Şu yoksulluk, miskinlik dolu dünyada ilk defa sandım ki hayatımda bir güneş ışığı parladı. Ama heyhat! Güneş ışığı değildi bu; belki sadece gelip geçici bir ışık; kadın ya da melek şeklinde görünüp kayan bir yıldız. O bir anlık aydınlıkta, bir saniye zarfında hayatımın bütün bedbahtlıklarını gördüm; bunların görkemini fark ettim. Sonra bu ışık, kaybolması gereken karanlık girdabında yine kayboldu. Hayır, bu gelip geçici ışığı kendime saklayamadım.
Zaman ve mekan kavramının olmadığı, zor, bir o kadar derin anlamlar içeren, kısa ama okuması uzun süren bir roman...
Anlatıcının düşlerinde, hayallerinde, acılarında ,yanlızlığında, ümitsizliklerinde, geçmişinde yolculuk yaparsınız. Olaylar arasında bir bağ yoktur. Düşmü görür, gerçekte mi yaşar ,hangi zamandadır bilemezsiniz. Bilinç ve bilinçsizliklerinde dolanıp durursunuz.
Olayın merkezinde sevdiği kadın vardır. Sevdiği kadını öldürmesi mecaz anlamdadır, öldürdüğü onu tutsak alan düşünceleri, bilinç altında yer alan duygularıdır. Bu duyguları sevdiği kadın gibidir. Vazgeçmek isteyipte vazgeçemediği duyguları saplantıları,onu var eden halleridir. İhtiyar adam da, bana göre içinde bulunduğu ruh halinin temsilidir. Toprağa gömdüğü de, acıları, eski çökmüş ruh hâli, benliğidir. Toprağa gömerek kendine yeni bir yol çizmek ister. İnsan geçmişinden kolay kolay vazgeçebilirmi ki? Ya geçmiş insanı azat eder mi? Yanlız yaşanan acıların ruhumuzdaki tesiri nedir? Acılar dile gelmeli mi? Yaşam ve ölüm nedir ki? İnsan ruhun derinliklerinde saklı düşüncelerinden kurtulabilir mi?...Okuyunca bunun gibi bir sürü soru kafanıza takılır. Etkileyici bir roman.....