ÇÖL Gobi'de hayata çok önem verilmezdi. Rüzgarın süpürdüğü, bulutlara kadar uzanan yüksek yaylalar. .. Güney taraflarına giden göçmen kuşların ziyaret ettiği, kenarı sazlıklı göller. .. Bu geniş alanın bütün şeytanları tarafından ziyaret edilen heybetli Baykal Gölü ... Kış ortalarının aydınlık gecelerinde, ufkun üzerinde alçalan, yükselen kutup yıldızının ışığı! Aşağı Gobi'nin bu köşesinde, çocuklar, zahmet ve sıkıntıya karşı yalnız katılaşmış değil, ta doğumlarından itibaren buna adanmışlardı: Ana sütünden keçi sütüne geçer geçmez, çocukları artık kendi kendilerine yetebilir kabiliyette kabul ediyorlardı. Aile çadırlarında, ateşe en yakın yerler, olgun, yaşlı savaşçılara ve misafirlere ayrılırdı. Bazı zamanlar, kadınlar sol tarafa oturabilirlerdi. Fakat arada bir mesafe kalması gerekmekteydi. Kız veya erkek çocuklara gelince, bunlar nereyi bulurlarsa oraya otururlardı. Yemekte de aynı durum söz konusuydu. Baharda, keçiler ve inekler bol süt vermeye başlayınca, her şey yolunda giderdi. Koyunlar semizler, av daha bol olur ve kabilenin avcıları tilki, san-· sar gibi kürklü, zarif hayvanlar ye'.ine bir ayı, bir geyik getirirlerdi. Her şey kazana atılır, her şey yenirdi. Önce güçlü, kuwetli erkekler yemeği alırlar, sonra yaşlılarla kadınlar tencereyi önlerine çekerler, çocuklar da kemiklerle sinirleri birbirlerfrıden kapmak için yarışırlardı. Kışın hayvanlar zayıf olunca, çocuklar beslenemezdi. Süt yalnız kımız halinde mevcuttu. Kımız, tulumlara doldurulan, dövülen ve suyu çektirilen süttür. Bu besleyici gıda - eğer dilenip biraz ele geçirebilirlerse - üç dört yaşındaki çocuklar için biraz baş döndürücüydü. Et olmayınca kaynamış mercimek, açlığı bastırmaya hizmet ederdi.
Kış sonu, gençler için özellikle ıstıraplı bir zamandı. Sürüyü zayıf düşürmemek için artık hayvan öldürülemezdi. Bu sırada savaşçılar, başka bir kabilenin yedeklerindeki yiyeceklerini yağma etmeyi, hayvanlarını ve atlarını alıp götürmeyi alışkanlık edinmişlerdi. Karşı koyma, Cengiz Han'ın miras aldığı ilk huy oldu. Asıl ismi Temuçin'di. (Temuçin, en ince çelik demekti.) Doğduğu zaman babası orada değildi. Kabilenin T emuçin isimli bir düşmanına karşı bir yağma seferini idare ediyordu. Gerek çadırda, gerek savaş meydanında, her şey yolunda gitti. Düşman esir edildi ve baba döndüğü zaman, oğluna esirin adını verdi. Yeri, yontulmuş çubuklardan oluşan bir düzen üzerine serilmiş yün bir çadırdı. Çadırın tepesinde dumanın çıkması için bir mahreç vardı. Kireçle sıvanmış ve resimlerle süslenmişti. "Yurt" ismi verilen bu acayip çadır, on iki öküzün çektiği bir araba üzerine oturtulmuş, çayırlar arasında, serseri gibi dolaşıyordu. Pratikti, çünkü kubbeyi andıran şekli, rüzgarın etkisini kesiyor ve gerektiğinde sökülebiliyordu. Reislerin - T emuçin'in babası da reisti - karılp.rının .hepsinin ayrı ayrı süslü çadırları vardı. Çocukları bu çadırlarda yaşarlardı. Kızların görevi "Yurt"a bakmak ve dumanın çıktığı mahrecin altında, ocak taşında, ateş yakmaktı. Kabile yer değiştirirken, Temuçin'in kız kardeşlerinden biri, arabanın tahta zemini üzerinde, giriş kapısı önünde, ayağa kalkarak, öküzleri sürer ve bir arabanın boyunduruğu diğerinin arkasına bağlı, genellikle bir tek ağaca, en küçük bir tümseğe rastlanmayan dümdüz çayırlardan böylece gıcırdayarak, yuvarlanarak giderlerdi. Ailenin hazineleri yurtta muhafaza edilirdi: Hiç şüphesiz kervanlardan alınmış Buhara ve Kabil halıları, kadın mücevherleriyle dolu sandıklar, herhangi bir usta Arap tacirinden satın alınmış ipekli elbiseler, işlenmiş gümüş ve daha değerli eşya olarak duvarlara asılı silahlar, Türklerin kısa hançerleri, mızraklar, fildişi ve bambu ağacından çeşitli uzunluk ve ağırlıkta oklar ve cilalanmış, parlatılmış tabaklanmış deriden bir kaç kalkan ... Silahlar da, ya yağmada elde edilmiş veya satın alınmıştı ve savaşın tesadüflerine bağlı olarak, elden ele geçiyordu. Temuçin'in (gelecekte Cengiz Han) çeşitli görevleri vardı. Kabile yaylaklardan kışlaklara geçeceği zaman, aile çocukları, derelerde balık tutmakla yükümlüydü. At sürüleri onların sorumluluğuna verilirdi. Kaybolan atların peşinden koşmaya ve yeni otlakları aramaya mecburlardı. Yağmacıların geldiklerini görmek için, ufku gözlerler ve çoğu geceyi, ateşsiz, karda geçirirlerdi. Arka arkaya birkaç gün at üzerinde kalmayı, üç dört gün pişmiş yemekten ve hatta her tür gıdadan yoksun olmayı öğrenmek zorundaydılar. Koyun veya at eti bol olunca, yoksunluk günlerini düşünerek inanılmaz miktarda gıda biriktirirler, kaybolan zamanı telafi etmeye çalışırlardı. Eğlence olarak çayır üzerinde 20 kilometre gitmek ve sonra dönmekten ibaret at koşuları ve neşe içinde birbirlerinin kemiklerini kırdıkları pehlivan güreşleri yaparlardı. Temuçin, gerek fiziksel kuweti, gerekse zeka ve kabiliyetleriyle kendini göstermekteydL Kuru ve zayıf olmasına rağmen pehlivanların başı oldu. Ok atmakta dikkate değer bir ustalığa sahiptL "Kemankeş" lakabını alan kardeşi Kassar'ın ustalık derecesine ulaşmış olmamasına rağmen, Kassar, Temuçin'den korkmaktaydı . . Kassar ve T emuçin, üvey kardeşlerine karşı ittifak yaptılar ve Temuçin'e atfedilen ilk olay, bir balığını çalmış olan üvey kardeşlerinden birini öldürmesi oldu. Öyle anlaşılıyor ki, merhamet, bu genç göçebeler arasında pek değer verilmeyen bir şeydi; aksine intikam ise, bir yükümlülük olarak yerine getirilmeliydi. Temuçin, bu çocuk kavgalarından daha ağır kinlerle tanıştı. Annesi Ulun çok güzeldi ve gelin olarak kocasının çadırına giderken, Temuçin'in babası tarafından komşu bir kabileden kaçırılmıştı. Ulun, aynı zamanda akıllı ve kuwetliydi. Bir süre ağladıktan sonra, içinde bulunduğu durumdan en iyi şekilde yararlanma yoluna gitti. Fakat Yurt'ta herkes, onun kabilesinin adamlarının er geç intikam almaya geleceğini biliyordu. Gece, parlak tezek ışığının yanında, T emuçin saz şairlerinin anlattığı hikayeleri dinlerdi. Bu ihtiyarlar çadır çadır gezerler, bir ellerinde telli sazlar, tekdüze bir sesle, ataların ve kabile kahramanlarının hikayelerini dile getirirlerdi. Temuçin, kuwetinin ve reislik hakkının bilincindeydi. Kırk bin çadır hakimi Yakaların veya büyük Moğolların Han'ı, Bahadır Yesukai'nin ilk oğlu değil miydi! Saz şairlerinin masalları, ona, meşhur bir ırktan, Burçukinler' den, çakır gözlü adamlardan geldiğini öğretiyordu. Katay İmparatoru 'nun sakalını çektiği için zehirletilerek öldürülen atası Kabul Han'ın macerasını dinliyordu. Babasının kan kardeşinin Gobi göçebelerinin en kuwetlisi olan Kerait kabilesinden Toğrul Han olduğunu öğreniyordu. Bu Toğrul Han'dır ki, Avrupa'da "Jean le pretre" masallarının doğmasına sebep olmuştur. .. Fakat o zamanlar Temuçin'in ufku, kabilesinin odaklarıyla sınırlıydı . .. "Katay'ın yüzde biri kadar bile değiliz." Akıllı bir müşavir, çocuklara böyle diyordu. "Ve buna rağmen Katay'la boy ölçüşebiliyorsak sebebi şudur ki, hepimiz göçebeyiz, bütün varlığımızı beraberimizde götürüyoruz ve askeri eğitimlerimiz tam ... İmkan olursa, yağma yaparız. Aksi halde, kendimizi gizleriz. Eğer eski adetlerimizi değiştirmeye ve şehirler kurmaya başlarsak, bundan hiçbir fayda göremeyiz. Aslında tapınaklar ve mabetler karakteri yumuşatır ve yalnız kuwetli olanlar ve savaşçılardır ki, dünyaya hakim olurlar." Genç çoban çömezlik devresini bitirince, Yesukai'nin yanında at koşturmasına izin verildi. Tanıkların belirttiğine göre, T emuçin gösterişli bir adamdı, fakat çizgilerinin güzelliğinden çok, vücudunun kuweti ve sade, açık haliyle, tavrıyla dikkati çekmekteydi. Öyle anlaşılıyor ki uzun boylu, geniş omuzlu ve sarımsı esmer, soluk benizliydi... Geriye doğru bir alnın altında, gözleri birbirinden çok ayrıktı ve dikine bakıyordu.