Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

112 syf.
·
Puan vermedi
Küçüklüğümde hariciyenin ne demek olduğunu bilmez ve koğuş yazdığı için hapishane ile ilgili olduğunu sanırdım. Sonradan öğrendim ki hapisaneden farksız bir hastane odasında yaşanan hayatta kalma savaşı imiş. Okumadan önce bir şeyi daha öğrendim ki bu kitap Peyami Safa'nın kendi biyografisi imiş aslında... Okumak nasip oldu... Yazarın betimlemelerine psikolojik tahlillerine hayran kaldım. bir insanın iç dünyası hisleri bundan daha anlatılabilir mi bilmiyorum.  Çünkü hemen hemen her cümle için “bu cümle böyle de söylenebiliyor muymuş vay be!” dedirten bir kitap okudum. Bunu birde Sabahattin Ali de görüyoruz. Mesela şu alıntıya bakın ne kadar hisli bir insan "Ve baktım: Minderde üstüste konmuş iki yastık. (Demek annem biraz rahatsızlanmış ve buraya uzanmış) Masanın yanında rafın önüne çekilmiş bir sandalye. (Demek annem raftan bir ilaç şişesi almış.) Ha... İşte masanın üstünde bir şişe: Kordiyal (Demek annem bir fenalık geçirmiş.) Minderin üstünde ıslak, buruşuk bir mendil. (Demek annem ağlamış.) Benim de bu şişeye, iki yastığa ve bir mendile ihtiyacım var, ben de Kordiyal alacağım, uzanacağım ve ağlayacağım." "Ağaçların bile sıhhatine imrenerek yürürdüm" diyor yürümenin diyetini hisseden yazar. Roman henüz 15 yaşında iken hastane odalarında kemik hastalığı tedavisi için aylarca yatmak zorunda olan Peyami Safa’nın 15 yaşındaki günlerini anlatıyor.  Bu yıllar ise 1915 yılında denk geliyor.  Romandaki çocuk da tıpkı Peyami Safa gibi 15 yaşındadır ve hastanede tedavi görmekte, bunalımlara girmekte, hayaller kurmaktadır. Meçhul bir kemik hastalığıyla hastanelerde yıllarda mücadele eden on beş yaşındaki küçük bir çocuğun acı dolu, sıkıntılı, bunalımlı tedavi süreci; tedirginlik, eziklik, yalnızlık duygusu; doktorların olumsuz konuşmalarına rağmen hayata tutunma mücadelesi var romanda. Peyami Safa bu eseri eski kadim dostu Nazım Hikmet Ran'a ithaf etmiş.  Ve kitabın arkasında da bulunan Nazım Hikmet'in kitap ile ilgili düşünceleri şöyledir; "Ben Peyami'nin bu son romanını üç defa okudum, otuz defa daha okuyabilirim ve okuyacağım. Bu kitabın karşısında ben, yıldızlı göklerin sonsuzluğuna bakanve k layetenahi (sonsuz) alemde yeni pırıltılar, o zamana kadar hiçbir gözün görmediği acayip, fakat hakiki alemler keşfeden müneccimin hayranlığını duymaktayım. Eğer ıstırabı, azabı ve nefleyi coşkun bir ciddiyetle duyan öz ve halis halk kitleleri okuma yazma bilselerdi, bu romanın on bin, yüz bin, hatta bir milyon satması işten bile değildir." Peyami Safa, “Sultan Abdülhamit döneminde Sivas'a sürgün olarak gönderilen babasını, iki yaşında kaybetti. Annesi Server Bedia Hanım, kocasının ölümünden sonra İstanbul'a taşındı. Büyük maddi sıkıntılar içinde yaşamaya çalıştılar. Tüm bu sıkıntılara, Peyami Safa'nın 9 yaşındayken yakalandığı ve bütün ömrünce etkilerini gördüğü kemik hastalığı da eklendi. Doktorlar tarafından kolunun kesilmesine karar verilmesine rağmen, Safa buna izin vermedi. 17 yaşına kadar hastane koridorlarında zor bir hayat geçirdi. Çocukluk yıllarına ait izlenimlerini daha sonra "Dokuzuncu Hariciye Koğuşu" adlı eserinde romanlaştırdı”  Paşanın kızı Nüzhet yerinde duramayan yaşam dolu, hareketli bir genç kız. Paşanın kumral saçlı ela gözlü tek evladıdır. Babası ve annesi tarafından şımartılmış birazcık da hoppa görüntülü bir genç kızdır. Hasta çocuk ile bile gönül eğlendirmekten ve ona ümit vermekten çekinmeyen uçarı bir Paşa Kızı. Romanın kahramanı da bu kıza aşık. Şimdi romanı okumayanlar buradan sonrasını okumasın. Çünkü kendim için özet geçiyorum. İstanbul’un kenar mahallelerinden birinde annesiyle beraber oturan babasını kaybettiği için yetim kalmış olan on beş yaşındaki bir çocuk, küçüklüğünden beri, bacağındaki kemik hastalığından hastane hastane dolaşmaktadır. Onca tedaviye rağmen bacağının durumu hala ciddiyetini korumaktadır.   Hasta Çocuk, sol dizindeki meçhul bir hastalıktan dolayı yedi yıldır tedavi görmektedir. Birkaç kez ameliyat olmasına, türlü ilaçlar kullanmasına rağmen dizindeki iltihap bir türlü geçmemiştir. O gün yine doktora gitmiş, Doktorlar, sargıyı açmış, iltihabın şiddetli olduğunu görüp, pansuman ettikten sonra, dizini yeniden sargıya almışlardır. Annesi ile birlikte kenar mahallelerin birinde virane ahşap bir evde yaşayan bu çocuğun ruh hali git gide bozulmaya başlamıştır. Doktorlar bacağının kesilmesi gerektiğini düşünmeye başlamıştır.    O gün yeniden ameliyat olması gerektiğini öğrenip hastaneden çıktığında hemen eve gitmez, biraz moral bulmak, hastalığıyla ilgili her şeyi unutmak için bir süre şehirde, kırlarda dolaşır. Eve geldiğinde evde annesini bulamaz ama odanın halinden annesinin şiddetli bir baş ağrısı geçirdiğini anlar. O sırada annesi gelir. Yazar ise annesini üzmemek için ona gerçekleri anlatmaz. Annesini üzmemek için doktorların aksine olumlu şeyler söylese de annesi her şeyin farkındadır. Annesine Erenköy’e ve uzaktan bir akrabaları olan Paşa’nın evine gitmek istediğini söyler. Annesi izin vermiş paşanın da onu merak ettiğini söylemiştir.   Ertesi gün önce paşanın yanına gider. Paşa sağlık durumunun nasıl olduğunu sorunca kaçamak cevaplarla olayı geçiştirir. Paşa’nın on dokuz yaşında Nüzhet adında bir kızı vardır. Hasta Çocuğun kalbinde Nüzhet’e karşı güzel duygular uyanmaktadır. Buraya daha önceleri de gelip gitmiş bu evde kalmış boş vakitlerinde paşanın romanlarını okumuştur. Hasta Çocuk ile Paşa sohbet ederken içeriye kızı Nüzhet girer. Paşa, Nüzhet’ten okuyabilmesi için kitap ister. Nüzhet çıkınca, Paşa, hasta çocuğa bir de Doktor Ragıp’a görünmesini tavsiye eder. Paşanın uzaktan akrabası olan yazar küçük yaşlardan beri onunla konuşup, ona kitap okumaktadır.    O akşam yine bir roman okumaktadır fakat paşa uyuyunca Hasta Çocuk ile Nüzhet bahçeye çıkar ve havuz başında sohbet ederler. Delikanlı on beş yaşında, Nüzhet on dokuz yaşındadır. Delikanlı aralarında dört yaş olmasına rağmen Nüzhet’ i sevmektedir. Nüzhet’e duyduğu aşk, Hasta Çocuğa hastalığını, mutsuzluğunu, yalnızlığını, ezikliğini unutturmuştur. Bu sohbet esnasında Nüzhet, kendisini Ragıp adında bir doktorun istediğini söyler. Bu haber Hasta Çocuğu çok sarsar, ancak Nüzhet’in “Ragıp Bey beni istedi diye, ben de hemen evlenmiyorum ya… Hem ben daha on dokuz yaşındayım.” (s.23) sözleriyle biraz teselli bulmuştur. Nüzhet annesinin isteği üzerine uyumaya gider ve delikanlı da kendine olan tüm güvenini kaybetmiştir. Hastalığı onu çok daha olgun davranmaya sevk etmiştir. Baston kullanmadığı için o gece yatakta yorgun ve acı içinde kıvranmaktadır. Geceleyin Nüzhet, Hasta Çocuğun odasına gelir. Bir süre konuşurlar. Ertesi gün doktora gideceğinden Nüzhet onun uyumasını ister. Fakat yazar ona karşı olan ilgisini saklayamaz ve Nüzhet’i ilk kez öper. Nüzhet hiçbir şey söylemeden şaşkınlık içerisinde koşarak kendi odasına gider.   Sabah olunca yazar Kadıköy’e gider ve paşanın istediği kitapları alır. Sonra da annesine bir ay içerisinde gelemeyeceğini yazar. Oradan da doktora gider fakat operatörün dersi olduğundan görüşemezler. Operatörle ancak akşam saatlerinde görüşebilmeyi başarır. Doktor Mithat Bey onunla yakından ilgilenir. Mutlaka koltuk değneği kullanılması gerektiğini, hastalığının şakaya gelmeyecek derecede tehlikeli olduğunu söyler.   Doktor Mithat, hiç olmazsa baston kullanması için Hasta Çocuğu ikna etmeye çalışır. Çocuk köşke gelip Paşa’nın odasının önünden geçerken hararetli bir konuşmaya tanık olur. Odada Paşa, karısı, kızı Nüzhet ile hizmetçileri Nurefşan vardır. Herkes bir anda susar.   Nüzhet’in annesi aynalı dolabın içine saklanır. Kendisinden gizli bir şeylerin konuşulduğunu anlayan Hasta Çocuk, ne yapacağını bilemez, bahçeye çıkar. Köşkteki herkesi kendisine yabancı hisseder. Bir süre sonra Nüzhet gelir, gizli şeyler konuşmadıklarını, annesinin o sırada soyunduğunu, bu yüzden aynalı dolaba saklanmak zorunda kaldığını söyler. Delikanlı hayal kırıklığına uğrar ve Nüzhet’ in odasına konuşmaya girer.   Nüzhet delikanlıyı ikna eder. Hasta Çocuk, yatmak için odasına gider. Evin hizmetçisi Nurefşan, bugün Doktor Ragıp Bey’in annesinin Nüzhet’i istemek için geldiğini, bir-iki güne kadar söz kesileceğini, bir aya kadar düğün yapılacağını, sonbaharda ise doktorun, küçük hanımı Berlin’e götüreceğini, kendisinin odaya girdiğinde bu konuların konuşulduğunu söyler. Hasta Çocuk, Nüzhet’in kendisine yalan söylemesine çok kızmış ve üzülmüştür. “,“Nüzhet Bana Yalan Söyledi... yalan bana suçların en ağırı gibi geliyordu; ve bir yalan söylendiği zaman insanların değil, eşyanın bile buna nasıl tahammül ettiğine şaşıyordum. Yalana her şey isyan etmelidir. Eşya bile: Damlardan kiremitler uçmalıdır, ağaçlar köklerinden sökülüp havada bir saniye içinde toz duman olmalıdır, camlar kırılmalıdır, hatta yıldızlar düşüp gökyüzünde bin parçaya ayrılmalıdır…” (s.49) Çocuk, Nüzhet’in odasına gidererek konuşmak istediğini söyler. Nurefşan’dan her şeyi öğrendiğini, kendisine yalan söylenmesinden hoşlanmadığını ifade eder. Nüzhet’in yarı çıplak görüntüsü, Çocuğa her şeyi unutturur. Hasta Çocuk ile Nüzhet tekrar öpüşürler. “Mum ışığında yarı çıplak, ne kadar güzelleşiyor! Her kımıldanışında bazı bir çocuk, bazı bir genç kız, bazı da bir kadın beliriyor: Saçlarının gıdığından kurtulmak için başının yaptığı ilcaî küçük sıçrayışlarıyla bir çocuk, gömleğinden kurtulan yarı çıplak bir omuzun yavaşça ve utangaç içeri kaçışıyla bir genç kız; ve arada bir, arzulu bir teneffüsle gerilen göğsünün ileriye çıkışı, kendini gösterişi ve kuvvetli kabarışıyla bir kadın.” (s.54) Hasta Çocuk, ertesi gün neşelidir. Paşa’nın, yengesinin ve Nüzhet’in de tavırları sıcaktır. Yaşadığı mutluluğun yok olmasından korkmaktadır. Nüzhet’le, kükürt serpmek bahanesiyle bağa giderek orada yeniden öpüşürler. O akşam Doktor Ragıp Paşa’nın evine yemeğe gelmiştir. Söz hastalığından açılınca Hasta Çocuk, -Doktor Ragıp- karşısında eziklik duyar. Konukları gidince Paşa yazara doktor hakkında görüşlerini sorar. o da Ragıp’ ı Nüzhet’ e yakıştıramadığını, on dokuz yaşındaki bir genç kızın, kendisinden on altı yaş büyük bir adamla mutlu olamayacağını söyler. Bu yanıt, Nüzhet’in annesinin pek hoşuna gitmez, onu sinirlendirir ve yengesi ona karşı kin tutmaya başlamıştır. Paşa da bu yanıttan hoşlanmamış ve “Nüzhet senin kardeşin. Onunla beraber büyüdünüz. O senin kardeşin!” (s.67) diyerek anlamlı bir şekilde uyarmıştır. Hasta Çocuk tekrar hastaneye gider, durumu iyi değildir. Ameliyat olması gerekmektedir. Doktor, ameliyat öncesinde on-on beş gün iyice dinlenmesini tembihler. Nüzhet’ten ayrıldıktan sonra bacağındaki ağrılar şiddetlenir. Hasta Çocuk, yemek odasının önünden geçerken Nüzhet’le annesinin tartıştıklarını duyar. Nüzhet’in annesi kızını Hasta Çocuktan soğutmak için hastalığının bulaşıcı olduğunu, çatalını kaşığını ayırttığını, onun bir mikrop olduğunu söyler ve kızını şiddetli bir biçimde azarlar. Bunun üzerine evden ayrılmaya karar verir. Erenköy eczanesinde pansumanların iyi yapılmadığını bahane ederek evine gitmek istediğini Paşa’ya söyler. Ancak annesinin de o gün paşalara geleceğini duyması üzerine kararını değiştirmek zorunda kalır. Ertesi gün, Doktor Ragıp’la annesi de yemeğe davet edildiği köşke yemeğe gelmiştir. Paşa ile Doktor Ragıp, Fransız kültürünü ve dilini öven konuşmalar yapmışlar, Türkçenin yetersiz bir dil olduğundan bahsetmişlerdir. Hasta Çocuk daha fazla dayanamaz ve Türkçenin güzelliklerinden bahseder. Tartışma giderek şiddetlenip tehlikeli bir durum alır. Hasta Çocuk susmayı tercih eder. Hasta Çocuk ile annesi köşkte birkaç gün daha kalır. Fakat köşkte her şey değişmiştir: Geceleri havuz başında buluşmalar, gündüzleri bağa gitmeler, Paşa’ya roman okumalar bitmiştir. Hasta Çocuğun gönlü de bedeni gibi çok kötü durumdadır. Nüzhetle bir konuşmasında “şayet elinde olursa sa nereye gitmek istediğini sorar.” Nüzhet bir şeyleri ima edercesine “Berlin’e gitmek istediğini “söyleyerek Çocuğa en ağır darbeyi vurmuştur. Hasta Çocuk her şeyin bittiğini anlamıştır. Hızla geçen günlerden sonra nihayet evine dönen yazarın ağrıları gün geçtikçe arttığından annesi onu fakülteye götürür. Operatör Dr Mithat Bey, ona durumun ciddiyetini hatırlatır ve yerinden bile kıpırdamamasını ister. Kesinlikle koltuk değneği kullanması ve dinlenmesi gerektiği söylenir. Hasta Çocuk evine gelir. Komşular, akrabalar, dostlar kendisini yoklamaya gelen yakınları onu teselli etmeye çalışır. “Ağaçların bile sıhhatine imrenerek yürürdüm. Ben de onların arasındaydım ve onların arasında büyüğüm de yoktu. Yalnız bende meçhul bir hastalık vardı, sekiz yaşımdan beri çekiyordum. Ben de o muayene odasının ve nice muayene odalarının önünde senelerce bekledim. Benim yanım da büyüğüm de yoktu. Yalnız başıma demir parmaklıklı kapıdan içeriye girerdim, dokuzuncu hariciye koğuşuna doğru ağaçların bile sıhhatine imrenerek yürürdüm, camlı kapıların garip bir beyazlıkla gözlerime vuran ve içimde korku ile karışarak yuvarlanan parıltıları arasında o dehlize girerdim, ve yalnız başıma bir köşeye ilişirdim, kımıldamazdım, susardım, beklerdim, rengimin uçtuğunu hissederdim.” Tekrar fakülteye gittiğinde Operatör Dr Mithat Bey, bacağının kesilmesi gerektiğini söyler fakat buna razı olmayan yazar birden bayılıverir. "  Evde bıçakla ekmek kesilmesine bakamıyorum. Ameliyattan sonraki hâlimi düşünmek de ayrıca dehşet veriyor. Büyük bir uzvun boşluğunu hissetmeye nasıl dayanacağımı anlamıyorum, bir diş çektirdikten sonra bile yerinde ağızdan daha büyük bir boşluk kaldığı zannedildiği halde ayrılan bir bacağın yerinde kalan uçurumun baş dönmesine nasıl alışılır?” (s.88-89) Askerî hastanede çalışan dostlarından biri onu çalıştığı bir askeri hastaneye götürür. Oradaki Alman ve Türk doktorlar bacak üzerinde yirmi gün boyunca yeni bir tedavi yöntemini uygularlar. Bu yeni tedavi delikanlıya çok ağır gelir ve delikanlı acılar içinde kalır. “Giyinip soyunurken, pansuman yapılırken, minderin üstünde uzanırken, dakikalarca mahkûm uzvuma bakıyorum; her parçası, her hareketi, her yeni aldığı şekil bana birçok düşünceler veriyor, canlanıyor, ehemmiyet kazanıyor ve öteki sağlam uzuvlar arasında idama mahkûm bir kardeş gibi, endişeli bir hareketsizlikle susuyor. Cellâdın bıçağına teslim olacak olduktan sonra senelerce bu işkenceyi niçin çekti? Niçin kan ağladı?” ( s. 88) “Vücudunun büyük bir parçasını kaybetmek hayaline bir saniye katlanamıyorum, içime baygınlıklar geliyor, ellerimle hasta bacağı tutuyorum ve onun ölümünü kendi ölümümden daha dehşetli buluyorum.” ( s. 89) Çocuğun bacağı son bir ümit olarak başka bir operatöre gösterilir. Operatör, hastanede aylarca kalıp birkaç ameliyata dayanabilirse bacağını kurtarabileceğini söyler. Çocuk “Dayanırım!” diye bağırır.  “Onu testere altında tasavvur edemiyorum; keskin bir çeliğin kalın bir kemik üstünde yürüyüşü -hele çıkaracağı ses- tüylerimi ürpertiyor. Fakat tahayyül etmekten daima kaçtığım bu korkunç tasavvur, en ummadığım zamanlarda beynime musallat oluyor. ( s. 89 ) Bacağının kesilmeyecek olması, Hasta Çocuğu yeniden hayata bağlar. Hasta Çocuk, Dokuzuncu Hariciye Koğuşuna yatırılır, burada derin bir yalnızlık duyar. Odanın karanlığı, sessizliği, çevresini kaplayan duvarlar… Burası hapishane gibidir. Korkularına dayanamaz ve bütün gücüyle bağırıp çağırırken Nüzhet’in adını sayıklar. Doktorlar Nüzhet’in kim olduğunu sorarlar. Hasta Çocuk ağlamaya başlar. Hasta Çocuk acılar içinde kıvranarak, baygınlıklar geçirerek dayanmaya çalışır; fakat onca zahmet ve eziyete rağmen, yapılan tedavilerin hiçbir yararı olmaz. Hasta Çocuk endişe içinde ameliyat olacağı günü bekler. Sonunda ameliyat günü gelir. Ameliyat bitince ve yedinci pansumandan sonra doktor bacağının kurtulduğunu ancak yere basamayacağını söyler. Bu günlerde Nüzhet’ ten ona bir kart gelir. Bu kartta, Paşanın hastalandığını Nüzhet’ in de Doktor Ragıp’ la nikâhlanacağı yazmaktadır. Acılar içinde geçen günlerin sonunda annesi Doktor Mithat ve arkadaşı onu hastaneden taburcu ettireceklerdir. “Yarın hastaneden çıkacağım… Dışarda yaşamaktan korkuyorum. Kalanların bana karşı gıptalarına biraz merhamet de karışıyor. Nadir insanların bildikleri ince bir saadeti kendilerin hasrediyorlar. Hasta olmayanların bilmedikleri bu saadeti, ilerde, hiç olmazsa hatırlayabilsem. Bir gün hastanelerde okunmak için bir roman yazsam ve bu notlarımı içine karıştırsam… Büyük bir hastalık geçirmeyenler, her şeyi anladıklarını iddia edemezler. İki hasta kadar birbirine yakın hiç kimse yoktur.
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
Dokuzuncu Hariciye KoğuşuPeyami Safa · Ötüken Neşriyat · 2022101,6bin okunma
·
208 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.