Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

176 syf.
10/10 puan verdi
Beş Öykü
Miguel de Unamuno’ya ait ilk defa bir kitap okuyorum. İspanyol yazarın bu kitabı beş öyküden oluşmuş. Öyküleri Türkçe’ye şair ve yazar Behçet Necatigil çevirmiş. Herhangi bir çevirmenden ziyade kendisi de bir şair ve yazar olan kişilerin çevirilerinin tadı çok daha başka oluyor. Bu kitabın dimağımda ayrı bir tad bıraktığını söyleyebilirim. Yaman Adam birinci öykü. Julia güzelliği dillere destan bir kız. Babasının işleri bozuk. Kızının güzelliğini işlerinin düzelmesi için bir fırsat olarak görüyor. Onu zengin bir kocaya verecek, ve bu koca aynı zamanda kendisini de ekonomik sıkınıtılarından kurtarıp hapse girmesini önleyecek. Julia bu durumu biliyor ve babasına isyan ediyor. Onun istediği biriyle evlenmemek için önüne çıkacak ilk kişiyle evlenmek istiyor. Bir mal gibi satılmak istemediğini söylüyor annesine. Birini buluyor. “Kaçır beni buralardan” diyor. Ama bulduğu adam kaçırılmak için sözleştiği yere gelmiyor. Sonra birini daha buluyor. O da Julia açısından fos çıkıyor. “Biraz param var ama ya sonrası. Ne yer ne içeriz?” diyor. Ne yaptıysa Julia, kendisine birini bulup babasından kurtulamıyor. Sonrasında gizemli biri ortaya çıkıyor: Alejandro. Gizemli, ama zengin. Zenginliğinin kaynağı konusunda dedikodular çok. Birinci karısından miras kalmışmış da, birinci karısını öldürmüşmüş de gibi rivayetler ortalıkta dolaşıyor. “Hep ben, hep ben” diyen biri. “İstediğim her şeyi elde etttim ben.” Müthiş bir ego, müthiş bir kibir. Julia’yı tespit ediyor. Yanında güzel bir kadınla dolaşıp hava atmanın peşinde. “Siz, ne kadar höpürderseniz höpürdeyin, işte o höpürdediğiniz kıza sadece ben sahibim.” demek için Julia’ya kaba saba mektuplar yazıyor. Babası bu adamla evlenmesi konusunda adeta Julia’ya yalvarıyor. Kabul ediyor, evleniyor Julia. İşte asıl hikaye de bundan sonra başlıyor. Alejandro, Julia’yı “Seviyor mu, sevmiyor mu” şüpheciliği. Öyle olaylar anlatılıyor ki, çoğu yerde okuyucu Alejandro’ya kızıyor. En azından ben kızdım. Ne yapmak istediğini de anlamadım. Alejandro; gurur, kibir, ne istersem yaparım, ego. Paranın sahip olmayacağı bir şey yoktur. Kendinden emin. Hikayenin hepsini anlatamam. Ama sonunda bütün parasını, malını, mülkünü her şeyini Julia için terk etmek isitiyor da onu ölüm döşeğinden kurtaramıyor. Kollarında can veren Julia’yı geri getiremiyor. Zavallı Julia, Alejandro’nun kendisini ne kadar çok sevdiğini bilemeden ölüyor. Alejandro da Julia’nın ölümünün ardından geride üç yaşında bir çocuk bırakarak Julia’nın cesedi başında intihar ediyor. * İki Ana kitabın ikinci öyküsü. Bu öyküyü sanırım daha çok Hazreti Süleyman (a.s) zamanında bir yavruyu paylaşamayan iki anadan esinlenerek yazılmış gibi. Zaten öykünün içinde iki yerde bu olaya atıf var. Çocuğu olmayan bir kadın, eşini çocuğu olabilecek başka biriyle evlendiriyor. Burada maksat eşine babalık tattırmak değil, yeni kadından olacak çocukla yıllardır hasret kaldığı kendi annelik özlemini gidermek. Bunu sinsi planlarla yapıyor. Hikayenin sonunda görüyoruz ki çocuğu olmayan kadın bütün planlarını gerçekleştiriyor. Çocuğun babasına ne mi oluyor? İki kadın arasında kaldığı için çabucak ölüyor. Ölümü kendisi mi istiyor, yoksa kaza geçirerek mi ölüyor pek anlaşılmıyor. * Kitaptaki üçüncü öykünün adı: Lumbria Markisi. Kasvetli bir malikanede iki kızıyla yaşayan bir babadan bahsediliyor. Baba erkek bir çocuk olsun diye ikinci kez evlense de ikinci karısı kısır olduğundan bu emeline ulaşamıyor. Baba sert karakterde biri. Kızlarının öyle pencerelerden sarkmasına, balkonlarda çiçek yetiştirmesine karşı. Halkın arasına karışmak, kızlarını da karıştırmak da istemiyor. İki kızdan birisi balkonda çiçekler yetiştirirken bir erkeğin dikkatini çekiyor. Konuşuyorlar vs. Sonrasında malikaneye damat olarak giriyor. Damat silik bir tip. Pek konuşmuyor, belki de konuşturulmuyor. Sonrasında iki kızdan bekar olanı evi terk ediyor. Başka bir yerde yaşıyor. Derken evli çiftin bir oğlu oluyor. Çocuğa büyük babanın ismi Marki veriliyor. Büyük baba, erkek torununun doğum haberini aldığı gün ölüyor. Bir müddet sonra çocuğun annesi de ölüyor. Gene bir müddet sonra dul kalan baba evin ikinci kızıyla, yani baldızıyla evleniyor. Marki on yaşına geliyor. Yalnızlık çekiyor. Yalnızlığına ortak olsun diye eve bir başka çocuk getiriliyor. Ve hikayenin sonunda anlaşılıyor ki, eve yeni gelen çocuk Marki’nin teyzesinden olma kardeşi. * Aşkın Hücumu kitapta dördüncü hikaye. Aşka inanmayan ve hatta aşkı anlattıkça anlatan şairlere kızan, “Bahsettiğiniz şey hani nerede?” diyen, birbirinden habersiz iki kişinin bir tren istasyonunun bekleme salonunda karşılaşıp, bir anda bir birlerinin sararan gözlerinde aşkı bulup, sonra izbe bir otel odasında iki gün sonra cesetlerine ulaşılmasının öyküsünü anlatıyor. İkisinin de kimlikleri tespit edilemiyor. Bir mezara gömülüyorlar ve arkalarından sadece gökyüzü ağlıyor. * Son hikayemiz Sessizlik Mağarası. Bu öyle bir mağaradır ki, güneş ışınlarının sık ağaçlar arasından süzüldüğü, yerlerin yemyeşil olduğu, ama bir kez olsun yağmurun yağmadığı bir yerdedir. Bu öyle bir mağaradır ki, buraya gidip de dönen insan yoktur. İnsanlar şen şakrak gidiyorlar, ama dönüşlerinden eser yok. Hayvanlar gidiyorlar ve bunlar dönüyorlar ama artık ne miyavlıyorlar, ne de havlıyorlar. Sesleri kesiliyor. Memleketin felsefecileri, sanatçıları, bilim adamları herkesler konu üzerinde kafa yorsalar da sırrı bir türlü çözemiyorlar. Hiç kimse gittiği yerden dönmediği için gidilen yerin özelliklerinden de haberdar değiller. Alegorik, sembollerin hakim olduğu bir hikaye. Bana sanki kabrin arkasını anlatıyormuş gibi geldi. Yahya Kemal’i anıyorum şimdi: “Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden/ Bir çok seneler geçti dönen yok seferinden.”
Yaman Adam
Yaman AdamMiguel de Unamuno · Can Yayınları · 2016590 okunma
·
109 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.