Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

504 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
9 günde okudu
ÇÖKEN İMPARATORLUĞUN ALTINDAN GELEN ÇIĞLIKLAR İLE İLGİLİ BİR İNCELEME
Bir İmparatorluk Çökerken” benim Cahit Uçuk’la tanışma kitabım. Selçuklu ve Osmanlının tüm zamanları ile ama daha çokta yıkılış dönemi ile ilgili pek çok kitap okumuş olmama rağmen Uçuk’un kendi çocukluk gözü ile anlattığı yıkılış öyküsü çok çarpıcı ve etkileyiciydi. O kadar ki, Uçuk’un çocukluk anılarını okurken adeta bir alev topunun içinden geçermiş, bir uçurumun yüzünde asılı kalmış gibi, soluk soluğa okudum anılarını. Uçuk’un anılarını kağıda döktüğü dönemdeki olgun bir birey gözüyle değil, hadiseleri o çocukluk döneminde anlayabildiği kadarıyla yorumlaması herhalde kitabı çok severek ve adeta o günleri yaşayarak okumamdaki en önemli etkendi. Evet. Hukuk ve adaletin olmadığı her yer elbette zindandır. Ne Selçuklu ne de Osmanlı bir hukuk sistemine sahip değildi. Firavunların ne kadar yetki ve gücü denetimsizse tahta oturan her şehzadenin de gücü o kadar denetimsizdi ve bu da devleti çöküşe sürüklemişti. Zira Selçuklu ile Osmanlının gücü; sınırsızca toplayabildiği ve ölümleri halinde kimseye hespap verme sormluluğu olmayan ucuz asker gücüne dayanıyordu. Eğitim, öğretim ise, cahiliye Araplarının din anlayışının insanlarımıza dayatılmasından ibaret olup, Osmanlı aydını ile cahili arasında bir fark kalmamıştı. Halkın can ve mal güvenliği de dâhil devletten hiçbir istifadesi, beklentisi yoktu. Gündüz tahsildar gelir, elde avuçta ne varsa alır götürür, gece ise eşkıyaların hükümranlığı başlardı. Maalesef bu gün de devam eden Türk İslam devlet anlayışını Halk âşıkları şu ölümsüz dörtlükleriyle en güzel şekilde ifade etmiyorlar mı? Şalvarı şaltak Osmanlı Eğeri kaltak Osmanlı Eken de yok biçen de yok Yiyende ortak Osmanlı Selçuklu Osmanlı öyleydi de Atatürk, Cumhuriyet dönemi ve günümüz yönetim anlayışı nasıldı?.. Onu Osman Yüksel Serdengeçti’nin başından geçen bir olaydan ve bu güne bakarak anlayabiliriz herhalde. Bir gösteride yakalanan Serdengeçti Ankara’nın ünlü valisi Nevzat Tandoğan’ın huzuruna çıkartılmıştı. Tandoğan üniversite öğrencisi bu gence şunları söyleyecekti: “Ulan öküz Anadolulu! Sana mı kaldı Türklük ve Türkçülük! Bu memlekete komünizm lazımsa biz getiririz, Türkçülük lazımsa onu da biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var. Birincisi çiftçilik yapmak, ikincisi çağırdık mı askere gelmek” Uçuk, bir Osmanlı paşasının kızı sayılırdı ve çil çil altınların savrulduğu konaklarda, etrafında bir hizmetçi ordusuyla büyümüştü. Paşa ise arkasını saraya dayamış kişi demekti. Fakat saray ile çevresi her dönemde kendini devlet ve halkın üstünde bir güç gibi görmek isteseler de onların gücü de tabi ki devletin ve halkın gücüyle sınırlıydı. Devlet çökünce bütün Anadolu insanı gibi Uçuk ve ailesi de o çöküntünün altında kalmış, Uçuk’un anıları ise o yıkıntının altından duyulan boğuk bir çığlıktan ibaretti. Kitapla kalın.
Bir İmparatorluk Çökerken
Bir İmparatorluk ÇökerkenCahit Uçuk · Yapı Kredi Yayınları · 201989 okunma
··
177 görüntüleme
OĞUZHAN AKÇAKOCA okurunun profil resmi
Halil abiciğim, her ne kadar sorumu mecrasından çıkarıp farklı yerlere götürsen de, olsun, kültürüm arttı.🙂Gelgelelim ki; şu yanlıştan kurtulmamız lazım.Osmanlıyı Ahmet Şimşirgil ve Sinan Meydan bakış açılarının arasına sıkıştırmaktan vazgeçmeliyiz.Bu tarih bizim.Osmanlı da, Selçuklu da, öncesi de.Meseleleri doğru ve objektif değerlendirmekten yanayım.Bunun için de bir parça iyi niyete ihtiyacımız var.Senin kadar okumamama vurgu yaptıysan, doğrudur, fakat en azından her okuduğumu doğru zannedecek kadar da gaflette değilim. Biraz makul ol lütfen.Makul olmak demek kendi doğrularını karşı tarafa teyit ettirmekten öte, onu anlamaya çalışmak ve haklı olduğu noktalarda birleşmek demektir.Osmanlı'nın her konu da doğru olduğunu iddia edemem.Fakat padişahların 'tanrı-imparator' vehmine kapıldıkları da asla doğru değildir.Zaten Osmanlı Devleti'ni, Mısır ve Roma İmparatorlukları ile kıyaslamak başlı başına bir hatadır.Osmanlı din namına bana göre de büyük yanlışlar yapmıştır, doğrudur, fakat bu hiç bir zaman batının yaptığı din sömürüsü ile kabil-i kıyas edilemez.Yapılan hataları ilim düşmanlığına bağlamakta ayrı bir yanlış kanımca.Son tahlil de diyeceğim şu:Osmanlının ömrünü sadece rakiplerinin durumuna göre değerlendirmek yanlış olmakla birlikte, ki subjektiflikte tam da buradadır, halkın ihtiyaç ve beklentilerini bir ölçüde karşıladığını da görmemiz lazım.Kal sağlıcakla.
OĞUZHAN AKÇAKOCA okurunun profil resmi
Osmanlı halktan bu kadar kopuk ve bihaberdi de nasıl 623 yıl hüküm sürdü acaba?Çok subjektif bakıyorsun abi.
Halil Korkmaz okurunun profil resmi
Günümüz dünya medeniyeti Hindistan, Çin, Mezopotamya, Mısır gibi merkezlerde yeşermiş, insanlığın beş bin yıllık bilim, fen bilgileri, birikimi, sırrı Mısır kütüphanelerinde toplanmıştı. O kadar ki, M.Ö. 484’de doğan Herodot yazdığı Tarih kitabında. “Mısırlı hekimlerin çare bulamadığı bir hastalık yoktur” diyor. M-Ö 30 yılında, Julius Sezar Mısır’ı ele geçirince, Mısır’ın kütüphaneleri, bilim, ilim insanları, bilgi birikimiyle birlikte firavunların yönetim şekli, din anlayışı ve tanrıları da Roma’ya geçti. Seçimle gelen Roma İmparatorları artık senatonun denetiminde değil ölene kadar iktidarda kalan diktatörlerdi. Sezar ve rahiplerin gönlünü edebilen diğer Roma İmparatorlarına artık rahipler tanrılık payesi de veriyordu. Zira dünyanın en verimli topraklarına sahip Mısır’ın bu zenginliği, sayıları iki bini geçmeyen rahipler ve Firavun ailesi arasında bölüşülüyor, halk bu zenginlikten, Firavunlara karşı yaptıkları kulluk derecesine göre pay alabiliyordu. Ve bu topraklarda dört bin yıldır firavunlar hem yönetici, hem de “tanrı”yıdı. Roma İmparatorluğu topraklarında Zeus ve Olympos’un 12 tanrısı adına tapınaklar yapılır, adaklar adanırken, artık Sezar, Augustus, adına da tapınaklar yapılıyor, adaklar adanıyordu. Anadolu’da sayısı 16’yı bulan hac ve tapınma merkezleri işte o günlerin eseri. Günümüzde Kâbe’de yapılan ayinlerin birebir aynısı, bu tapınaklarda da yapılıyordu. “Kabe”nin adı Anadolu’nun en eski tanrısı “Kibele”den geldiği gibi Hacerü’l-esved’de yine Anadolu’dan bir tapınaktan götürülmüş siyah bir meteor taşıydı. Çünkü dünyanın en çok ziyaretçisi olan ve dolayısıyla da en kârlı tapınakları Anadolu’daydı. Fakat Romalılar demokrasiden diktatörlüğe geçişi hazmedemediler ve Roma “Doğu” ve “Batı” diye ikiye bölündü. Bilimin, fen’in, sanatın, ticaretin merkezi Mısır’dan Roma’ya kaydığı gibi, bu defa da hukuksuzluk ve iç çatışmalarla boğuşan Roma’dan da Doğu Roma’ya, yani İstanbul’a kayacaktı. Ta ki 1203-1261Latin-Haçlı istilasına kadar, 900 yıl İstanbul bilim, sanat ve ticaretin, dolayısıyla da dünyanın merkezi, kalbiydi. Latin İstila, yağma ve talanından sonra Fatih’in istila-fetih’i, ve şehrin yağmalanmasıyla, bu defa İstanbul’dan başta Roma olmak üzere, bilim, sanat, ticaret erbabı ve kütüphaneler boşaldı tekrar batıya kaydı. Bizde ise 1453’te Doğu Roma İmparatorluğu’nun fethi ile Firavunlardan Roma İmparatorlarına geçen “tanrı imparator” vehmi artık Osmanlı padişahlarına geçmişti. Kendisine “Doğu Roma İmparatoru” denilmesini isteyen Fatih Sultan Mehmet Osmanlı’da ilk kez vezir, evlat ve kardeş katilini başlatacak, başlatmakla da kalmayıp ulemadan bu konuda fetva alacak, bunu kanun haline dönüştürecekti. Kanuni’de iki evlat ve bir kısmı kundakta 5 torunun katli için ulemadan fetva alarak onları katlettirmiş, ilk kez Enderun’dan yetişmedikleri halde çocukluk arkadaşı Pargalı İbrahim Paşa ile damadı Rüstem Paşa’yı vezir yapmış, o güne kadar, şehzade anası olsalar dahi cariyelere nikâh kıyılmazken, cariye Hürrem Sutan’a nikâh kıyarak devletin bütün gelenek, görenek ve kurallarının çiğnenebileceği konusunda kötü bir örnek olmuştur. Yine Kanuni döneminde Medreselerden hendese/geometriyi kaldırtmıştı. Öyle ya ne gerek vardı, ilime fenne. Nasıl olsa her şey Kur’an’da yazmıyor muydu?.. “Büyük âlim” İmam Gazali “akılınız sizi yanıltır, siz akla değil nakle/vahiy’e bakın” dememiş miydi? 1566’da dünyaya gelen III. Sultan Mehmed Han Osmanlı İmparatorluğunun 13. padişahı ve İslam camiasının 92. Halifesidir. 1595 yılında tahta çıkan III. Mehmed tahta çıktığı gün ilk icraatı 19 kardeşinin ölüm fermanını vermek olmuş, bu 19 talihsiz şehzade ile babası III. Murat’ın cenazeleri birlikte kaldırılmıştır. Cahil ve bağnaz papazlar, kardinaller binlerce insanı Engizisyon marifetiyle diri diri yakmaya devam etse de. 16. Yüzyılın sonlarına doğru ilim ve fennin sırları yine batının elindeydi ve bu da yavaş yavaş Rönasansı/aydınlanmayı getirmişti. Zira Avrupa tarihine baktığımızda 1500’lerden itibaren ilköğretimin zorunlu olduğunu görürüz. Üstelik Amerika kıtasının ve buharın gücünün keşfiyle, ticaret yolları da artık yavaş yavaş İstanbul ve Anadolu’dan denize kayacaktı. 1789 Fransız İhtilali, Fransa’da ki mutlak monarşinin yıkılarak yerine Cumhuriyetin kurulması ve Katolik Kilisesinin reforma zorlanması, Bir papaz okulunda ilahiyat eğitimi alan Darwin’in araştırmalarım bana İncil’de anlatılan yaratılış öyküsünün doğru olmadığını gösteriyor” demesi ve bunu teorisi ile ispat etmesi artık rahip/ulema dayanışması ile iktidarda kalma döneminin sonuna gelindiğinin de işaretleriydi aslında. Fakat bütün bunlar olurken 15 Haziran 1826’da II. Mahmud, minarelerden sabaha kadar okuttuğu salalarla halkı “Sancak’ı şerif altında, Yeniçerilere karşı kıyama çağıracak” ve topa tutulan kışlalarda bir gecede 6 bin Yeniçeri pallarla doğranacaktı. Şehre dağılan 20 bin Yeniçeri ise bir hafta içinde palalar altında can verecek ve Osmanlı Ordusuz kalacaktı. Lakin “gayri Müslim olmak, bedel vermek, Medrese talebesi olmak, İstanbul, Bosna gibi bazı eyaletlerde yaşıyor olmak hatta komşu ilçeden bir kadınla evlenmek bile askerlikten muaf olmak için geçerli bir sebepti. İstanbullu için askerin ne önemi olabilirdi. Nasıl olsa fakir Anadolu Türk İnsanı sorgulamadan çocuklarını askere yolluyordu. Bu nedenle de İstanbul halkı bu vahim, vahim olduğu kadar da vahşi, insafsız ve ahmakça hadiseye "Vaka-i Hayriye” yani “Hayırlı Olay” diyecekti. Oğuzhan’cığım, nereden gelmiştik buraya? Senin “Osmanlı halktan bu kadar kopuk ve bihaberdi de nasıl 623 yıl hüküm sürdü acaba? Çok subjektif bakıyorsun abi.” Tespitinden tabi. Öncelikle bir devletin uzun veya kısa hüküm sürmesi, kendinden çok ona rakip olabilecek devletlerin, milletlerin durumuyla ilgilidir. Mısır çökünce doğu bir daha toparlanamayacak, aynı bu gün İslam âleminde olduğu gibi Roma’nın çöküşüyle de Batı paramparça olacak, din, mezhep savaşlarıyla birbirini boğazlarken, bu fırsattan istifade ile Selçuklu ve Osmanlı Anadolu’da yeşerme fırsatı bulacaktı. Burada amacım elbette Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyeti yargılamak değildi. İçim yanıp, parçalanarak okuduğum bir kitap hakkında neler hissettiğimi ortaya dökerken, diğer yandan da kitap hakkında ipuçlarını okuyucularla paylaşmaktı maksat. Tabi her din, tanrı, canlı gibi devletler de yaşarlar ve ölürler. “Osmanlı neden 623 yıl yaşadı ve neden çöktü?”nün cevabını bir inceleme yazısında verebilmek elbette mümkün değil. Bu konuda bir fikir sahibi olabilmek için bile, Hint, Çin, Sümer, Pers, Asur, Babil, Mısır, Türk, Roma, Avrupa, Amerika, pagan, semavi dinler ile dünya, insanlık tarihine, bitki ve insan evrimine vakıf olmak gerek. Bunlara vakıf olabilmek için ise, en az yüz bin sayfa, iyi seçilmiş kitap okumak lazım. Ben bu konulara yeteri kadar vakıf mıyım??? Ne gezer… Fakat bildiğim kadarını, “1000kitap”ta yaklaşık 500 sayfadan oluşan, 150 inceleme yazsında dile getirdim. Tabi ne kadar insan, o kadar fikir demek. Bana sorduğun sorunun cevabını senden de okumak isterim.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.