alacağı riski azaltmaktı. Eşref ’in düşüncesine göre bu kervan ekseriyetle Yemenlilerden müteşekkil olduğu için daha az şüphe çekecekti. Eşref ve Fahri Paşa’nın Abdülaziz el-Suud’a yazdığı ve grubun Yemen’e giden bir grup seyyahtan müteşekkil olup güvenli geçiş talep ettiğini belirten mektuplar hazırlanmıştı. Eşref ’in büyük ölçüde Türklerden oluşan kervanı ise büyük bir tehlike içerisinde olacaktı. Sonuç itibariyle, Eşref şöyle söyler: “Bizim kafilenin şu zamanda çölde kat’i mesafesi ekseriyeti Türklerin teşkil etmesi hasebiyle gayet tehlikeli olduğunu nazar-ı dikkate aldığımdan hazineyi tamamen birinci kafileye teslim etmiş, bizimkiler için ancak yirmi bin liralık bir para ayırmıştım. Bu meblağa şahsıma ait beş bin lira da dâhildi.” Nihayet iki kervan da Cebel-i Uhud (Uhud Dağı) yönünde ilerlemek üzere Medine’den ayrıldı. Küçük kervan gizlice aradan çıkıp gitti ve Eşref, Uhud Dağı ile Sah Dağı arasındaki vadiye kamp kurdu. Bedevi ve Şerifçi gözcüler tarafından sürekli izleniyorlardı. Eşref ’in planı işliyor gibi görünüyordu: Büyük kervan tüm dikkati çekiyor ve kımıldamadan, kamp hâlinde durduğu rapor ediliyordu. Üç taraftan sarılmışlardı. Sadece kuzeydeki yol açıktı. Fakat Eşref ’in kervanı, Cemal Paşa’nın talep etmiş olduğu üzere, Abdülaziz isimli bir Suud destekçisinin gelmesini beklemek zorundaydı. Dahası, Cemal, Eşref ’in müfrezesinin Yemen’e giderken Suudi kalesi Riyad’ı ziyaret etmesini istemişti. Grup kampın konumunu değiştirdi ve beklemek üzere Uthman Kuyusu’na doğru geçti. Bu uzun bir bekleyiş oldu. Geçen 42 günün ardından Abdülaziz nihayet Cemal Paşa’dan bir notla birlikte çıkageldi. Eşref yeni gelen bu kimsenin şüpheli davrandığını ve görev için pek de yarar sunmayacağını düşündü. Abdülaziz üç veya dört gün sonra gizlice ayrılması gerektiğini söyledi. Paşa’nın kendisine saygı göstermediğini ve hiçbir şey bilmediğini söyleyerek Fahri Paşa’yı eleştirmeye başladı. Durumu araştıran Eşref, bu adamın eski bir İbnü’r-Reşid taraftarı olduğunu, bir olayın ardından kovulduğunu ve akabinde Reşidîlerin başlıca rakibi olan Abdülaziz el-Suud’dan yana saf tuttuğunu öğrendi. Kendisi de bir görev için kısa bir zaman önce İbnü’r-Reşid’in yanına gitmiş olduğundan, Reşid’in, düşmanın adamlarından biriyle seyahat ederken görülürse bunun nasıl algılanacağından endişe etti. Eşref kafa yordukça, durum daha da kötü göründü. Dolayısıyla tek başına gitmeye karar verdi. “Velhasıl düşündüm taşındım, inceden inceye muhakeme ettim, bu adamla yola çıkmak hususun[u] hiçbir veçhile muvafık görmeyerek tevekkeltü alâllah şu yolculuğu da yalnız başıma yapmağa karar verdim ve zaten Riyad tarikiyle uzun bir mesafe kat edememeğe başka bir sebep dahi mevcut idi: Epi zaman Medine’de oturduğum cihetle yem ve otsuzluktan develerim kalet olmuştu. Bunun için evvelemirde planın icabatı olarak yürüyeceğim İbnü’r-Reşid istikametinde, Hayber-Hobit civarına hâkim olan Huteym kabilesine haber göndererek mezkûr kabileden yeniden develer mubayaa etmek de benim için mümkündü.”
·
45 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.