Foucault, Deliliğin Tarihi'nde Descartes'ın akılsızlığı dışlayarak kendi düşünce biçimini ortaya koyduğunu belirtir. Descartes’ın, düşünce sisteminde rüyanın yanında her türlü hatanın biçimi olarak delilik vardır. Descartes'a göre deli olmak, bilgi rüya alemine girer. Çünkü, delilik insanın bedenine olan hakimiyetini çözer.Descartes, kendi kendine bu ellerin ve bu bedenin bana ait olduğu nu nasıl yadsıyabilirim, sorusu üzerine düşünürken, akıl ve maddilik arasındaki ilişkiye de değinir. Yani Descartes, delilik ve hayalgücünü bir araya getirir. Foucault'ya göre; Descartes rüya ve hayalgücünün, aklın dışlaması gerekenler arasına koyarak, yani akılsızlığı dışlayarak, kartezyen kuramı geliştirmiştir. O halde bu yönteme göre, düşünen kimse deli olamaz.
Foucault, "ilk olarak Fransız Devrimi'nden önce delilerin suçlu olarak kabul edildikleri doğru değildir; ikinci olarak delilerin önceki konumlarından kurtarıldıklarını düşünmek bir önyargıdır" der.Foucault, Pinel'in delileri saldığı söylenir; ancak onun özgür bıraktığı sadece sakatlar, yaşlılar, aylaklar ve fahişelerdir, diyerek Pinel'in delileri kurumlarda bıraktığını belirtir. Bu durumu da şu olaylara bağlar: bunların bırakılmasının nedeni, 19. yüzyıl başından itibaren sanayileşme hızının artması ve kapitalizmin, yedek işgücü ordusuna gereksinim duymasıdır. Bundan dolayı da çalışabilecek durumdayken, çalışmayanlar, kurumlardan çıktılar.
Böylece o zamana kadar bir kapatma kurumu olan şey, bir akıl hastanesi haline geldi.
19. yüzyıl boyunca bütün ruh karışıklıklarını kapsayan delilik kavramı, bugün için fazla genel kalmakta ve artık psikiyatride kullanılmamaktadır. Delilere artık eskisi gibi başka varlıklar olarak bakılmıyor. Günümüzde artık her bireyin toplum yaşamının baskısıyla içe itilen, gemlenen ya da kanalize edilen, isteklerinden oluşma bir karanlık ya da risk payı taşıdığı anlaşılmıştır. Örneğin öfkeden deliye dönmek, deyiminin açıkça dile getirdiği gibi herkes her an delirebilir;ya da kısa ya da uzun, belirli bir süre için deliliğe düşebilir.