Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Savaş ilânından sonra, derin bir karamsarlığa düşen, her türlü sorumluğu reddederek, istifa edeceğini söyleyerek teh­dit eden Prens Said Halim Paşa —ki vazgeçirmek için uzun ve ikna edici konuşmalar gerekmişti— Sadrazamlığı sürdürüyor­du. Hassas bir safraya delâlet eden sarı teni ile küçük, cılız olan Paşa, oturduğı yerden soğuk bir ifade ile, Bakanlardan fikirlerini açıklamalarını rica ettiği son günlerde kabine üye­leri arasındaki çatlak artık iyice ortaya çıkmıştı.Posta ve Telgraf Nazırı Oskan Efendi, bir savaş karşıtı olarak, savaş isteyen bir protokolü imzalamayacağını ve “Üzülerek, istifa edebileceğini” söylemiş, Çalışına Bakanı, Çürüksulu Mahmut Paşa da aynı fikri taşıyordu. Ticaret Ba­kanı Süleyman Efendi El Bustani de “Uluslararası bir barış kulubü”ne üye olduğundan, birden bire savaş yanlısı bir tu­tum içine girmesinin kesinlikle imkânsız olduğunu söylü­yordu. Son olarak Talat Paşa, Maliye Bakanı Cavit Bey’in toplantıda bulunmadığından dolayı özür dilediğini ayın şe­kilde ayrılmak istediğini bildirmişti.İstifa eden Bakanlar, Bakanlar Kurulu salonunu terk et­tikten sonra, Said Halim Paşa, Şeyhülislâm Hariri Efendi, Enver Paşa, Dahiliye Nazırı Talat Paşa, Meclis Başkanı Halil Bey, Bahriye Nazırı Cemal Paşa, Maarif Nazırı Şükrü Bey ve Adliye Nazırı İbrahim Bey tarafından imzalanarak Padişah’a gönderilmek üzere “Beyannâme”nin hazırlanmasına başlan­mıştı.1914 Kasım’mın ortaları. İstanbul üzerinden, kenarları gümüşümsü köpükler gibi parça parça, aralarından gök yü­zünün soluk maviliklerinin göründüğü soluk giri bulutlar geçiyordu. Camilerin muhteşem kubbeleri her tarafta yük­seliyor, Altın Boynuz’un (Haliç) sakin suları, uyuyan bir in­sanın göğsü gibi inip kalkıyordu. Bu hareketlerinin ritmi es­ki, kıymetli bir metalin donuk parıltılı renklerini andırıyor­du. Her yerde köşkler, saraylar, surlar, karma karışık sokak­lar, teraslar halinde yükselen evler görünüyordu. Bahçelerin güzellikleri bunların arasına serpilmiş taflan ve. selvilerin koyuluğu biraz karamsar bir tesir bırakıyordu. Limandan uzun gemi sirenleri duyuluyor, demirlemiş gemilerin direk­lerinde hareketli martılar bembeyaz oyunlarım oynuyorlar­di. Otomobiller arasında iki tekerlekli kağnılar, yük altında belleri eğilmiş eşekler, altından kahverengi tenleri görülen rengarenk paçavralar içindeki çocuklar, şırıldayan çeşmeler, baca dumanlarının kokuları, harap binalar, dar dükkânlar, ahır kokusu ve benzin. Anlatılamayacak kadar farklılık, ışık ve gölge. Ama tek vücuttan bin nefes çıkıyor, sanki çok uzaklara uzatılmış kollar, köprüleri Galata ve Pera (Beyoğ­lu) na doluyordu.Şehrin cadde ve. sokaklarında kalabaklıkla bir yığın in­san dolaşmakta. Başların üzerinde Peygamberin yeşil sanca­ğı dalgalanıyor, koyu kırmızı üzerinde ayyıldızlı bayraklar dalgalanıyordu. Sayısız bayrak, sayısız insan. Fatih camiinin önünde “cilıad-ı mukaddes ilânını” selâmlıyordu.Neşeyle ve mağrur bir sevinçle Türkler, ülkelerinin ve dinlerinin sembollerini taşıyorlar, bağırıyorlar, marşlar söy­lüyorlardı. Sanki yarın savaşa gidilecekmiş gibi, yüzler ateşli bir arzu ile dolu, adaleler gergindi. Kendilerini tek vücut hissediyorlardı. Onlar kardeşti. Herkes aynı şey için savaşa­caktı. Bu küçücük olgu, büyük bir karışıklık ortaya çıkar­mıştı.Kalabalık, Tarabya’ya Alman konsolosluğunun önüne gelmiş, bağırmalar gittikçe köpürerek taşıyordu. Kalabalık Ermeni sahibi kısa bir süre önce Rus tebasına geçmiş olan Tokatlıyan Oteli önüne geldiklerinde atılan taşlar, bir anda bütün camları yere indirmiş, gittikçe artan insan kalabalığı­nı artık yan sokaklar bile taşımaz olmuştu. Bu geçit alayının korkunç bir canlılığı vardı. Bu büyük alayın nefesi, günün tozunu havaya kaldırmış, evlerden çıkılıyor, dükkânlar ka­patılıyor, işler duruyor, yemekler soğuyor, bebekler beşik­lerde ağlıyor, sığırlar sabırsızca toynaklarıyla yeri eşeliyor­du. Artık bütün işler durmuş, yığınlar burada birbiriyle kay­naşmıştı.
·
5 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.