Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

İnsanlığın Tarihi ve Hikmet Kıvılcımlı
İlkel Sosyalizm denilen toplum biçiminde insanlar; "Hür+doğru+eşit+yiğit" idi. Toplumun tüm üyeleri kardeşçe duygularla birbirlerini seviyor, sayıyor ve uyum içinde yaşıyorlardı. Kimsenin özel bir mülkü olmadığı gibi özel bir ayrıcalığı da yoktu.Üretici Güçlerin gelişimi, sınıflı topluma geçişi kaçınılmaz kıldı. Sınıflı toplumla birlikte; ilkel Sosyalist Toplumun "hür+doğru+eşit+yiğit" insanı da değişime uğramaya başladı. Köle, yalancı, eşitsiz ve ödlek insanlar haline dönüşmeye başladı.Tabii bu dönüşüm maddi hayatın zorlaması yüzünden oluyordu. Çünkü toplum her türlü hakka (insan haklarının tümüne) sahip olan efendilerle (köle sahipleri ile) hiçbir hakka sahip olmayan köleler biçiminde, durumları ve çıkarları birbirine karşıt olan sınıflara ayrılmış bulunmakta idi. Ortak çıkar (kamu çıkarı) ortadan kalkmıştı artık kişi çıkarı ya da sınıf çıkarı gelmişti onun yerine. Insanlar artık yırtıcı hayvan sürüleri gibi çıkar için birbirlerini parçalıyorlardı. Tabii böyle bir toplumda düzeni sağlayan tek yönlem de şiddet olurdu. Egemen sınıflar, acımasız sömürüye dayanan düzenlerini korumak için alt sınıfları oluşturan insanlara her türden zulmü uygulamaktan hiç geri durmuyorlardı. Bu düzende efendiler için, bir kölenin bir eşyadan farkı yoktu. Çünkü köleler de eşyalar gibi alınıp satılan birer mal durumunda idi. Bu nedenle bir kölenin öldürülmesi ile bir bardağın kırılması arasında bir fark bulunmamakta idi köleci toplumda. Tabii bu toplumun hukuk sisteminde de. Feodal toplumda ise köleler, toprakbent (sert) durumuna geldiler ya da dönüştüler. Böylece göreceli bir özgürlük kazanmış oldular. Bitkiler gibi işledikleri toprağa bağlı durumda da bulunsalar,ürettiklerinin hiç değilse bir bölümünü kullanma ya da tüketme hakkına sahip oldular. Bu değişim tabi insan hakları açısından da bir gelişme sayılırdı.Kapitalist toplumda ise alt (mahkûm) sınıfları oluşturan insanlar kapitalistler ile kâğıt üzerinde (hukuksal açıdan) eşitlik kazanmış duruma geçtiler. Daha doğrusu yükseldiler. Diledikleri kapitaliste işgüçlerini satmakta serbesttiler. İşgücü kendisini bağlayan zincirlerden kurtulmuştu artık. Fakat bu özgürlük de sınırları çok geniş olmayan bir özgürlük idi. Çünkü işçiler yaşamak için sahip oldukları biricik meta olan iş güçlerini kapitalistlere satmak zorundaydılar. Kapitalistler ise tüm üretim araçlarına sahip olduklarından, ekonomik ve politik sistemi, kültürü, dini, ahlâkı, sanat, felsefeyi diledikleri gibi belirleme gücünü ellerinde bulundurdular. Bu nedenle de işçilere, iş güçlerini yeniden üretmelerine yetecek kadar (yalnızca kendi karınlarını doyurmalarına yetecek kadar) bir ücret vermekle yetinirler. Yani halkımızın deyişi ile, kapitalist sistemde işçi sınıfımız "boğaz tokluğuna" çalışmak zorunda bırakılır. Oysa işçi kardeşlerimiz de insandır. Ve her insan gibi onlar da evlenmek ya da bir eş edinmek ve çoluk-çocuk sahibi olmak durumundadır. Üstelik onların bakmakla yükümlü oldukları ana-babaları ve başka yakınları da olabilir. İşçi kardeşlerimiz, yalnızca kendi karınlarını kıt kanaat (ya da zar-zor) doyurmaya yetebilecek miktarda ki ücretleriyle, eş-çocuk ve yakınlarından oluşan bir aileyi geçindirmeye kalkınca pahalılık cehennemiyle yüz yüze gelmektedir. Tabii yalnız kendileri değil, aile üyeleri de. Kaldı ki, kapitalizmin tek tezi pahalılık değildir. Pahalılığın ikiz kardeşi konumunda bulunan bir de işsizlik vardır. Bunların her ikisi de kapitalizmin kaçınılmaz bir biçimde yarattığı tezleridir. Demek ki kapitalist düzende işçi ve emekçiler işsizlik ve pahalılık cehenneminde kavrulmaya mahkumdur. Mutlu olan ise bu düzende, bir avuç sömürücü- vurguncu parababasıdır. Parababaları dışında kalan on milyonlarca insan için yaşamak; ezilmek, sürünmek ve sonu gelmez acılara katlanmak demektir. İşsizlik ve pahalılık kapitalizmin tezidir dedik. Bunun anti tezi ise ekonomik ve siyasi krizdir (buhrandır). Sentez ise toplumun bir üst toplum biçimine sıçramasıdır. Yani sosyalist toplum konağına sıçrayıştır. Söylediklerimizi özetlersek: Bundan 7 bin yıl önce insanlık ilkel Sosyalist Toplum denen bir toplum biçiminde yaşıyordu. O toplumda sosyal eşitsizlikler dolayısıyla da insanın insanı sömürmesi, ezmesi denen bir olay yoktu. M.O. 5 bin yıllarında Mezopotamya'da ilk sınıflı (o zamanki biçimiyle köleci) toplum ortaya çıkmışur. Oradan da bütün yeryüzüne kerte kerte, kağıt üzerine düşen bir yag lekesi gibi yayılmıştır. Sınıflar, tarihi gelişimin belirli evrelerine göre değişime uğramışlardır. Adına köleci toplum denen ilk sınıflı toplumda: köle-efendi; onu izleyen feodal toplumda: serf-derebeyi ve en son sınıflı toplum biçimi olan kapitalizmde ise proletarya ve burjuvazi adlı sınıflar yer almıştır. Sınıfların ortaya çıkmasıyla birlikte sınıf savaşları da başlamıştır. Sınıf savaşı, insanlığı zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne (yani sosyalizme) götürecektir. Proletarya diktatörlüğü süreci içinde proletarya; alt ettiği düşmanını (burjuvaziyi) baskı altına alıp yok ederken, aynı zamanda bir sınıf olarak kendi kendini de yok etme sürecine sokacaktır. Ya da kendi kendinin de var olma şartlarını ortadan kaldıracaktır. Bu sürecin sonunda kendi de yok olup gidecektir. Başka türlü söylersek; egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletarya demek olan proletarya devleti de yağı bilmiş kandil gibi kendi kendine sönüp gidecektir. Böylece de ilk sınıflı toplum biçimiyle birlikte ortaya çıkmış bulunan ve bir sınıfın (veya egemen sınıfın) diğer sınıf ve tabakaları baskı altına alma, onlara zor (şiddet) uygulama aracı demek olan devlet de tarih sahnesinden silinecek, antika eserler müzesinde çıkrıkla tunç baltanın yanındaki yerini alacaktır. Demek ki devlet ancak sosyalist toplumun üst aşamasında (ya da o aşamaya geçilirken) kendi kendine sönecektir..
··
34 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.