Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

"O mü'minler aralarındaki işlerini istişâre ederek yürütürler." (Şüra 42/38) Rasûlullah (s.a.v.) bu hususta şöyle buyurmuştur: "İyi bilin ki Allah ve Rasûlü'nün müşâvereye ihtiyacı yoktur. Ancak Allah Teâlâ bunu benim ümmetime bir rahmet kıldı. Onlardan kim istişare ederse doğru ve yerinde hareket etmekten mahrum olmaz. Her kim de istişareyi terk ederse hatâdan kurtulamaz." (Beyhaki, Şuabu 'l-iman, VI, 76) "İstişâre eden pişmân olmaz." (Heysemî, Mecma'u'z-zevâid, II, 280) Ebû Hüreyre (r.a.), Rasûlullah (s.a.v.)'den daha fazla ashâbıyla istişâre oden bir kimse görmedim!" demiştir. (Tirmizi, Cihâd 35/1714) Hz. Süleyman (a.s.) da, oğluna nasihat ederken: "Yavrucuğum! Ehil bir kimseyle istişâre etmeden kesinlikle bir iş hakkında karar verme! Şâyet böyle yaparsan sonunda üzülmezsin!" demiştir. (Beyhaki, es-Sünenü'l-kübrâ, X, 110) Hz. Ömer (r.a.), toplumu ilgilendiren meselelerde karar vereceği zaman müslümanlarla istişare ederdi. Genç, yaşlı bütün âlimler Hz. Ömer'in danışma meclisinde bulunurlardı. (Buharî, Tefsir 7/5, 110/4; I'tisam 2) Ömer b. Abdülaziz, halife seçildiğinde, kendisine dâimâ doğruyu ve iyiyi tavsiye edecek bir istişâre heyeti kurmuş, onlar da halifeyi ikaz ve nasîhatleriyle yanlışlıklardan korumaya çalışmışlardır. (bk. Beyhaki, es-Sünenü'l-kübrá, X, 110) İstişâre edilecek kişilerin sâlih, müttakî, emîn ve işin ehli olmalarına dikkat edilmelidir. Zira Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz: "Kendisiyle istişâre edilen, güvenilir bir kimse olmalıdır" buyurmuşlardır. (Tirmizî, Edeb 57/2822) İstişâre eden kimseyi yanıltmak, büyük bir ihânettir. Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurur: "Kim doğru olmadığını bildiği halde müslüman kardeşine bir işi tavsiye ederse, ona ihânet etmiş olur." (Ebû Dâvud, İlim 8/3657) "Kime müslüman kardeşi bir mesele danışır, onunla istişâre eder de o da kardeşine yanlış yolu gösterirse, ona ihânet etmiş olur." (Buharî, el-Edebü'l-müfred, no: 259) İstişare neticesinde ortaya çıkan görüşe uymak zarûrî değildir. Ancak bir karar verildiğinde Allah'ın yardımına, tevfikine ve muhâfazasına itimad edip güvenmek îcâb eder. Azim ve tevekkül, müslümanın sahip olması gereken iki mühim esastır. İkisi birlikte bulunmalıdır. Ancak tevekkülü yanlış anlamamalıdır. Tevekkül, insanın kendisini ihmâl etmesi değil, zâhirî sebeplere sanımakla birlikte kalbini onlara bağlamayıp Hak Teâlâ'nın muhâfazasına sığınması demektir. (Fahreddin er-Razi, Mefâtihu'l-gayb, IX, 55)
Sayfa 498 - Erkam Yayınları, 1. Cilt, Âl-i İmrân Sûresi tefsiri
··
9 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.