“hep kurşunlamışlar yalnızlığı çoklar sokağında
herkesler var olmuş
bir sen ben ölmüşüm
ölmüşlük ne ki yaşanmamış mutluluklarda
ölmüştük ne ki tutkusuz yaşamlarda”
5 Mayıs 1973 yılında Ankara/Kızılay’da henüz 25’inde gencecik bir fidan düşer yere, kimsesizdir, bir başına. Çoklar sokağında bir yalnızdır, ölümünü bekler öylece. Yeğeni şöyle der İsmet Tokgöz’e; “Biraz geç kalsak kimsesizler mezarlığına gömülecekti dayım”
Tıpkı kendisinin doğduğu yıl öldürülen, öldürülmeden bir sene önce yani 1947’de gazetesine şu satırları yazıp;
“Biz istiyoruz ki, bu topraklar üzerindeki insanlar, kafalarında taşıdıkları fikirlerden dolayı değil, bu yurdun ve bu halkın yararına yahut zararına yaptıkları işlerden hesap versinler. Bu iş incelenirken, koltuğuna ısınmış beş on hazır yiyicinin menfaati, keyfi değil, milletin hayrı düşünülsün.”
Tam bir sene sonra yine aynı şekilde kafasına aldığı darbelerle canice katledilen, cenazesinin 6 ay boyunca yerde kaldığı, sonrasında bir mezarın bile çok görüldüğü Sabahattin Ali gibi. Ya da kendisinden yıllar sonra henüz 19’da “vurmayın, öldüm...” demesine rağmen yine aynı şekilde vahşice dövülerek öldürülen Ali İsmail gibi.
Rakamlar, seneler, isimler, yaşlar, şehirler değişti ama yöntem hep aynı kaldı.
Vurdular, öldürdüler ve hiçbir ceza almadılar.
Tezer Özlü der ya hani, “Burası bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi” diye işte tam o noktada durduk ve sıra kime gelecek diye bekliyoruz. Neyse...
Arkadaş Zekai Özger, 1948’de Bursa’da doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın ve Yayın Yüksek Okulu’ndan mezun oldu. TRT'nin Ankara bürolarında çalıştı. Soyut, Forum, Papirüs, Yordam, Dost, Yansıma dergileri ve Ulus gazetesinin kültür-sanat sayfalarında şiir ve yazıları yayımlandı.
Kısacık ömründe iki şey peşini hiç bırakmamıştı. Birincisi ailecek çektikleri yoksulluktu. ‘Tamirat’ adlı şiirinde yaşadıkları yoksulluğu şöyle anlatmıştı;
“ne kadar üstelesem yanlış bir değişimi
bir proleterin oğlu olduğuma inandıramıyorum kimseyi
inandıramıyorum babama bir proleter olduğunu
çünki dönem o dönemmiş
(...)
ablalarım kalıntı toplarmış pazardan
ağabeylerim buz satarmış
babamsa memur ayakkabılarının tamiratına
nefretini yamarmış
annem bir sabır küpü
annem bir acı küpü
acıyla beslemiş yüreğini
yoksulluğu ve açlığı acıyla doyurmuş
ve acıyla büyütmüş bebeğini
acıyla doğurmuş”
Onu yoksulluktan daha çok etkileyen ve hayatı boyunca peşini bırakmayan ikinci şeyse, 8 yaşındayken yakalandığı ostomyolit adlı kemik hastalığıydı. Bu hastalık onu defalarca ameliyat masalarına yatırmış, aylarca koltuk değnekleriyle dolaştırmış. Sonunda savaşı kazanmış Arkadaş ama sağ bacağı kısa kaldığı için yaralı bir asker olarak çıkmış savaşından. Bu durum onu çok etkilemiş. İnsanların onunla alay etmesi Arkadaş’ın hassas kalbine derin yaralar bırakmış. Bu yaraları da şiirlerinde bariz bir şekilde göstermiştir.
Ahmet İnam onun için, “Onca acıya karşın, gülümseyen bir şiirdi o” der.
‘Kurdeşen’ adlı şiirinde hastalığını şöyle anlatır;
“Sonrası mı? sonrası ostomyolit işte
bir çeşit kemik hastalığı
sağ bacağı ve sağ bacağa asalak olur
en çok sağ bacağa
sekizbuçuk yaşındayken asalak olur
yirmibirlere kadar birlikte büyürsünüz
sonra hep birlikte büyürsünüz
en çok o büyür siz küçülürsünüz
(...)
sağ bacağım topaldır benim ve incelmiştir
onunçin incedir yüreğim
onunçin aksarım hayata ve denize”
Bu hastalık onu annesiyle birbirine hiç kopmayacak derecede bağlar. Şiirlerinin en özel yerlerine yerleştirir annesini. Dost dergisinde çalışırken, Sina Akyol’un gönderdiği bir şiirde ‘ana’ sözcüğünü ‘anne’ olarak değiştirir. Nedenini sorduklarında ise, ” ’Anne’ gibi incelikli söylemek varken, ‘ana’ gibi kalınlıklı söylenmişi olmaz olsun” der. Anne sözcüğünü hep daha ince ve daha farklı telaffuz eder. Beyaz Ölüm Kuşları, Hüzün Mevsimi gibi en duygu yüklü şiirlerinde annesini daima yaşatır. Anne onun için imge ile gerçeklik arasında gidip geldiği bir sözcüktür.
“mesela mevsim kışsa yağmur yağıyorsa
mesela annem de yoksa yanımda
mesela, şimşek de çakıyorsa ben çok korkarım ağlarım
(...)
-ana bana kurşun dök. dua oku. üfle ana
ana ben daha çok küçüğüm. bana ninni söyle ana
yalnızım. bunu hep söylüyorum
yalnızım. bunu hep söylüyorum
(...)
-ana ben çok yalnızım. benim başka sevgim yok
içimde utanç çiçeği gibi büyüyor hü”
Şiirlerinde en çok hüzne rastlarız. Hüznün, sevdanın, kavganın adamıdır Arkadaş. Hem bireysel hem toplumsal şiirler yazmıştır. Toplumcu şiirleri artık ustalık eserleridir.
Sevgiyi, “Tragedyanın kaynağı, yaşamın kökeni, insanı var kılan umut” olarak tanımlamıştır.
Şiire sarılmasının nedeni dünyaya kendisini katmak istemesidir. Hayatın kamusallığıyla yaşantısının tekilliği arasındaki gerilimi gündelik dilin olanaklarıyla ortaya koyacağını anlamıştır diyor İsmet Tokgöz Arkadaş için.
Ki bu tekilliği şiirlerinde defaatle görürüz.
“sustukça çoğalıyor tekliğim
ah benim sıska yüreğim
ah benim kimselere söz geçiremez yüreğim
(...)
tekliğim
yorgun ve kanadı kırık kuştur
hüznün yapraklarında gölgelendiği
(...)
yoruldum
değiştirmekten kanını yüreğimin
ne zaman bitecek
bu hüzün”
Turgut Uyar, Attila İlhan, Metin Eloğlu gibi şairlerden etkilenmiştir. ‘Uyarca’, ‘İlhanca’ başlıklı birkaç şiir de yazmıştır. İlhan Berk ve Ece Ayhan’ı, ikinci Yeni’yi en çok bulandıran, negatif yargıya vardıran şairler olarak görmüştür.
Okumak isterseniz şayet;
Uyarca; siirparki.com/azozger14.html
İlhanca; eksisozluk.com/attila-ilhan-gi...
Aslında onun çoğu şiirini duymuşsunuzdur.
Mesela ;
Onur Akın - Çam Kolonyası
youtu.be/NnixlyMR8lY
Sadık Gürbüz- Pencere
youtu.be/2ZXQKw49ZF4
Ahmet Kaya - Alnında Dağ Ateşi
youtu.be/ShQy8X6dpcc
24 Ocak 1971’deki SBF Yurt Baskını sırasında Sinan Kazım Özüdoğru’nun “Arkadaşlar, çıkmak isteyen çıksın, kapıları kapatıyoruz” sözüne karşın yurttan çıkmayan 300 kişi arasındadır Arkadaş. Tabii sonrası yurda silahlı, sopalı saldırı ardından günlerce gözaltı işkenceleri...
O günü de şiirine yazar Arkadaş; siirparki.com/azozger1.html
Kardeşine, “Kötü vurdular, hem de çok kötü” der. Ve iki sene sonra beyin kanamasından gencecik yaşta bir sokak ortasında hayata gözlerini yumar.
“Ne zaman yayımlasam adını, Sakalsız Bir Oğlanın Tragedyası koyacağım” dediği şiirlerini yayımlama fırsatı olmamıştır Arkadaş’ın. Dergi ve gazetelerde yayımlanan şiirleri ölümünden sonra derlenip önce ‘Şiirler’ adıyla, ikinci basımda ise ‘Sevdadır’ adıyla yayımlanmaya devam eder. 2014’te ailesi son isteğini yerine getirip kitabın adını ‘Sakalsız Bir Oğlanın Tragedyası’ olarak değiştirir ve Arkadaş’ın şiirleri asıl adına kavuşur.
“Zekai... Arkadaş Özger yani...
-Tamirat’ın şairi.
‘Ne kadar üstelesem yanlış bir değişimi
bir proleterin oğlu olduğuma inandıramıyorum kimseyi
inandıramıyorum babama bir proleter olduğunu’
diyen Zekai...
Birlikte yitirdiğimiz
günleri hayatın
zalim, sabırsız günleri...
Hukuğun, SBF’nin, ODTÜ’nün
falan günleri... onlardan bir gün,
bir Mayıs günüydü,
ben, Şevket, Oğuz...
bir güzel gömdük ince bedenini
Üstüne çiçek
ve toprak attık...”
Sina Akyol
Ne zaman bu türküyü dinlesem aklıma Arkadaş gelir, Sabahattin Ali, Ali İsmail, öğretmen Aybüke Yalçın ve bu topraklardan gencecik yaşta yok edilen daha nice can.
youtu.be/kwvXXTp8sWc
İnsanların ırk diye, renk diye, din diye, kim diye ötekileştirilmediği sadece iyi insan ve kötü insan diye ayrıldığı bir dünyaya uyanmak dileğiyle...
Lise yıllarımda x ilindeki y adlı kafede şiir geceleri olurdu. Orada duymuştum ilk ismini Arkadaş'ımızın. Aslında duymuşum öncesinde Onur Akın seslendirmiş bir şiirini (dinlemek isteyenler için: youtu.be/NnixlyMR8lY. ) bilmiyormuşum ona ait olduğunu sözlerin. Çok genç yaşta vefat etmiş rahmetli, ışıklar içinde uyusun. Daha sonra üniversite yıllarımda Ve yayınevi 5. baskıya girdiydi (Sakalsız Bir Oğlanın Tragedyası) 2000 adet bastılar, her bir kitabı numaralandırmışlar. 1450 nolu olan bana denk gelmişti. Mutluydum. Okuyup bitirdikten sonra bir arkadaşıma da okuması için vermiştim, tembihledim, bak dedim sayılı bastılar, elindeki 1450 nolu olan geri gelmezse seni bulurum bir şekilde gibisinden. Sağolsun beni uğraştırmadı geri getirdi. Kendisine buradan teşekkür ediyorum.