II. Dünya Savaşı'nın başlamasından hemen önce bilim adamları bu enerjiyi araştırıyorlardı. Aralarından bazıları, soğurduğundan daha fazla nötron yayacak bir çekirdeğe sahip bir atom bulabilirlerse ve bu atarnun çekirdeğini parçalayabilirlerse, bir "zincirleme tepkime" üretebileceklerini düşünüyordu. Uranyum(radyoaktif bir metal) atomlarının bu işi yapabileceğini tasarlıyorlardı. Parçalanmış uranyum çekirdeğinden yayılan nötronların başka bir çekirdeği parçala ması sağlanabilirdi, böylece bir başka çekirdeği parçalayacak daha fazla nötron açığa çıkabilir ve bu böyle sürebilirdi. Açığa çıkan enerji çok büyük olacaktı -o zamana kadar dünyada görülmediği kadar büyük. Böyle bir enerji kullanılarak ucuz elektrik üretilebilir, bu da insanoğlu için bir nimet olurdu. Öte yandan biri bu enerjiyi birden serbest bırakmayı başarabilirse, bir kenti yok edecek güçte bir bombaya sahip olabilirdi. II. Dünya Savaşı bu kuramı sınamak için bir olanak sağladı. Savaşın başlarında dört fizikçi (dördü de Yahudi'ydi, Avrupa'da doğmuşlardı ama ABD'de yaşıyorlardı ve Hitler'in Yahudiler ile ilgili tasarılarının farkındaydılar), Başkan Roosevelt'e bir sözcü gönderdiler. ABD'nin Almanlardan önce bir atom bombası (yani nükleer bomba) yapması gerektiğine dikkat çekiyorlardı. Roosevelt bunun gizli ve hızlı bir biçimde yapılmasına karar verdi. Proje merkezleri çabucak kuruldu, önce üniversitelerde, sonra da ıssız vadilerde ve boş çöllerde. Projeye başka ülkelerden gelen uzmanlar da katıldı ve 1945'e gelindiğinde 120.000 kişi bu proje için çalışıyordu. Yanıtı aranan ilk soru şuydu: Zincirleme tepkimeler yalnızca kuram mıydı, yoksa gerçekleştirilebilir bir şey miydi? İtalyan fizikçi Enrico Fermi başkanlığındaki bir ekip tehlikeli araştırmalar yaptı. Chicago Üniversitesi futbol stadyumunun altındaki bir duvar tenisi salonunda gizlilik içinde çalışıyorlardı. En sonunda korkunç bir deneye kalkışarak, "Rüzgarlı Kent" olarak anılan Chicago'yu daha rüzgarlı bir kent haline getirmeden, kendi kendine devam eden bir zincirleme tepkime gerçekleştirdiler. 1945 Temmuzu'nun ortalarında uzmanlar bir atom bombası denemesi yaptılar. Amerika Birleşik Devletleri'nin güneybatısındaki bir çölde çelik bir kulenin üzerinde bomba patlatıldı. Göz kamaştırıcı bir ışık bütün gökyüzünü kapladı, bir sarsıntı dalgası gümbürdedi ve tepelerde yankılandı. Açığa çıkan ısı kulenin buharlaşmasına yol açtı ve çöl kumunu eriterek cama dönüştürdü. Bir ateş topu yükseldi, ardından dev, kabarık bir mavimsi bulut göründü. Araştırma ekibinin başı Robert Oppenheimer 30 kilometre öteden her şeyi kaynakçı gözlüğüyle izliyordu. Manzara ona Hintlilerin kutsal metinlerinde geçen bir sözü anımsatmıştı: "Artık Ölüm'üm ben, dünyaları yok eden."
Burada öykümüz bilimden bilimin uygulanmasına geçiyor. Roosevelt ilkbaharın başlarında ölmüştü ve artık başkan Harry Truman'dı. Atom bombasını kullanıp kullanmama kararını vermek ona düşmüştü. Bomba kullanılırsa çok sayıda suçsuz Japon'un öleceğini biliyordu. Ama (daha sonra söylediklerinden anlaşıldığına göre), bombanın neler yapabildiğini görürlerse Japonların savaşmaktan vazgeçeceğini de düşünüyordu. Japonya'yı işgal etmeye çalışmaktansa, bombayı kullanarak teslim olmaya zorlamak, çok sayıda Amerikan askerinin ve çok daha fazla sayıda Japonun yaşamını kurtarabilirdi. Bombayı kullanmak için Truman'ın bir nedeni daha vardı: Ona sahipti! Bombanın gerisinde iki milyar dolarlık ve üç yıllık bir çalışma yatıyordu. Bütün bunların boşa gitmesine izin verebilir miydi? Bu dehşet verici şeyin Japonya'ya atılmasını emrettiğinde aslında kullanılmamasına karar vermemek için kullanılmasına karar vermişti. 1945 Ağustosunun başlarında hava erieri bir B-29 "uçan kale" uçağına bir atom bombası yüklediler. Uzmanlar ona Küçük Oğlan diyordu ama kanatçıkları olan uzun, siyah bir çöp kutusuna benziyordu. Pilot 2.400 kilometre uçarak Japonya'nın güneyine vardı ve ora da bir liman ve askeri karargah olan Hiroşima kentine bombayı attı. Bomba kent merkezinde altı kilometrelik bir alanı dümdüz etti ve ardında ölen veya can çekişen 80.000 kişi bıraktı. Kentin kenarinda ailelerindeki bir öğretmen ve öğrencileri felaketi şöyle yaşamıştı: Öğretmen, "Oo, bir o" diye bağırmıştı, B-29 uçağını kastediyordu, bütün çocuklar yukarı bakmıştı. Parlak bir ışık görmüşler ve korkunç bir sıcak dalgası hissetmişlerdi. Sonrasını bir öğrencinin anlattıklarından öğreniyoruz: "Zifiri karanlık [oldu]; [ve] karanlığın derinlerinden parlak kırmızı alevler çatırdayarak yükseldi ve her yere yayıldı. Arkadaşlarımın yüzleri yanmış ve kabarcıklarla dolmuştu, giysileri paçavraya dönmüştü; sendeleyerek yürürkenki titrek görüntülerini nasıl anlatabilirim? Öğretmenimiz, civcivlerini koruyan bir tavuk gibi öğrencilerini etrafında topladı ve öğrenciler de korkudan donup kalmış civcivler gibi başlarını öğretmenlerinin kollarının altına soktu."