Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

- Geçen yüzyılın sonlarında, davranış bilimci Tito Vignoli, bilimin nasıl ortaya çıkmış olabileceği sorusuna cevap ararken, özellikle memeli hayvanların ve bebeklerin çevrelerini önce kendilerinin bir parçası, sonra da kendilerine benzer bir yaratık olarak algıladıklarını fark etmişti. Bir kedi yavrusunun önüne yuvarlanan bir yün yumağı, önce yavruyu korkutur. Yavru yumağın etrafında dolanarak onun muhtemel tepkilerini tartmaya çalışır. Hiçbir tepki gelmeyeceği kanısını edinince yumağa dokunma denemeleri yapmaya başlar. En nihayet yumağın bir kedi yavrusu değilde ''tepkisiz bir nesne'' olduğuna kendini inandırınca onunla gönlünce oynamaya koyulur. ilkel insanın çevresine gösterdiği tepkiyi incelediğimizde kedi yavrusunun gösterdiği gelişme şeklinin çok benzerini gözlüyoruz. İnsan, doğanın muhtelif tezahürlerini insan özelliklerine sahip varlıklar olarak kabul etmiş, bunların çeşitli etkileri, temsil ettikleri varlığın keyfi icraatı olarak yorumlanmıştır. Bu , dünyanın çeşitli ortam ve iklimlerinde yaşayan tüm ilkel insanlarda aynı şekilde gelişmiş bir olgudur. Bugünün bütün gelişmiş toplumlarının tarihlerinde aynı safha her zaman görülür. Uzun bir süreden beri çok iyi incelenmiş olduğundan diğer tüm mitolojilerden daha iyi bilinen Yunan mitolojisini bir örnek olarak düşünelim. Önce Yeryüzü ( Gaia ) Kargaşa'dan (Kaos) yaratıldı (kimin yarattığı bilinmiyor). Gaia sonra Gökyüzü'nü (Uranos) doğurdu. Gökyüzü Yeryüzü'nün üzerine yağarak bereket getirdi, bitkiler, hayvanlar ortaya çıktı. Bunların çocukları Devler (Titanlar), Tepegöz'ler (Kikloplar = Yanardağlar) ve Yüz Kollular'dı (Hekontkheriler). Gökyüzü, çirkin oldukları gerekçesiyle Devler hariç tüm diğer çocuklarını Tartaros'a (Cehenneme) attı. Çok üzülen anne, Yeryüzü, Devleri babalarına karşı ayaklanmaya kışkırttı. En genç Dev olan Kronos (Zaman) babasını yendi ve baştanrı oldu. Ama Kronos babasının akıbetine uğramamak için kendi çocuklarını yutmaya başladı. Eşi, çocuklardan Zeus'u Girit'teki Dikte (veya Ida) dağındaki bir mağarada saklayarak gizlice büyüttü, Zeus büyüyünce babasına karşı ayaklandı ve onu yenerek bugünkü Kanarya adaları olduğu sanılan Fortunate (Mutluluk) adalarına sürdü, kendi de Olimpos dağının üzerinde bir tanrılar krallığı kurdu. Kendisi hem baştanrı, hem de gökyüzü, şimşek ve fırtına tanrısıydı. Kardeşi Poseidon denizler tanrısıydı, ama depremleri de o meydana getiriyordu. Üçüncü kardeş Hades yeraltnda olduğu var sayılan ölüler diyarı Tartaros'un ve madenlerin tanrısıydı. Evlilik ve doğum tanrıçası olan ablası Hera, aynı zamanda Zeus'un eşi ve Olympos'un baştanrıçasıdır. Zeus'un tüm kaçamaklarına ve kendisine yapılan tüm aşk tekliflerine rağmen hep Zeus'a sadık kalan Hera, aynı zamanda evliliği kutsayan tanrıçadır da. Zeus'un çocukları ise insan yaşamının ve doğanın muhtelif cephelerini temsil eden tanrılar olmuşlardır. Yunan mitolojisi bizlere MÖ 8 yüzyılın İzmir'li ozanı Hemeros'un ve ondan muhtemelen bir yüzyıl sonra yaşamış olan Hesiodos'un eserleriyle ve diğer bazı yazılı metin ve sözlü geleneklerle ulaşmıştır. 19. yüzyılda büyük ölçüde Osmanlı İmparatorluğu'nun toprakları üzerinde Avrupa ülkelerinin ve ABD'li bilim insanlarının başlattıkları arkeolojik çalışmalara kadar , bu mitoloji Yunanlılara has sanılıyordu. Ancak Mezopotamya'da yapılan kazılarda ele geçen çivi yazılı kil tabletler ve içeriklerinin okunması bilim dünyasını hayretler içinde bıraktı. Yunan mitolojisinin pek çok motif,, hatta hikayesi, bunlarda vardı. Bu öyküler, görüldüğü kadarıyla Yunanlılar ortaya çıkmadan çok önce ağızdan ağıza dolaşıyor, hatta kayıtlara geçiriliyordu. Ama en büyük şok, 1873 ve 1874 yıllarında Ninova'da yapılan kazılarda ele geçirilen malzeme nedeniyle yaşandı: British Museum'un Doğu Antikaları bölümünden George Smith, burada bulunan kütüphanedeki kil tabletlerde Tevrat'tan (Tevrat=Torab=öğreti, talimat, yasa anlamlarında) bilinen Yaradılış, İnsanın Cennetten Kovuluşu, Tufan, Babil Kulesi, İbrahim'den önceki peygamberler Zamanı ve Nemrud hikayelerinin putperest geleneği içerisinde sunulmuş şekillerini bulmuştu. Avrupa'da yer yerinden oynadı. O zamana kadar Tanrı'nın Musa'ya ilham ettiği sanılan bu hikayeler, Musa'nın lanetlediği putperest geleneğinde de aynen mevcuttu ve demek ki Musa'nın tanrısı YHWH ile bir ilgileri yoktu! Geçen yüzyılın sonunda Avrupalı doğubilimciler (yani eskiden Türkçede şarkiyatçı veya müsteşrik dediğimiz bilim insanları) Tevrat'ın Pentateuch denilen ilk beş kitabının, temelleri ta eski Sümerlilere kadar inen çok eski bir mitolojik geleneğin bir parçası olduğunu anlamışlardı. Ortadoğu'nun tamamı, hatta kısmen Mısır'ı da içine alacak şekilde, çok eski bir ilahiyat geleneğine sahip görünüyordu. Bu gelenek doğal olarak temasa geldiği yabancı kültürleri etkilemiş, hele düzeyi Ortadoğu kültürlerinin düzeyi altındaki kültürler bu etkiyi çok daha güçlü hissetmişlerdi. (....) Yunanca konuşan, fakat etnik köken olarak Yunanlı/Anadolulu kırması insanlar, mitolojiyi tatminkar, hatta inandırıcı bile bulmamaya başladılar. Nesillerdir Zeus'a dua edilmesine rağmen bugünde eskiden olduğu kadar gemi fırtınalarda kayboluyor, insanlar telef oluyor, mal-mülk heba oluyordu. Poseidon'a adanan tüm adaklara rağmen güçlü depremler Yunan şehirlerini kasıp kavuruyordu. Hades'e yapılan tüm yakarılar daha tek bir ölüyü bile geri getirmemişti. Asklepios dualara bazen cevap vererek bir hastayı iyi ediyor, ama bazen de etmeyeceği tutuyordu. Apollon'un Delfi'deki kehanetleri isteyenin istediği yere çekebileceği kadar muğlaktı. Tanrıların dünyası keyfiydi ve bu, Yunan kolonilerinde yaşayan bazı Batı Anadoluları rahatsız etmeye başlamıştı. Şu görünen alemin acaba başka, daha anlaşılabilir bir izahı olabilir miydi?
·
41 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.