Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

223 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
3 günde okudu
Fayton adlı hikayeyi bir kenara koyacak ve Neva Bulvarı adlı hikayeyi de bu kitaba bir giriş niteliğinde bir hikaye olarak niteleyecek olursak, geri kalan her bir hikaye birer baş yapıt olarak niteleyebiliriz. Dönemin Rusya'sina hakim olan ve kökü derinlere uzanan ve aynı zamanda değişmek zorunda olan düzeni eleştirel bakış açısıyla gerçekçi bir sunumla önümüze koyan Gogol, eserlerinde üst bir yapı olarak yer yer gerçeküstü etmenlere yer vermiştir. Ancak anlatılmak istenen, her okurun -özellikle Türk okurun- kendisinden, yaşadığı toplumsal ve devletsel düzenden oldukça fazla izler bulacağı gerçek bir düzlemdir. Bu kısaca özetini geçtiğim dünyaya Gogol'la birlikte Neva Bulvarı'nda yürüyerek başlıyoruz diyebilirim. Bu bulvardan geçen ve her biri farklı toplumsal katmanlarda ve haliyle farklı dünyalarda yaşayan insanları günün farklı saatlerinde seyrediyoruz. Tartışmasız bir şekilde beni en çok etkileyen ve içine çeken kitap başlangıcı Neva Bulvarı hikayesiydi diyebilirim. * UYARI: Bundan sonrasında Palto, Burun ve Bir Delinin Anı Defteri adlı hikayeleri spoiler içerecek şekilde inceledim. Nitekim böylesine şaheser hikayeleri spoiler olmadan incelemem mümkün değildi. * ● PALTO Bu hikayeyi okuyan herkesin yüzünde Akaki Akakiyeviç adını söylediğimde acı bir tebessüm belireceginden eminim. Akaki Akakiyeviç sıradan bir devlet memurudur. Öyle sıradan bir memurdur ki varlığı ile yokluğu arasında hiç kimsenin bir fark göremeyeceği bir kişidir. Hayat denilen muamma içinde kendisine bir sekilde bir memuriyet köşesi edinmiş, zaman içinde de giderek kendi kişiliği kaybolmuş ve taşıdığı memur unvanı yegane kişiliği olmuş 'yığın'dan biridir. Öyle ki memuriyetteki vazifesini oldukça ciddi ve başarılı şekilde yapmaktadır ve bunun üzerine kendisine terfi teklifi geldiğinde bu yenilik karşısında afallamiş ve sadece içinde bulunduğu ve artık kendisi olmuş memuriyet seviyesinde kalmaktan başka bir şey istemediğini söyleyerek; her zamanki işini nefes almak gibi yapmaya devam etmiştir. Bu memurumuzu dairesindeki hiçbir memur umursamamaktadir ve bir süre sonra alay etmeye bile gerek duymayarak; bu memurların gözünde dairede bilmem ne zaman ilk memurluğa atandıklarinda kendilerine hediye edilip, en ücra köşeye yerlestirilerek orada unutulan bir vazo olmuştur adeta. Akaki Akakiyeviç'in hikayeye de adını veren ve hikayenin merkezindeki obje olan paltosu da tam anlamıyla, yukarıda kendisini niteleyen sözlerimizi dogrulamaktadir: Oldukça silik ve kullanila kullanila rengi, ilk halindeki vaziyeti tamamen değişmiş, ilk ne zaman alındığı artık yaşayan herkesin hafızasından silinerek, onu giyen kişiyi zaman mefhumundan alıp şahsi bir paralel zamana taşıyan bir metafor vazifesi görüyordur. Bir gün bu metafor artık yama tutmayacak şekilde tahribata uğruyor. Bu durum Akaki Akakiyeviç üzerinde, Süleyman'nın asasının düşüp kırılmasinin cinler üzerinde yaptığı etkiyi yapmıştır. Akaki Akakiyeviç şahsi zamanından gerçek zamana hiç de hazır olmadığı bir dönüş yapmıştır. Yeni palto almak için tüm günlük, mütevazı masraflarinda tasarruflara giden hatta gece aç yatan Akaki Akakiyeviç, sonunda yeni paltosunu sırtına geçirir. Yeni paltosu onun eski hayatını götürmüş ve yeni bir hayata onu atmıştır; yeni ancak aynı zamanda bir Rus'un asırlarca yaşayageldigi ve artık köhneleşmiş, her tarafından patlayan bir palto haline gelmiş bir hayattır bu! Akaki Akakiyeviç'i yeni paltosundan dolayi memur bir arkadaşının verdiği bir partiye davet edilir. Arkadaşları için unutulan vazo olan Akaki Akakiyeviç yeniden onlar nezdinde canlı, kanlı bir insan ve kendilerinden bir memur olmuştur. Ta ki partide arkadaşlarının kart oyunları ve her zamanki bayağı sohbetler ile ortadan yavaş yavaş eski görünmeyen memur Akaki Akakiyeviç olana kadar. Partiden ayrılırken paltosunu yerde bulması aslında bunu anlatan bir metafor olabilir diye düşünüyorum; Akaki Akakiyeviç çok kısa bir anligina arkadaşları tarafından görünmüş yani Akaki Akakiyeviç kısa bir an için memurluk dışında bir kişiliği olan bir birey olmuştur ta ki yeni paltosu yere düşene kadar. Evine giderken paltosu çalınır. Bu olay, yakın bir yerde bulunan bir bekçinin gözünün önünde olmuş ancak bekçi bu olayım üzerinde çok durmamış; hırsızlari Akaki Akakiyeviç'in arkadaşları sanmıştir. Ancak bu da aslında memurların işlerini savsaklamalarinin anlatıldığı bir durum olarak hikayemizde bir not olarak yerini aliyor. Aynı memurların işlerini savsaklamalarini, Akaki Akakiyeviç'in paltosunun bulunması için başvurduğu emniyet müdürlüğünde görüyoruz. Keza aynı şekilde burada beklediğini bulamayan Akaki Akakiyeviç'in bir sonraki başvurduğu 'önemli kişi'de de görüyoruz. Bununla birlikte bu önemli kişi'de yüksek bir makama gelen bir insanın kendisinden statü olarak asagida olan insanları hor görmesini; bunu da o aşağı statudeki insanları asagilayarak, onların gözünün içine soka soka nasıl yaptıklarını görüyoruz. Ancak burada üzerinde durmamız gereken bir nokta daha bulunmaktadır: Hikayede, bu önemli kişinin aslında iyi biri olduğu söyleniyor. Bu da aslında az önce üzerinde durduğumuz makamın insanı kendi kişiliğinden ne kadar uzaklastirdigini göstermektedir. Gogol, Akaki Akakiyeviç'i hikayede hiç eleştirmez. Ona sadece acı duyar. Ama onu merkeze alarak memur sınıfını eleştirir. Akaki Akakiyeviç bu bozuk sistemin kurbanı durumundadır. Ancak bunda sadece sistem mi mesuldur yoksa Akaki Akakiyeviç kendi bilinçsizliginin mi kurbanı olmuştur; bunları düşünerek bu hikaye hakkındaki sözlerimi noktaliyorum. ● BURUN Bu hikaye insana, içinde aslında iki farklı parça bulunduruyor izlenimi veriyor. İlk parça, hikayenin girişinde bulunuyor. Burada sıradan, kılıbık bir berber olan Yakovleviç'in evine konuk oluyoruz. Eşi kesince ekmeğin içinde bir burun olduğunu fark ediyor. Hemen kocasına kizmaya başlıyor. Herkesin onun, traşa gelenlerin burunlarini koparacakmış gibi asıldığını oldukça ayıp bir şey gibi kocasına söyleyerek onu fircaliyor, ardindan da bu burunla aynı evde bir an bile duramayacagini hatta bizzat polise ihbarda bulunabilecegi tehdit ediyor. Kocası buruna dokunmak bile istemeyerek onu bir beze sararak nehre atmaya gidiyor. Burada Yakovleviç'in karşısında eşi değil adeta annesi var gibidir ve Yakovleviç de cinselliğini yeni keşfedip, bunu mahallesindeki kız çocukları üzerinde şaka yoluyla istemsizce göstermeye çalışan ergen bir genç gibidir. 'Anne'sinin onu polise söylemekle tehditi de adeta babaya söylerim tehdidine benzemektedir. Neyse hikayenin devamında Yakovleviç burnu nehre attıktan hemen sonra bir polisle karşılaşır. Polis şüphelenmistir. Yakovleviç de hemen yelkenleri suya indirerek suçunu kabullenen bir insan psikolojisiyle, polise kendisini bedava traş edebileceğini söylerek bir nevi rüşvet teklif eder. Ancak polis ise adeta 'işini bilen memur' edasıyla kendisini bedava zaten traş eden üç berber olduğunu ve hatta üçünün de bundan büyük onur duyduğunu söyleyerek Yakovleviç'i bir nevi ezer. Burada Gogol'un Yakovleviç'in köprüye giderkenki onun hakkındaki betimlemeleri de sıradan Rus insanına birer eleştiri niteliği taşır: İçki düşkünlüğü, üstüne başına ve saçına başına dikkat etmemezlik; bir berduş psikolosinde hayattan elini eteğini çekmiş, 'yığın'dan biri olmak... Hikâyenin ikinci parçasında ise 8. dereceden memur olan Kovalev, bir sabah uyandığında burnu olmadığını fark eder. Bu memur hakkında özellikle belirtilen özellik ise onun normal prosedürü izleyerek bu mevkiye gelmediği; o zamanki Rusya'da subayların askerlik görevlerinden sonra rutbelerine denk sivil bir memurluğa geçmeleri ile gelmiştir. Normal bir durum olarak gözüken bu durumun anormalligi ve Gogol'un eleştirisine maruz kaldığı yanı, bu görevi, Kafkasya'daki yöneticilerin görevlerini oldukça suistimal ederek kazanıyor olmalarıdır; Kovalev gibi. Kovalev, burnunun olmadığına inanamaz tekrar tekrar aynaya bakar. Sonra da korkuya kapılır. Ancak burada önemli nokta, Kovalev'in burnunun olmamasindan duyduğu korkunun nedeninin, memurluk mevkisinin getirdiği itibari kaybedecegi endişesidir. Nitekim kadınların kendisine bakmayacagi, saygın çevrelerden ... hanımın, ... beyefendinin kendisini balolara bu şekilde davet edemeyecegini düşünür. Yani yine kişiliğini memurluk makamı ile özdeşlestiren hatta kişiliğini kaybetmiş salt bir Çarlık Rusya'si memuru ile karşı karşıyayizdir. Bir süre sonra kayıp burnunun sokaklarda dolaştığıni görür. Burnuna gidip durumu izah eder; onun kendi burnu olduğunu söyler ancak Burun, ona kendi memurluk seviyesini hatırlatarak onu küçümser! Ayrıca Burun, sokaklarda ve gittiği mekanlarda garipsenmeden karşılanılır. O adeta üzerindeki memurluk 'giysisi'nin kamuflajı altındadır. Burada Çarlık Rusya'sinda insanların birbirlerini kişilikleri ile değil makamları, toplumsal hiyerarşide bulundukları düzey ile gördüklerini anlıyoruz. Bu durum da aslında bir toplumdaki insanların hem birbirlerine hem de kendilerine yabancilasmalarinin dışavurumudur. Böyle bir toplumda; Ahmet, Ayşe yoktur, Vali Ahmet Bey ve Müsteşar Ayşe hanim vardır!... Kendisi de bir süre küçük bir memurluk yapan Gogol'un Maraya Balabin'e Roma'dayken yazdığı bir mektubundaki ilginç sözlerini bir dipnot mahiyetinde buraya bırakarak, Burun hikayesi ile ilgili sözlerimi noktalamak istiyorum: "Burada ben, ruhumun vatanını buldum… Doğmadan önceki vatanıma tekrar kavuştum. Her nefesinim uçuşarak burun deliklerimin içine doluyor!.. Vallahi kimi zaman bir burun olmak, sadece bir burun şekline girmek istiyorum… Artık ne gözlerim, ne kulaklarım ne kollarım ne de bacaklarım olsun istiyorum… Sadece kocaman delikli, kova gibi bir burnum olsun, o mis gibi baharı alabildiğince çekebilen sadece bir burnumun olmasını istiyorum." (Troyat, 2000, s.185) ● BİR DELİNİN ANI DEFTERİ Beni bu kitapta en çok etkileyen hikayenin bu olduğunu söyleyebilirim. Bizi bu hikayede karşılayan memurumuz, Poprişçin’in günlüğüne konuk oluyoruz. Bir insanın gün gün nasıl delirmeye doğru gittiğini görüyoruz. Bu konunun günlük şeklinde işlenmesi etkileyiciligi bence oldukça arttırmıştir. Poprişçin, silik bir memur tipi değildir. Aksine hırslı ve tiyatro gibi aktivitelere de katılan bilinçli bir profil çiziyor. Kendi astlarını küçümsüyor, yaptığı işi olduğundan daha önemli görüyor ve üstünün de açığını arıyor. Bu sonuncusu hirsinin da etkisiyle kendisini gerçeklikten adım adım uzaklastiriyor. Çünkü Çarlık Rusya'sinda katı hiyerarşik bir düzen olduğunu baz alınca, ve bunun üstüne de terfi almanın da usulsüz işlere, yaltaklanmaciliga endeksli olduğunu düşününce Poprişçin'in çok şansı olduğunu soyleyemiyoruz. Poprişçin'de de aslında ulaşmak istediği makam için dalavereler yapacak bir profil sezisini alıyoruz lakin bununla birlikte hem şartların musait olmaması hem de Poprişçin’in iç dünyasındaki gelgitler buna mani oluyor gibidir. Poprişçin'in bu durumunu özetleyen ve onu delirmek gibi hazin bir sona taşıyan pasajları şu şekilde alt alta koyabiliriz: "Neden bir kalem memuru olduğumu bilmek isterdim. Evet, neden bir kalem memuruyum ben? Neden özellikle kalem memuru? "Ben de bir general olmak isterdim." "Ne malum benim de bir kont veya general olmadığım?" Hiyerarşik düzeni, dönemin toplumunu sorgulamaya başlayan Poprişçin, bu soruları sorar kendi kendine ancak şunu da bilmektedir ki bu katı düzen içinde kendisi 'yığın'dan önemsiz bir parçadır! Kendisine danışılmadan dünyaya gelmiş, bir toplumun içinde kendini bulmuş; bu toplumun düzeni içinde kendisine hazır bir yol sunulmuş, bu yolda kendi seçimleri gibi gözüken -ortaokulda ve lisede 'zorunlu' seçmeli dersler gibi- 'seçimler' yapmış ve pili bitmeye yaklaşan lakin bu pilin hiç bitmedigi bir saat gibi yaşayan Poprişçin, bu şekilde sorular sormaya başlar lakin bu sorular cevapsız sorulardir daha doğrusu çözümü olmayan ve kangrenleşmış, herkesin köşesini kapmış olduğu ve bu köşesini kaptırmamak için her şeyi yakacaği, köşesine uzatilacak çubuğu anında ham yapıp mideye indirecegi sorunlara gebe sorulardır. Nihayetinde Poprişçin de gerçeklik algısını yitirmeye başlar. Bu nitelikteki bir gerçekliği kabul edemediği ama bunu değiştirmeye de gücünün olmadığını idrak etmeye dogru giderkenonu, kedilerle konuşurken buluruz. Kendisinden yüksek bir memurun kızı Sofi'ye aşık olmuştur. Kedilerin mektuplarını okuyunca ise Sofi'nin babasının seviyesine 'uygun' bir kişiyle evlenecegini görür. Burada aslında aşık falan değildir Poprişçin, Sofi'yi memurlukta yükselmek için adeta bir basamak olarak görüyor diyebiliriz. Lakin Poprişçin, Sofi'nin parayi tercih ettiğini yani katı hiyerarşik düzen çerçevesinde bir tercihte bulunduğunu anlar. Bu noktadan sonra onun için artık geri dönüşü olmayan yola girdi diyebiliriz. Madem içinde bulunduğum dünyadaki konumumu değiştiremiyorum, madem bu dünya buna müsaade etmiyor; o zaman ben de kendime yeni bir dünya kurarim der adeta Poprişçin ancak bu dünya Poprişçin'in kafasındadir sadece... Ve bir gün okuduğu gazetede İspanya ile ilgili bir olaydan kendisine bir rol biçer: İSPANYA KRALI!... Timarhaneye kapatılan Poprişçin'in hikayenin sonundaki feryatlari hayat denilen kısırdöngüde nihai sığınak olan annesinedir: "Bak neler çektirdiler oğulcuğuna! Zavallı oğulcuğunu bağrına bas, anacığım! Ona bu dünyada yer yok! Her yerden kovup kovalıyorlar onu. Anacığım! Şu zavallı yavruna acı!.." Aslında hepimizin nihai ve her zaman sığınağımız anne kucağıdır, bir sistem kurbanı diye niteleyeceğimiz Poprişçin de hikayesinin sonunda bu kucağa dönme arzusunu duyma ihtiyacı duyar. Ancak bir cümle daha var aslında hikayenin sonunda: "Birden aklıma geldi... Cezayir beyinin tam burnunun altına koca bir beni olduğunu biliyor muydunuz?" Poprişçin için artık umut yoktur... Bu satırlar ve aslında hikayenin kendisi, iki ölü doğumdan sonra dünyaya gelen ve ailesi tarafından el üstünde tutularak büyütülen Gogol'un hayatının sonlarına doğru delirdiğini göz önüne alınca çok daha etkileyici oluyor diye düşünüyorum. Bu hikayeye de Gogol hakkında araştırma yaparken gördüğüm ilginç bir bilgiyi alintilayarak bir dipnot mahiyetinde bırakmak istiyorum: "Rusçada Poprişçin ismi prysch ve poprishche sözcüklerinin birleşimidir (Gregg 1999, s. 439 - 451). İlki; sivilce, çıkıntı anlamına gelirken ikincisi; düzlük, tarla, kurmak, dizmek, derece, -arzulu veya hırslı bir şekilde- emretmek kelimeleri ile aynı anlama gelmektedir. Bu kelimeler içerisinden belirli bir mantık çerçevesinde bir biri ile ilgili olanlar seçildiğinde POPRİŞÇİN KELİMESİNİN TÜRKÇE KARŞILIĞININ ARZULU, HIRSLI, MUHTERIS BİR ÇIKINTİ veya FAZLALIK vb. anlamlara geldiği aşikârdır. Burada sözcüklerin ikili anlamsal ilişkileri yani dualitik yapıları üzerinde durmakta yarar vardır. Çünkü POPRİŞÇİN, BULUNDUĞU TOPLUMDA GERÇEKTE SİVİLCE GİBİ BİR ÇIKINTİ ve FAZLALIKTIR." * Gogol'ün biyografisi: #55493045 İyi okumalar.
Bir Delinin Anı Defteri - Palto - Burun - Petersburg Öyküleri ve Fayton
Bir Delinin Anı Defteri - Palto - Burun - Petersburg Öyküleri ve FaytonNikolay Gogol · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 201955,3bin okunma
··
199 görüntüleme
Sezen B. okurunun profil resmi
Kitap okuyacaklarım arasındaydı zaten incelemen de iyice merak ettirdi. Bu arada ben Palto adlı öyküsünü okumuştum. Okurken onu es geçebilirim belki. :D Eline sağlık. :)
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim.☺ O zaman senin için spoiler uyarısı son iki hikaye hakkındaki inceleme için diyebiliriz.☺ Son zamanlarda okuduklarım arasında en beğendiğim eser bu oldu, kesinlikle okuyacagin kitaplar listesinde öne almalısın, tabi bir tavsiye bu sadece.☺
2 sonraki yanıtı göster
Bu yorum görüntülenemiyor
Numan okurunun profil resmi
Muhteşem öyküleri tekrar hatırlatan ve güzel çıkarımlar barındıran bir inceleme olmuş. Kalemine sağlık hocam. Fayton en sevdiğim Gogol öykülerindendir. Onun hakkında da iki kelam etseydin sevinirdim. :)
Kaan okurunun profil resmi
Bunlarda begeni ve akabinde beklenti seviyem tavan yaptı. Fayton ise bunlara nazaran daha az etkileyici bir düzeyde kaldı benim için hocam. Ama senin en beğendiğin Gogol öykülerinden olduğunu bilseydim onun hakkında da bir şeyler yazardım.☺
1 sonraki yanıtı göster
bbb. okurunun profil resmi
Bir sabah bir adam, uyandığında burnunu yerinde bulamaz ve onu aramaya başlar.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.