Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

SUNUŞ Çevirmenliğe adanmış bir hayat mıdır benimki? Bilemeyeceğim çünkü şöyle düşünüyorum: Ülkemizde tiyatroculuk yapmış binlerce insan vardır, bunların büyük çoğunluğu yalnızca "tiyatroculuk yapmış" İnsanlardır, oysa, örneğin, Muhsin Ertuğrul için "hayatım tiyatroya adamış" biriydi diyebİliyoruz. Demek ki yalnızca bir işi yapmak o işe adanmış biri olarak anılmaya yetmiyor. O işin ne olduğunun, işlevinin, Öneminin toplumda anlaşılması, daha iyi koşullarda, daha iyi yapılması için bir savaş vermiş olmak da gerekiyor galiba ama daha da önemlisi savaşı kazanmak gerekiyor. Ben de yalnızca çeviri yapmış biri değilim, çeviri üzerine düşündüm, yazdım, çevirinin nasıl bir iş olarak algılanması, anlaşılması, yapılması gerektiği konusunda kafa yordum, bu konularda bilgimi arttırmak için kitaplar okudum, bazı algıları, çeviriden beklentileri değiştirmek için uğraştım ancak savaşı kazanamadım. Bahane bulmak İstesem çok bahane var. Ama yeniden başlamak gerek. Pekiyi, nereden başlayacağız? Elbette kaldığımız yerden. Kaldığımız yeri tam olarak bildiğimi iddia etmeyeceğim ancak yazdığım yazıların, farklı zamanlarda benimle yapılmış söyleşilerin bir kısmını bir kitapta toplamaya karar vermemin gerisinde yatan amaç, çevirinin, nasıl bir bilinçle, ne gibi sorgu-lamalardan geçirildiğini gösterecek Örneklere dönüp bakılmasına aracılık etmek. Çünkü o noktadan daha geriye gidildiği gibi bir izlenim içindeyim. 1980'li yılların aşağı yukarı ortalarında ülkemizde çeviribilim bölümleri (başlangıçta Mütercim Tercümanlık adıyla) açılmaya başlandı. Bölümlerin açılmasıyla birlikte çeviriye İlgi arttı, zamanla çeviribilim bölümlerinin, bu bölümlerde okuyan öğrencilerin sayısı arttı. Yerleşik çeviri anlayışı gözden geçirildi, çevirinin doğasını kavrama çabaları yoğunluk kazandı. Yazılar yazıldı, tartışmalar yapıldı. En Önemlisi de bu çabalar akademik dünyayla sınırlı kalmadı, uygulama Örneklerinden hareketle ve uygulama alanının İnsanlarını doğrudan İlgilendirecek şekilde yapıldı. Ülkenin en etkili dergilerinde yazılar, söyleşiler yayımlandı. Bilimsel bilgilere dayalı bir çeviri anlayışının oluşması yönünde yol alındı. Burada vurgulamak istediğim en önemli konu, akademik çalışmaların çeviri uygulamaları gerçeklerinden, örneklerinden kopuk olmamasıydı, ikisinin birbiriyle sıkı sıkıya bağlantılı olmasıydı. Böylece beni bu kitabı hazırlamaya yönelten şeyin ne olduğunu daha açık olarak söyleyecek noktaya geldim. Okuduğu-nuz zaman göreceksiniz, kitapta kuramsal tartışmalar varsa bun¬lar uygulamada karşılaşılan somut sorunlara, "bence, bana göre" diyerek, havadan, keyfi çözümler önermek yerine, önerileri nesnel bilgilere dayandırmak kaygısı yüzünden vardır. Çevirmenlerin tek tek çeviri tutumları olabilir ama nereye bastıklarını bilmeleri gerekir. Öncelikle ayaklarını sağlam toprağa basmalılar. Yalnızca çeviri yaparak çeviri öğrenilmez çünkü. Belki bir ömür boyu çeviri yaparsınız ama çevirinin doğasını hiç anlamamış olabilirsiniz. Bunun örneklerini de bol bol görmekte olduğumu söylemeliyim. O bakımdan bu kitapla dikkatleri özellikle çevirinin doğasını kavramamızı sağlayan kuramsal bilgilere, en önemlisi de bu bilgilerle çeviri uygulamaları arasındaki sıkı bağa çekmek istiyorum. Çeviri eğitimi verdiğim, yayınevlerinde editörlük yaptığım yıllarda edindiğim bir izlenimim var (bu izlenimim hâlâ da sürüyor): Çevirmenlerin çoğuna göre sanki çeviri başka şey, çeviri kuramı başka şey ve çeviribilimle çeviri uygulaması arasında hiçbir ilgi yok. Belki bu kitabın ikinci ve önemli bir amacı da bu inancı yıkmaktır. Birinci Bölümde altı kısa yazı okuyacaksınız. Bunlar, Çeviribilim dergisinde, Mayıs 2011-Mayıs 2012 tarihleri arasında -köşe yazısı gibi- yayımlanmış kısa değinmelerdir. ikinci Bölüm, farklı zamanlarda ama hep çeviri uygulamalarından hareketle yazılmış makalelerden oluşuyor. Yazılma amaçları da hep aynı: Çevirmenlerin yaşadıkları sorunların bazılarının kökeninde bazı "bilgisizliklerin" yattığına işaret etmek, çevirmenlerin çeviri bilincine sahip olmalarının önemini vurgulamaktır. Çeviri bilincine sahip olmak için ne bilmek gerekir, "uzman" çevirmen olmak ne demektir, bir çevirmen uzman olmadan işini iyi yapabilir mi, kendini ve kendi alanını savunabilir mi, kendine güvenebilir mi, gibi sorulara yanıtlar var yazılarda. Çoğunlukla 2007-2012 arası yazıldılar. Hatta bir kısmının da ısmarlama olduklarını, onları dergilerin özel sayıları için ısmarladıklarını hatırlıyorum. Bu yazılar özellikle seçilmiş şeyler değil. Elimin altında, hazırda, kayıtlı olarak kolayca bulabildiğim için kitaba aldım. Rastgele olmaları amacım açısından daha da iyi. Yazılış tarihlerini söylüyorum çünkü şimdi okuduğunuzda, benim gibi, size de çok eskiden yazılmış gibi gelebilirler. Oysa aradan aşağı yukarı yalnızca on yıl geçmiş. Daha on yıl önce çeviri bu kadar farklı ve çok sayıda sorgulamaya konu edilirken, on yıl sonra ne oldu da çevirmenler ya da çeviri üzerine görüş bildirenler için tek önemli konu "metnin aslına sadık kalmak", "yazarın üslubunu yansıtmak" oldu? Yazara sadakatin Önemsiz bir konu olduğunu söylemek istemiyorum, özellikle edebiyat çevirisinde önemli bir amaçtır bu. Ama "yazara sadakat"ten söz edenlerin sadakatten anladıkları şeyin ne olduğunu çok iyi biliyorum: Kaynak metnin sözcük ve yapılarının karşılıklarıyla metni aktarmak. Eğiticilik deneyimimden biliyorum, editörlük deneyimimden biliyorum. Çevirmenler bu düşüncelerini sadakat nedir, nasıl sadık olunur, üslup (biçem) nedir, ne işe yarar gibi sorgulamaların eleğinden geçirmiş olsalar böyle kolayca sadakatten söz edemezler. Edenlerden kuşkulanırım. Hangi çevirmen bir kaynak metin cümlesini pek çok farklı biçimde aktarma seçeneğiyle karşı karşıya kalmamıştır? Niçin kalmıştır? Sadakat, yalınkat bir kavram değildir de ondan. Böyle basit bir işlemle sağlanabilecek olsaydı bir kaynak metin cümlesinin, doğru ve sadık, tek bir çevirisinin olması gerekirdi. Oysa yok. işte bir anlamda bu kitap çeviribilimcilerin açtıkları aydınlanma yoluna davettir. Çevirmenlik hayatım boyunca, İyi çevirmenliğin sırrının ne olabileceği konusunu düşünmüş insanlarla karşılaştığımda hepsi, şaşmamacasına aynı soruyu sormuşlardır: Çevirmenin anadilini çok iyi bilmesi gerekmez mi? Buna elbette her zaman olumlu yanıt vermişimdir ama bir çevirmenin iyi bilmesi gereken birkaç başka şeyden de söz etmişimdir. Anadiline çeviri yapacak çevirmenden anadilini iyi bilmesinin beklenmesinden daha doğal ne olabilir? Ancak yine burada da insanın aklına çeşitli sorular geliyor. Herkes anadilini iyi bilir mi, kimler daha iyi bilir, anadilini İyi bilmek bir yetenek işi midir, eğitim işi midir? Yoksa çok daha başka bilinçli bir merak, İlgi, çaba işi midir? Kolayca elde edilecek bir sonuç mudur yoksa ömür boyu sürecek, ucu açık bir süreç midir? Bir çevirmene anadilini herkes kadar bilmek yeter mi? Çevirmenin anadilini sıradan bir vatandaştan daha iyi bilmesi gerekiyorsa bunu nasıl başaracaktır? Bunun çok çeşidi yolları vardır elbette ama ben şu kadarını söyleyeyim size, ne salt eğitimle ne da salt yetenekle olur bu iş. Basbayağı özel çaba ister, hem de sürekli ve ısrarlı bir çaba. Üçüncü Bölüme anadiline hâkimiyet çabasının bir Örneği¬ni vermek için Türk Dili üzerine yazılmış üç yazımı aldım. Bir çevirmenin yaptığı iş onu sürekli anadilinin yapısını, sözcüklerin İçeriklerini, kullanım özelliklerini, dildeki ifade biçimlerini, belli bir durumda belli bir İçeriğin normalde niçin şöyle değil de böyle dile getirildiğini düşünmeye zorlar. Ama çeviri yaparken amacının yalnızca "kaynak metne sadakat", "yazarın üslubuna sadakat" olduğunu söyleyen çevirmenin bunu yapması olanaklı mıdır? Çünkü en başta yanlış yöne, geriye bakmaktadır, ona birinin önüne bakması uyarısında bulunması gerekiyor. Çeviri hep geriye bakarak yapılmaz zaten, bir geriye bir ileriye bakarak, sürekli kaynak metinle erek metin arasında gidip gelerek, mekik dokuyarak yapılır. Ne demek istiyorum, isterseniz biraz daha açık söyleyeyim: Bir kaynak metin cümlesini, cümledeki sözcük ve yapıların anadilde¬ki karşılıklarıyla aktardıktan sonra çevirmen bir de dönüp önüne, anadilde ürettiği cümleye bakmak zorundadır. Bu kez çevirinin anlaşılır olup olmadığını, normal söyleyişe uyup uymadığını inceleyecektir. Çeviri anlaşılmıyorsa niçin anlaşılmadığını, aktarmak istediği içeriğin normal söyleyişe uyması için ne yapması gerektiğini düşünecek, niçin öyle yapması gerektiğini keşfedecektir. Bir kaynak metin cümlesini, cümledeki sözcüklerin ve yapıların karşılıklarıyla aktarmak basit bir iştir ve gerçek çeviri değildir, gerçek çeviri hayli karmaşık işlemler gerektirir. Bu İşlemlerin neler olduğu sır değildir. Öncelikle dilin toplumsal bir olgu olduğunu, dilde anlamın toplumsal uzlaşımlardan ürediğini dikkate alan her çevirmenin, belli bir dil topluluğunda belli toplumsal uzlaşımlara göre oluşturulmuş bir metni başka bir dil topluluğu okurları için yeniden üretirken o başka dil topluluğunda oluşmuş uzlaşımları dikkate alarak aktarım yapmasından doğal ne olabilir? Evet, çevirmen kaynak metne, yazarına karşı sorumludur, bunu yadsıyamayız ama erek dilde o metni okuyacak olanlara karşı da sorumluluğu vardır. Bu nasıl bir sorumluluktur, neleri içerir? En azından çeviride sorgulanması gereken bir konudur bu. Dördüncü Bölüm'de birkaç söyleşi bulacaksınız. Söyleşileri yapanların soruları İnsana bir çevirmen olarak daha önce hiç aklına gelmemiş konulara, küçük küçük farklı pencerelerden bakma olanağı veriyor. Yanıtlar bazen eksik, hatta bazen biraz ilişkisiz de olabilir ama hiç değilse kendi seçtiğiniz konulara, kendi İstediğiniz açılardan, kendi istediğiniz biçimde bakma eğiliminin dışına çıkıyorsunuz. Bunun da ayrıca yararı var. Beşinci Bölüm "Bir Edebiyat Çevirmeninin Mutfağından" başlığını taşıyor. Adı üstünde. Zaten biraz kişisel olan bu kitapta, bu son bölümde kendime iyice kişiselleşme özgürlüğü tanıdım. Kişisel öyküler de Öğreticidir, hepimizi her zaman ilgilendirir. Her zaman birer mucize öyküsü olmasalar da... Böyle derleme kitaplarda bazı düşünceler fazlaca tekrarlanmış olabiliyor. Bir yazıda dile getirdiğiniz bir düşünceyi bir söyleşide de ya da birkaç başka yerde de dile getirmiş olabiliyorsunuz. Bunları hiç ayıklamadım. Belli bir çeviri bilincinin temel direği olarak gördüğüm düşüncelerin döne döne öne çıkarılmasını amacım açısından özellikle yararlı gördüm.
Sayfa 9 - TEKİN YAYINEVİ, Birinci Baskı, Ekim 2019
·
70 görüntüleme
lazcuk okurunun profil resmi
i.hizliresim.com/bvOplm.jpg ''bu kitapta yok'' çetesine karşı 9. sayfanın görüntüsü linkdedir
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.