Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

137 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Dostoyevski İzlenimleri Üzerine Doğukan'ın Notları
2019 yılını Dostoyevski ile bitiyorum. Her defasında, huzursuzlukların merkezinde boğulurken uzaktan görünen cankurtaran gibi yetişiyor yardımıma Dostoyevski. Bunca huzursuzlukların, olumsuzlukların yığılarak kapıma dayandığı anda bir umut ışığı yanıyor onun cümleleriyle. Ölü bir bedenin geçmişi beni hayata bağlıyor belki de… Zor, zor… Bir Dostoyevski incelemesi yapmak istediğimde tarafsız yaklaşmam oldukça zor. Duygusallığı bir kenara bırakıp Dostoyevski’nin zihnine girmeye çalışmalıyım: 19. yüzyıl Rusyası, soğuk, bir o kadar da karışık. II. Aleksandr’ın Avrupa’ya gönderdiği öğrenciler, Batı hayranı olarak ülkelerine dönüyorlar ve Batı’dan radikal fikirleri ithal ediyorlardı. Sürekli Batı övülüyor ve her anlamda onun çizgisi yakalanmaya çalışılıyordu. Bu durumu eş zamanlı olarak Osmanlı toplumu da yaşadığı için anlamamız daha da kolaylaşıyor. Kıyafetler, davranışlar değişiyor fakat düşünce hiç değişemiyordu, Dostoyevski bunu görüyordu. Övülen Batı’nın gerçekten övgüyü hak edip etmediğini sorguluyordu. Sene 1862. Yoğun çalışma temposu içerisinde zamanını harcayan, idamdan ve sürgünden dönmüş Dostoyevski, doktorunun önerisi üzerine birçok Rus gencinin hayalini kurduğunu Avrupa seyahatine çıkıyor. Bu seyahatinde birçok Avrupa ülkesini gezme fırsatını yakalıyor fakat bu gezileri onun için tam bir hüsran ile sonuçlanıyor. Övdükleri Avrupa’nın hiç de övülmeye değer olmayacağını görüyor. “...kurtulmaya çalıştığım, kaçtığım şeylerin benzerlerini görmek için mi teptim bunca yolu, iki gün sallandım durdum trende, bunca sıkıntıya katlandım? Ihlamur ağaçları bile hoşuma gitmedi Berlin’in. Oysa bu ağaçlar uğruna Berlinli en değerli varlığını bile hiç duraksamadan verir.” (sf.45) Ve başlıyor eleştirilere. Fakat kendisini sorguladığını ve söylediklerinin yanlış olabileceğini de satır arasında aktarıyor okuyuculara. Her ne kadar Avrupa ülkeleri hakkında yapılan yorumlar olarak gözükse de, Dostoyevski bu eserinde abartılan Batı’nın Rus toplumu üzerinde sebepsiz yükselmesini eleştiriyor. “Ayağımıza ipek çorap geçirip başımıza bir peruk takınca, bir de kılıç kuşanınca Avrupalı olacağımızı sanıyorduk. İşin kötüsü, hoşumuza da gidiyordu bu. Oysa değişen bir şeyimiz yoktu gerçekte: Her şeyi, ağzının pek pis koktuğu bile herkesçe bilinen de Rohan'ı bile bir yana bırakıp gözlüklerini çıkardıktan sonra, uşaklarını kırbaçlatıyordu gene yaşlı adam. Ailesine sert davranıyordu gene. Ufacık bir saygısızlığı yüzünden her yanı kabarıncaya dek kırbaçlıyordu gene ahırda komşu küçük toprak sahiplerini. Büyüklere yaranmak uğruna alçaklıkta yarışılıyordu gene.” (sf. 63) Eleştirilere ufak bir ara verelim: Yaz İzlenimleri Üzerine Kış Notları, Dostoyevski’nin büyük eserlerinin oluşumundaki fikri temelinin oluştuğu eser olması nedeniyle oldukça önemlidir. Yeraltından Notlar kitabının temeli Avrupa gezisi ve bu kitap sonrasında atıldığını düşünüyorum. "İnsan," diye geçirdim içimden, "doğanın bu kralı ufacık karaciğerine böylesine mi bağımlı? Ne bayağılık, Tanrım!" (sf. 46) Üslup ve karaciğer nasıl da Yeraltından Notlar kitabını akla getiriyor öyle… Dönelim eleştirilere: Batı’nın ruhtan uzak materyalist düşünceleri Dostoyevski’nin tasvip ettiği bir şey değildi. Ona göre Rus toplumu maneviyatıyla, kardeşliğiyle var olmalıydı. Bu yüzden bencil burjuvaların, materyalist sosyalistlerin yoğunlukta olduğu Avrupa’nın ithal fikirlerinin Rus toplumuna uyamayacağını düşünmüştür. “Çeşitli devirlerde ne gibi etkileri olmuştu bizde Avrupa'nın? Hep uygarlığıyla konuk gelmişti bize. Ne kerte uygarlaştırmıştı bizi peki? Daha doğrusu, ne kerte uzaklaştırmıştı bizi uygarlıktan?” (sf. 60) 1789’da yaşanan Fransız Devrimi’nin ardından kardeşlik naraları atılsa da Dostoyevski’ye göre bu durum kişilikleriyle tamamen bir zıtlık oluşturuyordu. “Fransızların, daha doğrusu, genel olarak Batılının yaradılışında kardeşlik duygusu yoktur. Kişisel bir başlangıç, bir kendini sakınış vardır onun yaradılışında. Bir yükselme tutkusu, herkesten başka olma isteği, kendine herkesten, her şeyden çok değer verme duygusu. Kendine böylesine değer veren bir insanda kardeşlik duygusunun bulunmaması elbette doğaldır.” (sf. 104) Geçmişinde tutkulu devrimci yıllar bulunsa da sürgünün ardından benimsediği slavofil fikirler geçmişini bastırmıştır. Fakat onu tamamen yok edememiştir, bu kitapta da devrimci ve slavofil Dostoyevski’nin harmanlanmış bir şekilde önümüze sunulmasının lezzetini tadıyoruz. Dostoyevski, sosyalistlerce kullanılan, “Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için!” sloganın daha iyisinin düşünülemeyeceği belirtir ardından ekleyerek bu sloganın İncil’ten çekip çıkarıldığına işaret eder. Gençliğinin ateşli düşüncelerini atamadığını bu alıntıda oldukça gösteriyor: “Her şeyimle insanlığa adıyorum kendimi. Öyleyse çıkar gözetmeden, tümden "adıyorum kendimi topluma, öyleyse toplum da bana adamalı kendini" düşüncesini aklımın ucundan geçirmeden adamalıyım kendimi. İnsan kendini öyle adamalı ki, her şeyini vermeli, hatta buna karşılık kendisine hiçbir şey verilmemesini, hiç kimsenin onun için fedakârlık etmemesini istemeli.” (sf.105) Kardeşlik duygusundan mahrum Batı dünyası karşısında sosyalistler, eli kolu bağlı bir vaziyette çıkar yolu aramaya çalışmaktadırlar. Dostoyevski, onları şöyle açıklıyor: “Peki ama Batılılarda kardeşlik duygusu yoksa, bu duygunun yerini bencillik, çıkarcılık almışsa, insanlar orada kişisel hakları için elde kılıç, kıyasıya dövüşüyorlarsa sosyalistler ne yapsınlardı? Kardeşliğin olmadığını görünce, insanları kardeşliğe çağırmakla başladılar işe elbette... Önce kardeşliği kurmak istiyorlar. Kuzu kızartması yapmak için önce kuzu olmalı derler... Ama yok kuzu. Yani kardeşliğe yatkın yaradılış yok!.. Umutsuzluğa kapılan sosyalistler bu kez gelecekteki kardeşliği övmeye başlıyorlar. Elde edilecek yararları uzunluk, ağırlık ölçü birimlerini kullanarak anlatmaya çalışıyorlar. Dil döküyor, öğretiyor, bu kardeşlikten kimin ne kadar yarar sağlayacağını, kimin ne kadar kazanacağını anlatıyorlar. Elde edilecek dünya nimetlerini sayıp döküyorlar bir bir. Bunlardan kimin ne kadar alacağını, bu nimetlerden topluma kimin ne kadar vereceğini belirliyorlar. Peki ama, her şey önceden paylaşılmışsa, kimin ne kadar yarar sağlayacağı önceden belirlenmişse kardeşlikten söz edilebilir mi burada?” (sf. 107) Ardından sosyalizmi topa tutmaya devam eder. Dostoyevski’ye göre sosyalistler kardeşliği hedeflemeleriyle birlikte ferdin kişisel özgürlüğünü elinden almaya çalıştıkları takdirde başarısız olacaklarını düşünür. Karamazov Kardeşler’in muazzam bölümü olan Büyük Engizisyoncu kısmında özgürlük hakkında görüşleri bu düşünüş etrafında şekillenir. Kış Notları’nda ise şöyle bahsetmektedir: “...kişinin her şeyini güvence altına alacaklar. Onu yedirip içireceklerini, ona iş bulacaklarını vaad ediyorlar. Bütün bunlara karşılık da toplumun mutluluğu için kişisel özgürlüğünden küçük bir damla istiyorlar onun. Çok çok küçük... Hayır, bu çeşit hesaplar içinde yaşamak istemez insan. Kişisel özgürlüğünden bir parçacık bile vermek ağır gelir ona. Aptallığından, böyle bir yaşamı cezaevi yaşamına benzetir. Kendi başına yaşamanın daha iyi olduğunu, çünkü o zaman özgürlüğünün tümüne sahip olduğunu düşünür. Oysa döverler onu özgürken. İş vermezler ona. Açlıktan ölür... Özgürlük diye bir şey kalmaz... Gelgelelim gene de özgürlüğünün her şeyde tatlı olduğunu sanır garip adam.” (sf. 108) Sosyalizmin materyalist düşüncesiyle birleşen hâline nefret duyan Dostoyevski, sosyalizm unsurlarını benimsemekten kendini alıkoyamaz. Ona göre kardeşlik duygusunun olmadığı bir toplumda sosyalist bir düzen kurulamaz. “Sözün kısası, sosyalizm yeryüzünde bir gün gerçekleşecekse, Fransa'dan başka bir ülkede gerçekleşecektir.” Kardeşlik vurgusunu yaptığı kendi ülkesi 1917 yılında sosyalizmi görecektir. Bu durum tüyler ürpertici olmakla birlikte 1862 yılında yapılan öngörünün ne kadar isabetli olduğunu gösteriyor. Dostoyevski bu konuda Marx’ı bile geride bırakıyor: Marx’a göre sosyalist bir düzenin kurulabilmesi için burjuva devriminin öncül olması gerekiyordu. Oysa Rusya’da bir burjuva sınıfı yoktu, dolayısıyla burjuva devrimi gerçekleşmesi muhtemel değildi. Marx yanılmıştı, Rusya istisna olarak ortaya çıkmıştı ve Marx, ömrünün ilerleyen yıllarında kendi yargısının Rusya için geçerli olmadığını kabul edecekti. Herzen ise, Batı’nın sosyalist toplum için aradığı kriterlerin hâlihazırda Rusya kömünlerinde bulunduğunu Komünist Manifesto yayımlandıktan iki yıl sonra söyleyecekti. Dostoyevski’nin romanlarının dışında da kaleminin oldukça kuvvetli olduğunu görüyoruz. Büyük sorunlar, çelişkiler üzerine düşünceler üretmeyi denemesi ve kurtuluş yolu aramaya çalışması, aşama aşama bizlere Yeraltı Adamı’nı, Raskolnikov’u ve Karamazov Kardeşler’i sunmuştur. Dostoyevski öyle bir ağaç ki, onun her meyvesi lezzetli, faydalı. Bu meyvelerden tatmak oldukça haz veriyor. Hepsi de ağacın köküne götüren yolculuğun bileti gibi… Keyifli okumalar, şimdiden güzel seneler diliyorum :)
Yaz İzlenimleri Üzerine Kış Notları
Yaz İzlenimleri Üzerine Kış NotlarıFyodor Dostoyevski · İletişim Yayınları · 2021691 okunma
··
142 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.