Türk harekat plânı, öncelikle payitahtı koruma tedbirleri esasına dayanıyordu.Beşinci Ordunun ilk ve en büyük kısmı İstanbul’da toplanmış, 6. Ordu, onun arkasında ihtiyat destek kuvveti olarak tutuluyordu. Hiçbir zaman memleketlerine dönemeyecek olan Alman ihtiyat ve gönüllüleri limanlarda toplanmış, bunlar yedek birliklere verilmişti.Çanakkale Boğazının koruma mevzileri özel dikkat gerektirdiğinden, mayın engelleri güçlendiriliyor, tabyalar inşa ediliyor, sayısız havan ve seri atışlı bataryaları kuruluyordu. Nağra’da bir saldırıya karşı deniz altı bariyerleri ve yanıltma manevralarında kullanılabilecek projektörler kuruluyordu.Yine de, bütün askerî hazırlıkları tamamlamak, gerekli bütün stratejik tedbirleri almak mümkün değildi. Fakat, uçarcasına çabucak geçip giden haftalar boyunca vatanı korumak için memleketi ve orduyu bu kadar kısa sürede harbe hazır etmiş olmanın nasıl mümkün olduğu çoğu kişi tarafından bir bilmece olarak kalacaktı.Enver Paşa, şimdi Başkumandan vekili olarak, 12 Kasım 1914’de bir an bile soğukkanlılığını ve. vakarını kaybetmeden hazırladığı beyannamesini açıklıyordu. Her bir saniyesi iş ile dolu günlerle, uykusuz geçen gecelerin yorgunluğunu sadece göz çukurunun altından şakaklarına doğru yayılan dar gölgeler ele veriyordu. Kaşlarını sık sık yukarı kaldırması ve göz bebeklerindeki ateşli parıltı, göz kapaklarının uykuya ne kadar yabancı olduğunu gösteriyor, dış görünüşünden, bedenin de tükenmiş olması gerektiği anlaşılıyordu. Kendine hiç dikkat etmiyor veya kendine dikkat etmeye vakti yoktu.Saatlerce haritalarla uğraşıyor, cüretkâr operasyon plânları ortaya atıyor, ekseriya bu konu etrafında tartışmalar yapılıyordu. Daha ihtiyatlılar nazik uyarılarda bulunduklarında, hemen amirane bir tavır alarak, alnında şimşekler çakıyor, hakim jestlerle bütün itirazları bertaraf ediyordu.Bir insan olarak bu durum, onun için gerçekten kolay değildi. Her taraftan sıkıştırılıyordu. Her şeyin gönüllü olarak yapıldığını görmek istiyor, en önemlisi kendisine ayıracak en küçük bir zaman bulamıyordu. Keşke işler düzgün gitmiş olsaydı, ama bu olaylar gecikmeler, yapılamayan işler can sıkıntıları, hoşnutsuzluklar, çekememezlikler yoluna atılan küçük taşlar yüzünden, düzeni sağlamak genellikle çok zor oluyordu.Ara sıra otomobiliyle olayların gidişatını daha sağlıklı düşünebilmek için yalnız başına çalışma odasından uzaklaşıyor, geri döndüğünde genellikle bekleme odasındaki bütün kanapeleri dolmuş buluyordu. Tanıdığı, tanımadığı oradaki insanlarla konuşuyor, görüşmeler talep ediliyor, bilgiler veriliyor veya yüksek yetkililerin gizli görevlerinden haberler getiriliyordu. Çalışma odası bütün suların toplandığı bir baraja benziyor, hemen her gün, Giers, Bompard ve Mal- let gibi Büyükelçilerin gelip gittikleri sadrazamın sarayına görüşmeler yapmaya gidiyordu. Bu görüşmelerin başında memleketin iliğini emen başta Kapitülasyonların kaldırılması, gümrüklerin yükseltilmesi olmak üzere, Çanakkale Boğazı’nın kapatılması, yabancı okulların kontrol altına alınması ve yabancı postahanelerin kapatılmaları ve diğer meseleler yer alıyordu.Enver Paşa, Yeniköy’e giderken kendisiyle birlikte gelen Talat Paşa ve Halil Bey’e çocukca gülümseyerek: Bizim aldığımız hangi tedbirlere karşı, ilk önce nelerin protesto edileceğini bilmiyoruz. Ama hiç farketmez!” derken, haklıydı. Nitekim, yabancı postahaneler kapatılmış, 1 Ekim’de hukukî kapitülasyonlar kaldırılmış, gümrük vergileri yüzde on birden, yüzde oııbeşe çıkarılarak, birkaç gün sonra Türkiye’de yaşayan yabancılar, doğrudan vergiye bağlanmıştı. Böylece İktisadî kapitülasyonların hakimiyeti son bulmuştu. Ardından, Çanakkale Boğazı’nın kapatılması gerçekleşmiş, bunun üzerine, Londra tarafından, İngiliz donanmasına Bo- ğaz’ın girişini kapatması ve Ege denizine Türk gemilerinin çıkmasının engellenmesi emri verilmişti.Buna müteakiben, bir torpido botunun, bir İngiliz nöbetçi gemisi tarafından durdurulup, geri dönmeye zorlanması üzerine, Çanakkale Boğazı kumandanı tehlikeyi görerek, acele ile bir daha açmamak üzere Boğaz kapatılmıştı.29 Ekim’de ilk ateş salvoları başladı.Amiral Souchon, uzun ısrarlardan sonra Göben ve Bes- lau’un bir kaç Türk gemisi ile birlikte Karadeniz’e çıkma iznini aldıklarının akabinde, Rus filosu ile karşılaştığında çarpışmaya girilerek, Rusların bir mayın gemisi ile bir kurvazö- rü batırılmış, daha sonra Türk gemileri, Theodosia limanına dümen kırarak sahile ilk düşman selâmlarını yollamışlardı.Bu kapışma yankı bulmakta gecikmeyip, diplomatik görüşmelerin kesilmesine ve buna bağlı olarak da Rusya, Fransa ve Ingitere’nin harp ilânı şeklinde tezahür edecekti.Aynı gün Bakanlar Kurulu, Padişah tarafından tastik edilmesi gereken bir dünya savaşına girmemiz üzerine gerekli olan protokolün hazırlanması için olağan üstü toplanmıştı.Savaş ilânından sonra, derin bir karamsarlığa düşen, her türlü sorumluğu reddederek, istifa edeceğini söyleyerek tehdit eden Prens Said Halim Paşa —ki vazgeçirmek için uzun ve ikna edici konuşmalar gerekmişti— Sadrazamlığı sürdürüyordu. Hassas bir safraya delâlet eden sarı teni ile küçük, cılız olan Paşa, oturduğı yerden soğuk bir ifade ile, Bakanlardan fikirlerini açıklamalarını rica ettiği son günlerde kabine üyeleri arasındaki çatlak artık iyice ortaya çıkmıştı.Posta ve Telgraf Nazırı Oskan Efendi, bir savaş karşıtı olarak, savaş isteyen bir protokolü imzalamayacağını ve “Üzülerek, istifa edebileceğini” söylemiş, Çalışına Bakanı, Çürüksulu Mahmut Paşa da aynı fikri taşıyordu. Ticaret Bakanı Süleyman Efendi El Bustani de “Uluslararası bir barış kulubü”ne üye olduğundan, birden bire savaş yanlısı bir tutum içine girmesinin kesinlikle imkânsız olduğunu söylüyordu. Son olarak Talat Paşa, Maliye Bakanı Cavit Bey’in toplantıda bulunmadığından dolayı özür dilediğini ayın şekilde ayrılmak istediğini bildirmişti.İstifa eden Bakanlar, Bakanlar Kurulu salonunu terk ettikten sonra, Said Halim Paşa, Şeyhülislâm Hariri Efendi, Enver Paşa, Dahiliye Nazırı Talat Paşa, Meclis Başkanı Halil Bey, Bahriye Nazırı Cemal Paşa, Maarif Nazırı Şükrü Bey ve Adliye Nazırı İbrahim Bey tarafından imzalanarak Padişah’a gönderilmek üzere “Beyannâme”nin hazırlanmasına başlanmıştı.1