Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

·
Puan vermedi
Dostoyevski bu kitabın ilk bölümünü bitirdikten sonra yeğeni Sonya'ya yazdığı mektupta romanın nihai amacını belirtip şöyle demiştir: "Romanın temel düşüncesi, mutlak iyi adamı anlatmak." Yazarın daha çok insan tahlillerinden bahsetmek amacıyla oluşturduğunu düşündüğüm eseridir. Aynı zamanda Dostoyevski'nin ilk ve ahlâki temel aldığı romanı, hatta en trajik ve en acı verici olanıdır. [Kitaba hemen girmeden önce şikayet edilmesi gereken bir husus olduğunu yazma gerekliliği hissettim. Sonuç bölümüne bağlayan o son bölümde yazar, bahsetmesi gereken ayrıntıları bilerek es geçmiş (Dostoyevski'nin kendisi belirtiyor bunu). Aslında son kez Rogojin ile kaçan Nastasya'nın o anlarını yazmasını beklerdim. Ayrıntıya girmesi gereken yerleri kestirip atmış gibi çabucak yazması, doğal olarak biraz hayal kırıklığı yaratıyor. Ayrıca Rogojin'in evinde bulunan ve her görenin önünde bir süre donup kaldığı "ölü isa" tablosu alman ressam Hans Holbein'nin eseridir. Karısının anlattıklarına göre Dostoyevski Avrupa gezisinde Cenevredeyken bu tablo karşısında 20 dakika kalmış, hatta sonunda sara krizine tutulmuştur. O kadar etkilenmiş olacak ki kitapta bu tablo'ya yer vermiş. Merak edenleriniz için : (Hans Holbein - Body of Dead Christ) şeklinde aratabilirsiniz.] Romanın baş kahramanı peygamberimsi havada olan sara hastası Prens Mişkindir ve yazarın "mutlak iyi" malzemesi yani diğer bir deyiş ile 'budala'sıdır. Dostoyevski hemen her filozofun araştırdığı sevgi meselesine farklı bir boyuttan yaklaşmaktadır. Dünyayı anlama ve anlamlandırma sürecinde önemli bir niteliğe sahip olan sevme, sevilme, değer görme, yazarın da eserinde çekirdek yapıyı oluşturmaktadır. Bana sorarsanız; Dostoyevski'nin bu eseri iyilik temasının sevgi teması ile birleştirildiğinde doğruluk, dürüstlük, açıklık gibi sahip olunan duyguların tam anlamıyla bir 'budalalık' olduğunu söylemektedir. Bir tık daha ileri giderek şunu söyleyebilirim ki, ahlâk'ın altını oymaktadır. Altı çizilesi birçok yer bulunan kitabın, en popüler cümlelerinden birinde bunu açıkça desteklediğini söylemek mümkün. “Bu devir, sıradan insanların en parlak zamanı; duygusuzluğun, bilgisizliğin, tembelliğin, yeteneksizliğin, hazıra konmak isteyen bir kuşağın devridir.” Öte yandan kitap da Nastasya-Mişkin ilişkisinden çok Aglaya-Mişkin ilişkisini sevme nedenime kısaca değinmek istiyorum. Prens ve Aglaya ilişkisi dostluk ve sırdaşlık üzerine kuruluydu. Hatta Aglaya bir keresinde "Hiç olmazsa tek bir insanla sanki kendi kendimleymişim gibi her şeyi konuşmak istiyorum." demişti Prense. Onlar sırdaşlık ve dostluk ediyorlardı. Aglaya havalıydı, kaprisliydi ama çok iyi bir eş olabilirdi, kuşkusuz. Fakat Nastasya'nın acı veren aşkı Aglaya'nın huzur veren aşkına tercih edildi. Prens Mişkin ütopik bir karakter olsa da bu tercih meselesi tamamen gerçekle paralel olabiliyor, dostlukla yoğrulmuş aşkı sevsek de 'acı veren' aşk olgusu insanlar için tercih sebebidir. Bilemiyoruz, bunun birçok psikolojik faktörü olabilir. Aşık olmak, dürüst olmaya cüret etmek aslında hayata karşı çok ciddi bir meydan okumadır. İçinde yaşadığı toplumda kabul edilen ama tam olarak anlaşılamayan, yaşam akışına bireysel olarak bir alternatif yaratmak isteyen, anlaşılabilir bir ahlak ve dürüstlük üzerinden yaşamak isteyen Prens, aşık olmaya cüret ederek kendi kaderini mühürledi ve benim içimi acıtan şekilde Aglaya İvanovna Yepançin'i de mahvetti. N'olursa olsun, Dostoyevski gerçekten iyi bir insan tasvir etmek istemiş olabilir ama ne kadar ironik? Kahraman olarak da bir aptalı seçti. Yinede kitap bittiğinde her okuyucunun aklında kalması gereken kocaman bir soru işareti olmalı... İyi bir insan başkalarına aptal gibi görünebilir. Bu bir hazindir. Çünkü ön yargısız ve çıkarsız iyiliğin hak etmediği, derin bir mağlubiyete tanıklık ediyoruz.
Budala
BudalaFyodor Dostoyevski · Übl Yayınları · 200325bin okunma
··
23 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.