Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

140 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
Yeraltından Notlar “Ben hasta bir adamım... Kötü bir adamım. Suratsız bir adamım ben. Galiba karaciğerimden zorum var. Doğrusu hastalığımın ne olduğunun da farkında değilim ya, hatta neremin ağrıdığını bile iyice bilemiyorum.” Aldığımız eğitimin, geleceğimizi garanti edemeyeceğinin farkında olmamız; sahip olduğumuz işi sevmememiz; başarılı bir aşk ilişkisi içerisinde olamamamız; ve gittikçe hastalıklı bir yaşlılık yaşıyor oluşumuz... Yukarıda yazan cümlenin aynısını biz yaşıyoruz. Bunun gayet tabii bir şekilde farkında olarak yaşıyoruz; asıl korkutucu olan da bu işte. Hepimiz, hayır birçoğumuz, hayır sadece acıyla empati kurabilenlerimiz ve yaşanılanların farkında olabilenler, kendi içimize dönüyoruz. Müthiş bir yalnızlık duygusunun esiri olarak, özümüzle baş başa kalmayı tercih ediyoruz. Çünkü ancak biz, bizi rahatsız etmeden kendi kabuğumuza çekilebiliyoruz. Bunun için biraz akıl hastası olmak gerekir. Kendi kendinizle konuşabilmelisiniz ve dinleyebilmesiniz ve tartışabilmelisiniz. Dışarıdan bakanlar size deli diyebilirler; kabul edin. Onların gözlerinin içine bakıp, evet sen ölünce sadece bir bok çuvalına dönüşeceksin ama ben toprağa karışacağım deyin. Ne kaybettiysek; yaşlanmadan evvel, hayatın çilesini çekerken çalıştığımız insanlara karşı ne kadar kızgın olursak olalım, onların yüzüne birer pislik olduklarını haykıramadığımız için kaybettik. Bizden bir şeyler olmasını beklememeliyiz, çünkü bizler zeki kafalarız. Dostoyevski’nin kafasının içindeki o hastalıklı kişiliği de aynen bunları söylüyor Dostoyevski’nin yüzüne. Okuyucular olarak bizler Dostoyevski’yiz, anlamadınız mı cidden. O kendisiyle konuşuyor. Kafasının içindeki o yalnızlığı seçmiş ve bunu bir güç olarak kabul etmiş olan karakteri, Dostoyevski’yi esir alarak ona zorla yazdırıyor. Ve biz de onun istediğini istiyoruz. Sistemin çarklarından biri olmayı bırakıp, ona karşı direnmeyi arzulayan hür iradeye sahip insan canlıları olmak. Keşke bize de bir yerlerden yüklü miktarda miras kalsa da, para çıksa da, bir şekilde kazansak da sistemin maaşlı kölesi olmaktan kurtulup, hür iradesi ile özgürce sokaklarda yürüyebilen o insan canlılarından olsak! Tıpkı bu pek yakın bir zamanın sıradan bir tipi gibi! “Baylar, yemin ederim ki, her şeyi fazlasıyla anlamak bir hastalıktır; gerçek, tam manasıyla bir hastalık.” Üzgümüm okuyucular, o kitapları elinize alıyorsanız; sayfaları çeviriyorsanız; ve burada bu yazıyı okuma cesaretini gösterebiliyorsanız; hepimiz hastayız. Çünkü anlıyoruz. Yukarıya bakıp, lanet olsun Tanrım, neden bu hastalık beni buldu! diye haykırıyoruz. Çünkü anlamak, mutsuzluğun ilk adımıdır. Ve O, bunu biliyordu. Farkındalığımız o kadar yüksek ki bu farkındalık karşısında saçmalamaktan başka bir şey yapamıyoruz. Başka ne yapabileceğimizin, nasıl hareket edeceğimizin çaresizliği içerisinde savrulup duruyoruz. Bu hastalık mı yoksa bir lanet mi? Hangisi olursa olsun, kendi içimizde güçlüyüz ama toplum içerisinde birer deliyiz. Bu deliliği, gerçek deliler gibi dışarıya yansıtma cesareti olmayan delileriz. Karaciğerimde yağlanma varmış, belki fazla viskidendir bilmiyorum; umrumda da değil. Dizlerim ağrıyor, belki yaşlılıktandır bilmiyorum; umrumda da değil! Sürekli şişkinlik sorunları yaşıyorum belki yediklerimdendir bilmiyorum; ama umrumda değil! Galiba ben de kötü, suratsız bir adamım. Fakat Dostoyevski okuyorum çünkü vicdanımı parçalamalı, duygularımı alt üst etmeli ve psikolojimi hiçbir kadının düzeltemeyeceği şekilde bedbaht hale getirmeliyim! Çünkü yazmak zorundayım. O kadar benzeşiyoruz ki bu pek yakın bir zamanın sıradan bir tipiyle. Bazen bir hayalin peşinden gidiyorum. Kafamda kurguladığım, olmayacağını bildiğim ya da bilmediğim ama olmasını delicesine arzuladığım bir hayal. Aslında bu hayali değil de bu hayale giden yolu yaşıyorum. Ve bu yolda o kadar çok yıpratıyorum ki kendimi. İşin garip tarafı böylesine hayallerin karşılığının maddi dünyada fiziksel hissedilirliği yüksek acılar olması. Maddi dünyada acı verirler çünkü zihniniz bununla meşgulken gerçekte hala daha hiçbir ilerleme kaydedemezsiniz. Kendini hor görmek ve peşi sıra gelen yapamayacağım düşüncesi ile tembellik. Hepsi birbirinin kopyasıdır ama siz sanki başka başka acılarmış gibi zannedersiniz. Pek bir farkı yoktur, bilemezsiniz. Hepimiz kendimize göre çok büyük acılar çektik. Ve hepsi gelip geçti. Geçmeyen tek şey ise o acıları yaşamamıza sebep olan şeyler. Nedense bir türlü ilerleme kaydedemiyoruz. Toplumumuz sürekli aynı bokun lacivertini yemek zorunda bırakılıyor. Ama toplum yine de aynı boku yemeye devam ediyor. Yazacak çok daha fazla şey var ama ne var biliyor musunuz? Buradan sonrası Suç ve Ceza’yı ilgilendiriyor. Suç ve Ceza romanına başlıyoruz; kitap yorumunda devam ederiz.
Yeraltından Notlar
Yeraltından NotlarFyodor Dostoyevski · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 2020128,2bin okunma
·
30 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.