Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

17. yüzyıl gibi ileri bir tarihte, hayvanların düşünme ya da hissetme yetisi olmayan robotlardan öte bir şey olmadığı görüşü ortaya atıldı. Örneğin, modern felsefenin kurucusu sayılan René Descartes (1596-1650) hayvanların bilinçli olmadıklarını –hangi şekilde olursa olsun bir zihinlerinin olmadığını– zira Tanrı’nın sadece insanlara bahşettiği bir ruha sahip olmadıklarını savundu. Descartes hayvanların bilinçsiz oldukları fikrini desteklemek için, sözlü dili ya da işaret dilini kullanmadıklarını –bu her insanın yaptığı, ama hiçbir hayvanın yapmadığı bir şeydi– göstermeye çalıştı. Hayvanların göründüğü kadarıyla maksatlı ve zekice davrandıklarını ve bilinçli gibi göründüklerini şüphesiz kabul ediyordu, ama gerçekte Tanrı’nın yarattığı makinelerden farklı olmadıklarını iddia ediyordu. Nitekim, hayvanlardan “otomatlar ya da hareket eden makineler” olarak söz ediyordu.1 Ayrıca, bir duvar saatinin zamanı insanlardan daha doğru söyleyebilmesi gibi, kimi hayvan makineler bazı işleri insanlardan daha iyi yapabilirdi. Descartes’ın yaklaşımının aşikâr –ve kendisinin tereddütsüz kabul ettiği– içerimlerinden biri, hayvanların hissetme yetisine sahip olmadıklarıydı; hayvanlar acının, zevkin ya da başka herhangi bir şeyin bilincine varmıyordu.2 Descartes ve izleyicileri hayvanları pençelerinden tahtalara çivileyip çarpan kalplerini açığa çıkarmak için vücutlarını yardıkları deneyler gerçekleştirdiler. Hayvanları yaktılar, haşladılar ve akla gelebilecek her şekilde sakatladılar. Hayvanlar acı çekiyormuş gibi tepki verdiklerinde, Descartes bu tepkiyi düzgün çalışmayan bir makinenin sesinden farksız görüp es geçti. Bağıran bir köpeğin yağlanması gereken gıcırdayan bir tekerlekten farklı olmadığını savundu. Descartes’a göre, Tanrı’nın yarattığı makineler olan hayvanlara karşı ahlakî yükümlülüklerimizden söz etmek, insanlar tarafından yaratılan makineler olan duvar saatlerine karşı ahlakî yükümlülüklerimizden söz etmek kadar saçmadır. Duvar saatiyle ilgili ahlakî yükümlülüklerimiz olabilir, ama bu gibi yükümlülükler gerçekte saatin kendisine değil, diğer insanlara karşıdır. Duvar saatini bir çekiçle parçalarsam, saat size ait olduğu için ya da kırılan saatin bir parçasının kazayla çarpması sonucu sizi yaraladığım için veya bir başkası tarafından kullanılabilecek mükemmel bir saati kırmak israf olduğu için buna itiraz edebilirsiniz. Keza, köpeğinize zarar vermeme yükümlülüğünü taşıyor olabilirim, ama bu yükümlülük size karşıdır, köpeğe değil. Descartes’a göre, tıpkı duvar saati gibi köpek de bir makineden öte bir şey değildir ve hiçbir çıkarı yoktur.3 Descartes’ın hayvanların sadece birer makine olduğu görüşünü paylaşmayan, gene de hayvanlara karşı ahlakî bir yükümlülüğümüz olabileceğini yadsıyan başka düşünürler vardı. Örneğin, 18. yüzyıl Alman felsefecisi Immanuel Kant (17241804) hayvanların acı çekme yetisine sahip olduklarını ve acı çekebileceklerini kabul etmiş, ama hayvanlar ne ussal ne de kendilerinin farkında olduklarından onlara karşı doğrudan bir ahlakî yükümlülüğümüz olabileceğini yadsımıştır. Kant’a göre, hayvanlar sadece insan amaçlarının araçlarıdır; “insanın aygıtları” olan hayvanlar, sadece bizim kullanımımız için vardırlar ve kendi içlerinde hiçbir değerleri yoktur. Hayvanlara uyguladığımız muamele Kant’ı sadece bu muamelenin diğer insanlar üzerindeki etkisi ölçüsünde ilgilendirir: “Hayvanlara karşı zalim olan kişi insanlarla ilişkilerinde de sertleşir.”4 Kant, sadık ve itaatkâr bir köpeği yaşlandığı ve artık bize hizmet edemeyeceği için vurup öldürürsek, bu eylemimizin köpeğe karşı hiçbir yükümlülüğümüzü ihlal etmediğini iddia eder. Bu eylem sadece, diğer insanların sadık hizmetlerini ödüllendirme ahlakî yükümlülüğümüzden ötürü yanlıştır; köpeği öldürmek, bu insanî yükümlülükleri yerine getirme eğilimimizi zayıflatabilir. “Hayvanlar söz konusu olduğunda, doğrudan ödevlerimiz yoktur.” Hayvanların varoluş nedeni “sadece bir amacın aracı olmaktır. Bu amaç insandır.”5 Hayvanlara karşı doğrudan ahlakî yükümlülüklerimizin olmadığı görüşü, yasalara da yansımıştı.6 19. yüzyıldan önce, yasalar hayvanlara karşı herhangi bir yükümlülük tanımıyordu. Hayvanlara, sadece insanın kaygıları, öncelikle de mülkiyet haklarıyla ilintili çıkarları ölçüsünde koruma sağlanıyordu. Simon Jane’in ineğini yaraladıysa, Jane’in bu eylemin kendisine kötülük etme isteğini gösterdiğini kanıtlaması durumunda, Simon’ın eylemi “mala kötü niyetle zarar verme” kanununu ihlal edebilirdi. Simon’ın niyeti Jane’e değil ineğe zarar vermek idiyse, Simon kötü niyetle zarar verme yasalarını ihlal etmekle suçlanamazdı. Yasa Jane’in ineği üzerindeki mülkiyet çıkarını koruyor, ama ineğin hiçbir çıkarını tanımıyor ya da korumuyordu. Simon’ın suiniyetinin Jane’in ineğine mi yoksa sahibi olduğu başka herhangi bir mala mı yönelik olduğu fark etmiyordu. Yasa hayvanlara zulmetmeyi mahkûm ettiğinde, bu mahkûmiyet çok ender istisnalarla, böyle bir davranışın başka insanlara karşı zalimce davranışlara yansıyacağı endişesi ya da hayvanlara karşı zalimce davranışların halkın maneviyatını tehdit edebileceği kaygısı şeklinde ifade ediliyordu. Yani yasa, Kant’ın dile getirdiği görüşü yansıtıyordu: Hayvanlara şefkatli davranmamızı gerektiren bir neden varsa, bu, hayvanlara karşı herhangi bir yükümlülüğümüzle değil, sadece diğer insanlara olan ahlakî yükümlülüklerimizle âlâkalıydı.
Sayfa 50 - 53 1. BÖLÜM www.veganoluyorum.comKitabı okudu
5 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.