İvan Andreyiç verilen yer için duyduğu gönül borcuyla coşarak:
- Soylu ve sayın delikanlı! Sizi yanlış anladığımı görüyorum, dedi. Sonra da uyuşmuş olan el erini, ayaklarını iyice gerdi:
- Sizin sıkışık durumunuzu anlıyorum, ama ne yapalım?
Benim yaşamım için hesap vermek zorunda kalacaksınız. İnanın ki... ben saygıdeğer bir adamım; bir aile babasıyım; öyle bir durumda bulunamam ki...
- Bu duruma kendiniz düştünüz, hadi bakalım yanaşın! İşte size yer; daha çoğu yok!
Zavallı İvan Andreyiç mırıldandı:
- Beyefendi, biraz öteye çekilseniz ne olur sanki!
- İyi ki söylediniz! Nereye gideyim? Yer yok ki!
- Amma da acımasızsınız! Buraya sığışamıyorum. Böyle acıklı bir duruma ilk kez düşüyorum.
İvan Andreyiç, demin yüzünü görmediği halde, bu züppenin, o züppe olduğunu sandı. Yüreği duracak gibi oldu. Züppe, ondan iki kat yukarı çıkmıştı, biraz sonra üçüncü kattaki kapının açıldığını işitti
Öyle görünüyordu ki, yeniden başlayan öksürüğün ömrü, yaşlı adamın ömründen daha uzundu. Adam öksürük arasında bir şeyler mırıldanıyor, ama söylediklerinden hiçbir şey anlaşılmıyordu.
Kadının kocası:
- Ruhum, Pavel İvanoviç'i ziyaretten geliyorum. Preferans oynadık biraz; o kadar... Khi-khikhi (diye öksürdü), o kadar... khi-khi! O kadar. Ah sırtım... Khi-khi-khi! Yaşlı adam gözlerinden yaş boşanıncaya dek öksürdü; sonunda konuşabildi: - Sırtım; öyle bir ağrı girdi ki sırtıma... Şu uğursuz basur da! Ayakta da dursan, otursan da bir!... Bütün gece oturamadım canım! Akhi-khikhi!
İvan Andreyiç utancından kızardı. Yabancı, ciddi ve kızgındı. Belki bu adam birkaç kez feleğin çemberinden geçmiş, böyle durumlara alışık bir adamdı. İvan Andreyiç'inse deneyimi yoktu; bu dar ve karanlık yerde bunalıyor; kan başına sıçrıyordu. Ama bir şey yapamazdı, yüzü koyun yatmak gerekiyordu. İvan Andreyiç boyun eğdi ve sustu.
Bu gereksiz kişi (çünkü, bir karyolanın altına bir kişi yeterdi), bu gereksiz kişi İvan Andreyiç'in elini avcunda öyle bir sıktı ki, acıdan az kalsın bağıracaktı.