Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

JEAN LE PRETRE ÖLÜYOR Keraitlerin zaferinin sonucu, Temuçin aleyhindeki ittifakı kuvvetlendirmek oldu. Göçebe reisler büyüyen bir kuvvete katılmakta güvenilir bir koruma ve zenginleşmek ümidi görmekteydiler. Hiddetlenen Moğol, Wang Han’a serzenişlerde bulundu: “Ey babam olan Han!” diyordu, “düşmanların tarafından takip edildiğin zaman dört kahramanımı senin yardımına göndermedim mi? Sen bana kör bir at üzerinde, elbiselerin lime lime, vücudun yalnız bir koyundan gıda almış olarak geldin. Hem koyunları, hem atlan sana bol bol vermedim mi? Vaktiyle senin adamların benim hakkım olan ganimetleri alıkoydular. Sonra, bütün bunları bıraktın, düşmanlar aldı. Kahramanlarım onları tekrar sana iade ettiler. Ve kara nehrin yanında, bizi ayırmak isteyenlerin kötü sözlerine kulak asmamaya ve anlaşmazlıklarımızı aramızda görüşerek halletmeye ant içtik. ‘Mükafat azdır, çoğunu isterim!’ demedim. Bir öküz arabasının tekerleği kırılınca öküzler ilerleyemezler. Ben senin kibitkanın bir tekerleği değil miyim? Bana karşı neden kızgınsın? Neden şimdi bana hücum ediyorsun?” Bu sözlerde bir küçük görme edası fark edilir. Serzeniş, özellikle ne istediğini bilmeyen, kararsız adama, kör bir atın üzerine binmiş Jean le Pretre’e yöneltilmiştir. Temuçin, kesin bir kararlılıkla mevcut durumdan en iyi şekilde yararlanma yoluna koyuldu. Etraftaki kabilelere postacılar gönderdi ve çok geçmeden kendi arazisinin Hanları ile komşuları, Moğol reisinin beyaz atının iki tarafında diz çökmeye başladılar. Adet olduğu üzere süslü kemerlerle çevrilmiş uzun elbiseler giymişler, tabanları üzerine oturuyorlardı. Yurdun tüten dumanı arasında, bunların çizgili ve bakır renkli yüzleri görünüyordu. Bu, “Hanlar Meclisi” idi. Birçokları Temuçin tarafından mağlûp edilmiş olan bu çakır gözlü adamlar, sırayla konuşuyorlardı. Bazıları kuvvetli Keraitlere boyun eğmek ve Jean le Pretre ile oğluna tabi olmak istiyorlardı. Daha mücadeleci olanlar, savaş isteğinde bulunuyorlar ve kumandanlık asasını Temuçin’e sunuyorlardı. Nihayet bu fikir galip geldi. Temuçin asayı kabul ederken emirlerine bütün kabileler tarafından itaat edilmesi gerektiğini ve suçlu gördüklerini cezalandırma hakkına sahip olacağını beyan etti. “Daha en başta, üç nehir arasındaki arazinin tek bir hakimi olması gerektiğini size söyledim. O zaman bunu anlamak istemediniz. Şimdi, Wang Han’ın, size karşı da, bana karşı yaptığı gibi hareket etmesinden korkuyorsunuz ve beni reis olarak seçiyorsunuz. Sizlere esirler, kadınlar, yurtlar ve hayvan sürüleri verdim. Şimdiyse topraklarınızı ve atalarınızın adetlerini muhafaza edeceğim.” Baykal Gölü’nün doğusundaki halk, bütün bir kış boyunca doğu konfederasyonuna karşı silahlanarak, Gabi, iki düşman ordugaha bölündü. Bu kez Temuçin, daha kar yaylalardan kalkmadan, ilk olarak savaşa girdi. Yeni müttefikleriyle beraber, hiç haber vermeden, Wang Han’ın ordugahına doğru ilerlemeye başladı. Tarih, göçebelerin hilekarlığı hakkında, bize eğlenceli bir özet sunuyor. Temuçin adamlarından birini düşman hatlarına gönderdi. Bu adam, kötü muamele gördüğünden şikayet ettikten sonra, Moğol sürüsünün ordugahtan henüz uzakta olduğunu söyledi. Elbette ona hemen inanacak kadar saf olmayan Keraitler, bu adamın yanına, iyi atlara binmiş bir kaç süvari katarak söylediklerinin doğru olup olmadığını anlamak için adamın geldiği yola çıkardılar. Gözü tetikte olan Moğol, Keraitlerin ordugahından biraz ileride, yanındakilerle beraber bir sırtı çıkarken, sırtın arkasında Temuçin kabilesinin bayrağını gördü. Keraitlerin iyi atlar üzerinde olduğunu ve bayrağı görürlerse dörtnala kaçacaklarını biliyordu. Bu yüzden atından indi ve hayvanıyla meşgul olmaya başladı. Ne yaptığını sordukları zaman: “Atımın nalına bir taş saplanmış!” cevabını verdi. Hilekar Moğol’un atının ayağındaki hayali taşı çıkarmak için harcadığı zaman zarfında, Temuçin’in ileri kolu yetişerek Keraitleri esir etti. Wang Han’ın ordugahına hücum edildi ve müthiş bir boğuşma başladı. Gece olduğu zaman, Keraitler bozguna uğramış haldeydiler. Wang Han ve oğlu yaralanmış, kaçıyorlardı. Temuçin, at üzerinde zaptettiği ordugaha girdi. Keraitlerin servetlerini, kırmızı yumuşak deri ve renkli ipeklerle örtülü eğerleri, iyi bilenmiş kılıçları, gümüş takımlarını adamlarına dağıttı. Bunlar onun işine yaramazdı. Wang Han’ın sırma işlemeli çadırı, olduğu gibi, ilk gece, Gupta yakınında Keraitlerin yaklaştıklarını Temuçin’e haber veren iki sürü bekçisine verildi. Keraitlerin ordusunun merkezini takip ederek savaşçılarıyla onu kuşattı ve teslim oldukları takdirde hayatlarını kendilerine bağışlayacağını bildirdi. “Efendileri için sizin gibi savaşan adamlar, kahramandırlar. Benim adamlarımdan olunuz ve bana hizmet ediniz!” Kerait ordusundan arda kalanlar onun bayrağının altına sıralandılar. Bundan sonra onların çöldeki şehirlerine, Karakurum’a kadar ilerlediler. Bir süre sonra, Temuçin’in halazadesi hilekar Camuka esir edildi ve huzuruna getirildi. Temucin ona: “Ne akıbet bekliyorsun?” diye sordu. Camuka, hiç tereddüt etmeden: “Seni yakalamış olsaydım sana çektireceğimin aynını!” cevabını verdi. Camuka, birinci gün küçük parmakların eklemlerini ve devam eden günlerde bütün uzuvları kesmekten ibaret olan Çin işkencesini kastetmekteydi. Görüldüğü üzere, Burçukinlerin torunlarında gözü peklik eksik değildi. Bununla birlikte Temuçin, yüksek sınıfa mensup bir reisin kanını akıtmayı meneden kendi halkının ananesine sadık kalarak Camuka’yı yay kirişi ile boğulmaya mahkûm etti. İstemeyerek savaşa giren Jean le Pretre ise kendi topraklarının ötesinde alabildiğine kaçıyordu. O da bir Türk kabilesinin iki savaşçısı tarafından ele geçirilerek öldürüldü. Tarihin anlattığına göre gümüşle kaplatılan kafatası, reisin çadırında, bir takdis eşyası halini aldı. Oğlu da tamamen aynı şekilde ortadan kaldırıldı. Bir göçebe reisinden böyle bir zaferin onuru ve getirileriyle yetinmesi beklenir. Bir göçebe fethinin sonuçları daima aynı şeyler olmuştur: Ganimet toplanır, işsiz ya da heyecan içinde yaşanır, sonra savaşlar olur ve maceraperestlerin tesadüfi saltanatları parçalanmaya uğrar. Oysa Temuçin kendisini bambaşka vasıflarda gösterdi. Keraitlerin memleketinde şimdi bir saltanatın özüne sahip bulunuyordu. Gerçekten bunlar toprağı ekmişler, kerpiçten de olsa daimi şehirler kurmuşlardı. Temuçin, bütün kuvvetini Keraitleleri barış ve sükûnet içinde bulundurmak için kullanarak, bir an olsun durup dinlenmeden, sürülerini yeni fetih hareketlerine sevk etti. Oğullarına şöyle diyordu: “Bir hareketin başarılı olabilmesi ancak tamamen olgunlaşmasıyladır.” Gobi üzerinde hakimiyet kurmasını sağlayan zaferi takip eden üç sene zarfında tecrübeli savaşçılarını Batı Türklerinin, daha yüksek bir medeniyete sahip bulunan Naymanların ve Uygurların yaylalarına doğru, çok ilerlere saldırdı. Jean le Pretre’in eski düşmanları olan bunlar, Temuçin’e karşı koymak için birleşebilirlerdi, Fakat Temuçin, kendilerini hangi akıbetin beklediğini birbirlerine sorabilmeleri için onlara zaman bırakmadı. Kuzey dağlarının beyaz silsilesinden, bütün Çin Seddi boyunca ve kadim “Hanbalık” ve “Hoten” şehirleri etrafına kadar, askerleri dörtnala dolaşmaktaydılar. Marev Dolo, bu vesileyle Temuçin hakkında bize şunu söylüyor: “Bir yeri zaptettiği zaman, oranın halkına ve onların mallarına zarar vermekten kaçınırdı. Yalnız adamlarından birkaçını orada yerleştirir ve sürüsünün kalanını alıp başka yerlerin fethine giderdi. Bu suretle fethettiği yerlerin halkı da kendilerinin onun koruması altında başkalarına karşı güvende ve onun tarafından da hiçbir zarara maruz kalmamış görünce, ne asil bir prens olduğunu anlayınca, bütün canları ve kalpleriyle ona bağlanıyorlar ve Temuçin’in en fedakar taraftarları oluyorlardı.” Ve bu suretle dünyayı kaplayacak yoğunlukta bir halk kalabalığı topladıktan sonradır ki, dünyanın büyük bir kısmını istila etmek düşüncesini beslemeye başladı. Eski düşmanları bu kadar imrenilecek bir durumda değillerdi. Moğol, düşman bir kabilenin ordusunu bir kere mahvedince, hanedanın bütün üyelerini takip ediyor ve onları öldürtüyordu. Kabile adamlarına gelince, onları da, daha güvenilir adamlarının arasına dağıtıyordu. En güzel kadınlar savaşçılarına eş, diğerleri ise esir oluyorlardı. Terk edilmiş çocukları Moğol kadınlar evlat ediniyorlar ve bozguna uğrayan kabilenin otlakları ve sürüleri yeni sahiplerin eline geçiyordu. Temuçin’in hayatı bu zamana kadar düşmanlarının hareketlerine göre şekillenmişti. Düşmanlarının sayesindedir ki, kendisine en uygun hareketi doğal bir yönlenme halinde yaptırır gibi görünen o beden kuvvetini ve kurt aklını kazanmıştı. Temuçin artık kendi adına fetihlere girişebilmek için yeteri derece kuvvetli bulunuyordu ve kendisine silahla karşı koyan adamları ezdikten sonra, hoşgörülü bir hükümdar olarak kendini gösterdi. O sırada da dünyanın önemli kervan yolları üzerindeki yeni havalisine, Orta Asya’nın en eski şehirlerine giriyor ve kendisinde büyük bir merak uyanıyordu. Esirler arasında bulunan zengin bir şekilde giyinmiş, mağrur tavırlı bazı kimseler dikkatini çekti. Bunlar savaşçı değildi. Temuçin bunların alimler, yıldızları tanıyan müneccimler, otların kullanım tarzını ve kadın hastalıklarını bilen hekimler olduğunu öğrendi. Temuçin’in mağlup ettiği reislerden birine hizmet etmiş olan bir Uygur, elinde acayip bir şekle sahip küçük altın bir şeyle huzuruna getirildi. Temuçin ona: “Niçin bunu elinden bırakmıyorsun?” diye sordu. Sadık hizmetkar: “Onu, bana emanet eden adamın ölümüne kadar itinayla korumak istiyorum” cevabını verdi. Han: “Sen mert bir adamsın,” dedi, “fakat efendin öldü ve onun bütün malı, mülkü şimdi benimdir. Söyle bakalım, bu neye yarar?” , “Efendim para veya buğday toplamak istediği zaman tebaasından birine vekalet verirdi ve emirlerinin gerçekten hükümdar emirleri olduğunun anlaşılması için, altlarının bunlarla mühürlenmesi gerekirdi.” Temuçin bunu öğrendikten sonra derhal kendisi için bir mühür kazılmasını emretti ve bir damga imal ettiler. Esir Uygur’u affetti ve ona sarayda çocuklara Uygur yazısını öğretme görevini verdi. Serdarlarına, zorlu anlarda Han’a yardım edenlere mahsus olan en yüksek mükafatı bahşediyordu. Bunlar TarHan lakabını alarak bütün diğerlerinin üstünde bir mevkiye yükseltilmişlerdi. Herhangi bir saatte ve hiçbir adete uymaya mecbur kalmadan Han’ın çadırına girmek hakkına sahip bulunuyorlardı. Kendi ganimet hisselerini herkesten önce ayırabilirlerdi ve her tür vergiden muaftılar. Üstelik suç işleyemez kabul edilmişlerdi. Haklarındaki idam cezaları, dokuz defa ertelenirdi. Yağmaladıkları bütün topraklar kendilerine verilir ve bu imtiyazlar, dokuz nesle kadar ardıllarına intikal ederdi. Temuçin’in göçebelerinin zihninde hiçbir şey, bu Tar-Hanlar arasında olabilmek fikrinden daha büyük bir şiddetle arzu olunamazdı. Zaferle, üç seneden beri yeni arazi etrafındaki çılgınca harekatlarla ateşli bir halde ve şimdilik Han korkusuyla hürmetkar bir durumdaydılar. Bütün Asya’nın en kızgın ve vahşi kişilikleri, Temuçin’in şahsı etrafında toplanmış bulunuyordu. Denizden, Kuçluğ’un biraz sonra hakim olacağı Kara Kıt’ın da dahil olduğu Tiyan-Şan’a kadar Türk - Moğol savaşçıları görünüyordu. Şimdilik kabile kinleri unutulmuştu. Şamanist veya papaz, Muhammedi veya Nesturi Hristiyan, gelişen olaylar üzerine herkes kardeş gibi, beraber oturmuştu. Her şey olabilirdi. Bir olay yaşandı: Moğol Hanı, atalarının durduğu sınırları geçti. Bütün yukarı Asya milletlerini idare edecek bir tek adam, bir imparator seçmek üzere Hanlar Meclisini, Kurultayı topladı. Onlara diğerleri üzerinde nüfuz sahibi olmak üzere içlerinden birini seçeceklerini anlattı. Son üç senenin olaylarından sonra doğal olarak, Kurultay Temuçin’i seçti. Meclis, Temuçin’in üstlendiği göreve uygun bir de unvana sahibi olması gerektiğine karar verdi. Bunun üzerine _ mecliste bulunan bir kahin ilerledi ve Temuçin’in yeni isminin “Cengiz Han” yani hükümdarların en büyüğü, bütün insanların imparatoru olacağını söyledi. Meclis bu tekliften hoşnut kaldı ve Hanların ortak ısrarları üzerine Temuçin, yeni unvanını kabul etti.
·
72 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.