Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

480 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Uğultulu Tepeler’i nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Genelde bir kitabı okuduktan sonra o buharı üstünde tüten duygularla yazmaktan kaçınmaya çalışıyorum. Bunun için birkaç gün bekledim bile. Sonra hadi ama kitabı bitirirken kalp krizi geçiriyordun dedim kendime. Çünkü cidden o dereceydi. Emily Bronte kitabı Kuzey İngiltere bölgesinde kurgulamış, biz o sığ dağları, çitlerle örülü malikanelerin arasında yaşıyoruz aslında nesiller boyu süren kırgınlık, hüzün ve aşk dolu olayları. Yerlerimiz ise fazla değil; bir Uğultulu Tepeler’deyiz, bir de Thrushcross Grange’dayız. Yeterince ‘’sınırlı’’ görünen bu iki yerde, aslında asıl sınırların ‘’kilometreler’’ değil de insanların akılları, kendi düşüncelerinde hapsettikleri belli kalıplaşmış fikirleri olduğunu deneyimliyoruz okudukça. Birbirini kardeş gibi tanıyan, aşkla aydınlanan iki kişinin yollarının imkansızlıkla bölünmesi, belli inatlaşmaların yaşanması ve ‘’kinsel’’ alana çekilmeleriyle aslında kendilerinden sonraki, nesilleri nasıl etkilediklerine dair çarpıcı bir serüveni içeriyor kitap. Çünkü bizde var olan bir güzelliği yakınımızdakine geçirebildiğimiz kadar kendi içimizde hapsettiğimiz kin ya da nefretli bir duyguyu da etrafımızdakilere kolayca geçirebiliriz. Ve burada işte ortaya kini, nefreti büyütmenin ve bunu yaymanın bir tür ‘’öç alma’’ haline geldiğini görüyoruz kitapta. Karakterlerin içlerindeki kötülüğün ya da iyiliğin saflığı beni çok etkiledi aslında. Yani burada duygu güzellemesi yapmaktan ziyade duygunun renginin duruluğunu dikkat çekici buldum. Aşksa aşkı anladım, ve o karakterin aşık olduğunu öfkesinde bile sezdirmiş Bronte. Ya da iyilikse eğer, bize karakterin en çılgın halinde bile iyi bir istençle hareket ettiğini anlatmış yazar. Bu elbette o zaman insanlar ‘’tek renkti’’ demek değil. Karakterlerde duyguların aslında daha net ifade edilmesinin bir tür teknik, yazarın özgün olduğunu düşünmemle alakalı bir fikir. Tabii ki o dönemin yani, çiftliklerde, kırsal alanlarda daha sakin, küçük ve iç içe geçen yaşam biçimiyle alakalı olmasının da büyük bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Çünkü kitabın sonunda, yazarın kız kardeşi olan Charlotte Bronte’nin de yazısında belirttiği gibi, Emily Bronte yazınında aslında kendi etrafında olup bitenin bir yansımasını aktarmış. Buradan da 1800’lerdeki dünyada insanların içlerinde elbette karmaşıklıklar taşısalar da daha ‘’net’’ renklere sahip olduklarını, daha keskin özelliklerle orta çıktıklarını düşünüyorum. ‘’Uğultulu Tepeler’in büyük kısmında ‘büyük bir karanlık dehşetin’ yattığını fırtınalı ve elektrikli atmosferinin içinde kimi zaman yıldırım soluyormuş gibi hissettiğimizi kabul etsem de, bulutlu gün ışığının ve tutulmuş güneşin hala var oldukları noktaları işaret etmek istiyorum. Gerçek bir iyilik ve sadakat timsali olarak, Nelly Dean karakterine bakın. Sabitlik ve nezaket örneği olarak Edgar Linton’a dikkat edin.’’ (sonsöz, s.476) Sonda yer alan Charlotte Bronte’nin bu sözlerine hak vermemek elde değil. Kitabı okudukça aslında, o rüzgarlı havada kah şapkanızı kah atkınızı tutmaya çalışırken karakterlerin tek bir duygu etrafında yani kendi özlerinde, oldukları hallerinin etrafında gelgitler yaşadıklarını görüyoruz. Aklıma hep Catherine’in kızı Cathy geliyor bunu derken. Çünkü karakter öylesine kendi ki, yapmış olduğu taşkınlıkların gövdesine indiğimizde ‘’ben böyleyim’’i görüyorsunuz. Bilmiyorum, dokundu. Aslında bence halen böyleyiz. Yani evet burda.. kitapta bahsedilen sadece insanlar ve olaylar değil, coğrafya, yaşam biçimi, gelenekler, kültür ve tarih. Bence klasiklerin en güzel yanı bizi tarihin ortasına atması, kaldı ki bu kitap bana bunu sonuna kadar yaşattı. Ama insan o günün insanının ‘’yazındaki netliğiyle’’ bugündeki insanı karşılaştırmadan edemiyor. Bence insanlar olarak halen aynıyız. Bence iyi iyilikle ışıyor ve kötü halen kötülüğü yaymaya devam ediyor. Sadece saklamayı, kamufle olmayı, modernitenin o tavan aralarına, asansör boşluklarına saklanabilmeyi öğrendik. Adapte olduk belki de. Günümüzün yazınında karmaşık hallerimizin aslında ne kadar da bizi tarif ettiğini düşünürken ve Uğultulu Tepeler’i okuduğumda aslında gövdemizdeki o tek rengin yönlendirişiyle hareket ediyoruz yine de diye ikileme kapıldım. Ve harika bir serüven yaşadım. Ateşli dili, içten karakterleriyle bu kitap bana sınav haftama beş kala harika bir trip yaşattı :’) Bitince boşluğa düşmedim değil, ama bu kitap emin olun ki ‘’okunduğuyla kalmayan’’ kitaplardan. Serüvencilere sevgiler!
Uğultulu Tepeler
Uğultulu TepelerEmily Brontë · İthaki Yayınları · 201642,1bin okunma
··
478 görüntüleme
Erhan okurunun profil resmi
Emily Bronte kardeşlerin en tutkulusu gibi geliyor bana. Tek kitap yazıp ilk giden olmasından da olabilir belki bu sezgi. Belki de Kate Bush'dan bilmiyorum. Kitabın bir parça gotik olduğunu düşünme sebebim de odur belki. Epey oldu okuyalı, bir de eski bir film vardı galiba. Aslında kardeşlerin yazın mücadelesine hayran olmamak elde değil. Jane Austen'dense ben Bronte kardeşleri öncelikle de Emily'i tercih ederim hep. Daha samimi gbi geliyor bana. Siz de samimiyetle hissettirmişsiniz deneyimlerinizi incelemede. Elinize sağlık + daha nice triplere:) Teşekkürler.
Iraz okurunun profil resmi
Keyifle okudum. Kitabı da okuyacağım. Kalemine sağlık
Nympheutria okurunun profil resmi
Uğultulu Tepeler'i okuyalı uzun zaman olmuştu, incelemenizden hareketle kitabı okuduğum zaman hissettiğim birtakım benzer duyguları tekrardan yaşadım. Teşekkür ederim, hem bunun için hem de bu harikulade inceleme için. :)
meltem şen okurunun profil resmi
Bazı şeyleri anımsatabildiysem ne mutlu bana, ben teşekkür ederim :)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.