"YALNIZLIK MI? BEN YALNIZIM ÖYLE Mİ? PEKİ YA KİTAPLAR?"Seni görmediğim için suçlu ben miyim?
Yoksa sen misin?
Bazılarımız kendimize körleşiriz.
Bazılarımız dışarıya.
Bazılarımız insanlara.
Bazılarımız görmek, bilmek, yaşamak, anlamak, inanmak ve hatta düşünmek bile istemediğimiz her şeye..
Kien de böyle.
Kişiliğini cam bir fanusta saklarcasına koruma arzusu ,kendisini insanlardan uzaklaştırıp tek sevdası kitaplarla baş başa bırakan biri.
Belleğindeki kütüphane en az gerçek kütüphanesi kadar dolu.
Körlüğü ; bir silah, bir savunma mekanizması olarak kullanan, görmek istemediklerinin gözbebeklerinden ruhuna sızmasına izin vermeyen ,zamanı çiğneyip tüketen bir ayrıcalık olarak görmeye başlıyor.
Aslında bu Kien için bir çeşit kaçma biçimi. Kendinden başka sığınmak isteyebileceği hiçbir şey yok.
Ve var olmak algılamaktır diye düşünürsek kör olmak, yok etmek onun için. Konuşan kitaplar, dillenen filozoflar onun ruhunun çığlıklarına benziyor.
Kitap üç bölümden oluşuyor.
DÜNYASIZ BİR KAFA
Gözlerini bilerek kapatıp, sorunları yok sayarak adım adım körlüğe koşan Kien, bir süre sonra kulaklarını da kapatmaya hatta heykel gibi davranmaya başlıyor.
Körlük mü, yokluğu keşfetmek mi, arada kalıyorsunuz okurken. Körlükten korkarken bile isteye kör olmak..
Her satırda biraz daha yaklaşıyoruz onun dünyasına. Dünyasız kafasına..
KAFASIZ BİR DÜNYA
Therese 'nin Kien 'i evden atmasıyla başlıyor. Ya da Kien 'in Therese 'yi eve hapsetmesiyle mi demeliyiz?
Pek çok karakter, pek çok olay, uzun betimlemeler, detaylı anlatımlar, ruhu kötü olan insanlar, ruhsuz kalanlar, yoğun bir nefret ve bencillik, katran gibi yapışıyor satırlara. Ilk bölüme göre kesinlikle daha sıkıcı ve zor. Ama muazzam derecede vurucu.
KAFADAKİ DÜNYA
Bu kısımda artık Kien 'in fanusunda bir delik açabiliyorsunuz. Monologları ve kardeşiyle yaptığı konuşmaları sonucunda; onu, korkularını, saplantılarını, yaklaştığı uç noktaları, hatta delirmek üzere olmasını okuyoruz.
Ama sorgulayarak. Deli kimdir, ya da sıradan insanla farkı nedir, diye düşünerek.
Bu kısımda Havva 'dan Adem 'e, Buda 'dan Hint felsefesine ,Yunan mitolojisine kadının büyük bir tehlike olduğunu ifade eden uzun paragraflar mevcut.
Bu, kendi parmak izlerimizi taşıyan bir dünyaya yabancı kalışımızın hikayesidir aynı zamanda. Betimlemeleriyle, kurgusuyla, karakterleriyle daha iyi nasıl olabilirdi ki diye düşündüren tarzıyla bir baş yapıt.
İlk kısımda kullanılan çok temiz dil, ikinci bölümde büyük bir karmaşaya, karışıklığa ve zorlaşan bir okumaya bırakıyor yerini.
Üçüncü kısım ise tam bir beyin yangını. Bence kitabın defalarca okunmasını gerekli kılan satırlar, yoğun olarak bu bölümde yer alıyor.
Aslında bu bir aydının, bir bilim adamının hikayesi. Kendisiyle tüm diğerleri arasında akıl almaz bir uçurum var. Bu yüzden her şeyi, tüm hazinesi olan kitaplarını dört duvar arasına, sadece kendisine saklıyor. Romanı bir bütün olarak düşünürsek, aslında fazlasıyla haklı.
Kendisini somutlayıp bir fanusun içine gönüllü olarak hapseden Kien, fanusun parçalanmasıyla darmaduman oluyor.
Dışarısı cehennem kadar korkunç onun için. Oysa kendi kafasının içinde bir cennet gizli.
Kien 'i çok sevdim. Çalışma azmine ve kütüphanesine tam anlamıyla hayran kaldım. Inanılmaz bir bellek muazzam bir güç ifade ediyor onun için.
Ve Therese tam bir baş belası. Kurnaz, açgözlü, insanın sinirlerini hoplatan bir tip. Mavi ve kolalı etekleriyle çıkıp durdu bir yerlerden.
Temiz kalpliliği hatta aşkı bile sorgulatan satırlarda kavramlar ve semboller büyük yer tutuyor.
VE ELIAS CANETTI.
1905'te Rusçuk 'ta dünyaya gelen bir İspanyol yahudisi. Dünya edebiyatında büyük bir yer tutan bu kitabı 26 yaşında yazdığını düşünürsek, ne kadar eşsiz bir kalemden bahsettiğimizi daha kolay anlarız belki de. Onun duygularını tetikleyen acıydı büyük ihtimalle. Ona bu eşsiz satırları yazdıran..
Keyifli okumalar..:)