Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

104 syf.
8/10 puan verdi
Belirtmeliyim ki, bana göre bu tarz kitaplarda spoiler diye bir şey yoktur. Spoiler olsa olsa filmlerde, romanlarda vs. olabilir. Buna itiraz eden biriyseniz incelemeyi okumamanız konusunda sizi baştan uyarmak isterim. Normalde yurtdışında adeta bir gelenek haline gelmiş sözlük alışkanlıkları ülkemizde maalesef yaygınlık kazanmamıştır, en azından felsefe söz konusu olduğunda. Normalde her filozofun kavramları tanımlayışı farklıdır. Bu yüzden her filozofu anlamak için önce o filozofun hangi kavramdan ne anladığını bilmek gerekir. Yani Arendt için politika nedir, iktidar ne demektir, animal laborans, homo faber nedir gibi soruların cevaplarını bir kılavuz olmadan öğrenmeniz çok zordur. Bildiğim Türkçe filozof sözlüklerinden bir tanesi "Descartes Sözlüğü"dür. İlgilenen göz atabilir. Bu eksikliğin farkında olarak ve Arendt'in de ülkemizde pek bilinen bir filozof olmamasından dolayı, bu incelemedeki kimi açıklamaların, Arendt'in başka eserlerindeki görüşleriyle de desteklenerek açıklanacağını belirtmek isterim. Arendt bu eserinde iktidar, zor, kuvvet, otorite ve şiddetin aynı işlevi gördükleri için eşanlamlıymış gibi kullanıldıklarını söyler. Buradan hareketle bunların tek tek açıklamalarını yaparak aralarındaki ayrımlardan bahseder. Böylelikle şiddet ile iktidarın aslında aynı şeyler olmadıklarını, tam tersine birbirlerinin zıttı şeyler olduklarını savunur. Bu bağlamda bir kişinin iktidarda olması demek; bir grup insan tarafından desteklenmesi ve onlara vekaleten eylemde bulunması demektir. Dolayısıyla iktidardaki kişi halkın desteğini yitirdiğinde, iktidarını da yitirmiş olur. Türkiye'deki iktidar anlayışından hayli farklıdır Arendt'in argümanları ve tanımları; daha çok çağdaş ve modern dünya olarak tanımlanan "Batı"nın gerçekleştirmeye çabaladığı ve büyük ölçüde de sağladığı bir anlayıştır onunkisi. Burada "kamusal alan" devreye giriyor. Bu, herkesin özgürce düşüncesini beyan ettiği, insanların konuşarak, yani eyleyerek görünür olduğu, eylemi şiddet içermediği sürece kimsenin cezalandırılmadığı ya da soruşturmaya maruz kalmadığı, farklılıkların var olduğu ancak tam bir eşitliğin sağlandığı, insanların nezaket çerçevesinde birbiriyle iletişim kurduğu ... bir alandır. Bu alandaki nezaketin "estetik iyi" ile karıştırılmaması konusunda da uyarır Arendt. Yani birisi size kötü davranırken ona iyi davranmak ya da gülümsemek, nezaket olarak değerlendirilemez. Nezaket, karşınızdakinin de sizin eşitiniz olduğunu kabul edip ona göre davranmanızdır. Kamusal alan sayesinde insanlar görünür olur yani insan olur. Bu alanda bazıları diğerlerinden daha farklı olacaklardır elbette. Bu farklılık, savunduğu görüşü daha iyi dile getirebilmeye ve kendisi gibi düşünenleri daha iyi savunmaya dayalıdır. Bu bakımdan bir üstünlüğe sebebiyet vermez. Totaliter koşullar altında herkes tek tipleştiği için, kamusal alanda elbette farklılıklar olacaktır, ki zaten kamusal alanın temel koşullarından biri de budur. Arendt, bu alandaki eşitlik içerisinden sıyrılmayı "excellence", yani mükemmeliyet olarak niteler. Dolayısıyla bu farklılığa sahip kişiler mükemmel kişilerdir. Bu mükemmel kişiler, kamusal alanda çeşitli gruplaşmalar, yani politik partiler oluştururlar. Siyasi demiyorum çünkü, her ne kadar politika ile siyaset eş anlamlı olsalar da kökensel olarak birbirlerinden ayrılırlar. Yani politika kökensel olarak "polis"ten türemiştir; oysa siyaset, seyis'likten. Seyis, bir "at" bakıcısı, tımarcısıdır. Seyis'in Siyasetçi olduğu yerde, halk da doğal olarak "at" olacaktır. Dolayısıyla nasıl ki seyis'in iddiası, at için en iyisini bilmek, onun bakım'ından sorumlu olmak, yemini, suyunu verip sırtına binmek ise -çünkü at kendisi için iyi olanı bilmiyordur ve bu iyiyi gerçekleştirecek beceriden yoksundur (kabul edilsin ya da edilmesin böyle bir bakış açısına dayanır)- siyasetçi de kendisi için iyinin ne olduğunu bilmeyen halkın iyiliği için uğraşan ve yeri geldiğinde de sırtına binmesi gayet doğal karşılanabilecek birisidir. Oysa polis Antik Yunan'a dayanır ve Yunanlıların övündükleri en önemli ayrıcalıkları -isonomia, isegoria ve isokratia'ya dayanan- demokrasi anlayışlarıdır. Bu üç kavram eşitlik temeline dayanır ve günümüz parlamentolarındaki kürsü dokunulmazlığı, eşit sürede konuşma hakkı, adil katılım hakkı ve yöneticileri denetleme haklarına denk gelir. Diğer bir deyişle düşünce ve ifade özgürlüğü, eşit sürede konuşma hakkı ve yasalar önünde eşitlik ve yasaların yurttaşlara açıklığıdır, yani şeffaflıktır. Günümüz kamusal alan tabirinin temelini de zaten bu anlayış oluşturur. -Habermas'taki iletişimsel eylem modeli ile karşılaştırılabilir-. Toparlayacak olursak, insanlar herkesi ilgilendiren, ortak meseleleri kamusal alanda dile getirip tartışırlar, bu meselelere dair çözüm yollarını ararlar, bu alanda tartışmaların içeriği ve geçerliliği kendi aralarında ve yasalara dayalı olarak gerçekleştirilir. Yasalar, kamusal alandaki insanların bir çember oluşturup bir arada kalmalarını ve birbirleriyle bağlantılarını sağlarlar. Her ne kadar bu alandaki mükemmellerle bir parlamento oluşturulsa da bu, halkın geri kalanını politikadan uzaklaştırmaz, kamusal alanın kamudan uzaklaştırılması anlamına gelmez. İnsanlar kamusal tartışmaları gerçekleştirmeye ve mükemmellerin kararlarını tartışmaya devam ederler. Bu konuda söylenecek daha çok şey var aslında ama daha fazla uzatmak istemiyorum. Şiddete geri dönecek olursak, kamusal alanda şiddetin meşruluğu konusu tartışılabilir ancak bu, şiddetin sınırını belirlemek içindir. Arendt şiddeti asla savunmaz. Şiddet meşrulaştırılamaz ya da övülemez, sadece şiddetin kullanımının hangi koşullar altında zorunlu olabileceğine karar verilebilir. Çünkü meşruluk bir dayanaktır ve Arendt'e göre geçmişe dayandırılmak zorundadır. Oysa politikanın temeli şiddet değil, eylemdir. Bu anlamda şiddet, politik değil, antipolitiktir (apolitik ile karıştırılmamalı). Bu da şiddetin karşıtının şiddetsizlik değil de iktidar olduğu anlamına gelir. Yani ya iktidar vardır ya da şiddet. Ancak hiç bir yönetim bütünüyle şiddet araçları temelinde ayakta kalamaz. Örneğin bir makineli tüfek aracılığıyla yüzlerce iyi örgütlenmiş insanı denetim altında tutabilirsiniz ancak sonsuza kadar süremez bu. Bu nedenle iktidar, ancak gönüllü olarak sizi destekleyenler var olduğu sürece gerçek anlamda iktidardır. Kitapta Arendt pek çok örnek de veriyor Amerika'dan vs... Şöyle şeyler söyletebilecek örnekler de var: "Tarih değişiyor, ülke değişiyor ama zihniyet hep aynı..." Örneğin: “Kongre’nin 535 üyesi var ve bu liberallerin çoğu çocuk sahibi. Bunların kaçının çocuklarını Washington’daki devlet okullarına gönderdiğini biliyor musunuz? Yalnızca altısı.” Söyleyecek çok şey var aslında ama çok uzun oldu, gerçekten merak edenlerin ya da öğrenmek isteyenlerin bir "kılavuzu" olabilsin diye yazdıklarımı geri dönüp silmedim. Umarım biraz olsun faydalı olmuştur, sonuna kadar okuyabileni gönülden tebrik ederim. Kitabınız hiç eksik olmasın, keyifli okumalar...
Şiddet Üzerine
Şiddet ÜzerineHannah Arendt · İletişim · 2014183 okunma
··
435 görüntüleme
Tuğba okurunun profil resmi
Teşekkürler :) 😊
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.