Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

KURBAN BAYRAMI Bu asır, âlimlerle zalimlerin birleştiği bir asırdır Bugün Kurban Bayramı... Allah yolunda kurban olanların, üryan olanların bayramı... Bu gece on binlerce minare, şerefe, Allah’ın ve onun Resûlü’nün aşkına, şerefine sabahlara kadar yandı. Tan yeri ağarırken bu yanışlar feryat oldular!.. Ezanlar!.. Âlemlerin Rabbi’ni bütün kâinata tekrar tekrar ilân eden ezanlar!.. Müminleri felâha çağırdılar!.. Müminler uyandı!.. Karanlıklar yerini aydınlıklara bıraktı. Camiler cemaatlerle doldu! On binlerce camide, milyonlarca insan hep birden aynı istikamete, kıbleye döndüler!.. Kalpler, gönüller, dudaklar, aynı duaları, aynı âyetleri, aynı zamanda hep bir ağızdan tekrar ettiler. Allah’ın huzurunda secdeye kapandılar!.. Bu kaynaşma, bu birleşme, bu hep birden yok olma, var olma, hangi teşkilâtta, hangi dinde var! Din en büyük kuvvet, İslâmiyet en büyük din!.. Şimdi şu anda Kâbe’yi, Arafat’ı, beyabanların, sahaların ortasındaki o muazzam kalabalığı düşünüyorum. Binlerce, on binlerce insan üryan, giryan bir hâlde... Allah’ın huzurunda!.. Japonya’dan İspanya’ya kadar uzanan bütün iklimler, memleketler, renkler, ırklar birleşmiş. Bir türlü birleşemeyen, Birleşmiş Milletler(!), bu insanlardan ibret almalıdır. Allah bir! Peygamber hak! Bütün insanlar müsavi! Gaye aynı, vicdan bir!.. Dünyayı kurtaracak olan fikir, bu fikirdir; bu imandır! Bir Allah, bir Peygamber ve bütün insanlar!. 1400 sene evvel sahraların ortasında Hira dağından yükselen İlâhî bir ses, karanlık bir mağarada, Mekkeli bir yetimin gönlüne gürül gürül dökülen âyetler, hakikatler, nasslar... İşte milyonlarca insanı 1400 sene sonra peşinde sürükleyen büyük, ölmez, sonsuz hakikat!.. Bu hakikat Ebubekir’de akıl, muvazene ve temkin; Osman’da cömertlik; Ömer’de misilsiz adalet; Ali’de sevgi, dostluk, aşk şeklinde tecelli etti!.. Hepimiz ayn ayn, derece derece bu hakikatin tecellisiyiz! Ta Cava’dan gelen bağrı taşlı, gözü yaşlı sessiz insan, hep onun aşkına geldi. Kâbe, Arafat, Hac! Bir âşıklar mahşeridir. Bu aşk ve hakikat, Cavalı büyük mücahit Ahmet Şükrani’de ihtilâl hâline geldi. Pakistan’da devletleşti. Mehmetçik Çanakkale’de, yedi iklime, yetmiş devlete ve 700 senelik korkunç bir medeniyetin bütün imkânlarına karşı yanık bağrını siper ederken, o bağırdaki çarpan kalp, aynı hakikat aşkına çarpıyordu!.. Bunu hangi hain bilmemezlikten gelir! Osmanoğullarını Domaniç yaylalarından Viyana önlerine kadar atan sevda, Kosova, Mohaç, Çanakkale, Millî Mücadele, Fatihler, şehitler, gaziler hep bu hakikatten, hep bu aşktan geliyor!.. Ben bundan yedi ay evvel bir Anadolu mahşerinde bulundum. Çağrılmadıkları hâlde, davet edilmedikleri hâlde, tam 17.000 kişi Yunus’un mezarı başında toplanmışlardı. Bu insanlar, bu kalabalık, törenlerin eli bayraklı kalabalığı değildi. Erenlerin kalabalığı idi. Bu gelenler ağlıyorlardı. Alâyiş, alkış için toplanmamıştı bu insanlar!.. Bu kalabalıktan ürken nasipsiz C.H.P.li bir fâni bana, “Halkı kendi hâline bırakıversek olacağı budur!” diyordu. Behey nasipsiz bîçare adam!., dedim. Sen şu kalabalıktan mı korkuyorsun? Korkma! Bak vatanperverim diyorsun. Görmüyor musun ki, bu insanlar, Yunus’un mezarı başında vatan topraklarını avuç avuç paylaşıyorlar! Bu vatanın her karış toprağında bir Yunus, bir derviş, bir ermiş yatar. Bu insanlar ki gördüğümüz kara toprağı vatanlaştırmalardır, kutsîleştirmişlerdir. Vatan toprağını avuç avuç paylaşanlardan, bu ruhta, bu imanda olan insanlardan vatana zarar gelir mi? Ses yok! Ses yok! Nasıl olsun? Onlar bizi, dinimizi ölülükle, insanı atalete, miskinliğe sürüklemekle itham ediyorlar. Müslümanlığı ölüler dini, mezarlık dini olarak görüyorlar. Onlar her şeyde olduğu gibi bunda da yanılıyorlar. Bizde ölmek yok! Ölüm yok! Bak 1400 yıl evvel, 700 yıl evvel bu dünyadan gelip geçenler bile ölmedi. Ölmeyecek... İşte Kabe’yi tavaf eden 100.000 insan ve işte Yunus’un mezarı başında toplanan 17.000 kişi!.. Bizim ölülerimiz bile diri... Onların dirileri bile ölü! Şimdiden taş, leş hâline geldiler!.. Şu dünyanın hâline bir bakın! İnsanlar, milletler birbirine düşmüş, kıt’alar birbirine girmiş, her taraf kan kıyamet içinde... Yerlerden, göklerden, denizlerden belâ yağıyor! Medeniyim, üstün ırkım diye övünen, asırlarca şark milletlerini soyan, materyalist, emperyalist, gasıp, hırsız Avrupa, işlediği büyük günahın cezasını çekiyor. Buhranlar, hüsranlar, grevler, korkular içinde, harabeler arasında inim inim inliyor. Garp, Avrupa maddeye taptı, makineyi ilâhlaştırdı. Kendi yaptığına kendi taptı. “Kaybeden kazanacaktır” diyen İsa’nın ümmeti, doymak bilmez bir iştiha ile kazanç, servet, mal mülk hırsına kapıldı. Bu madde hırsı millileşti. Avrupa milletleri için gaye ve ideal hâline geldi. Bu insanlar, bu milletler, âlemlere hâkim olan Allah’ın varlığını unuttular. Allah’ın yerine, kendi ihtiraslarını, bu ihtirasları nefsinde en iyi, en kesif bir şekilde toplayan insanları ikame ettiler. Führerler, önderler, şefler, milyonlarca insanı nereye, niçin sualini bile sormaya fırsat vermeden ölümlere sürüklediler. Ve bugünkü dünyanın harabesini hazırladılar. “Bir yüzüne tokat vuran olursa öbür yüzünü de çevir, vursunlar” diyen İsa’nın büyük merhametini, yeryüzünden kaldırdılar, kalplerden sildiler, öldüler, öldürdüler... Devrimize atom devri diye kaside yazanlara, övenlere, övünenlere acıyorum. Evet atom devri... Bir bomba ile yüzbinlerce insanı havaya uçuruveren bir devir!.. Madde ve maddenin esrarını çözme babında alabildiğine ilerleyen Avrupa, garp tefekkürü, mana, ruh ve insanlık alanında iptidaî devirleri bile geride bırakacak bir vahşet devri yaşatmaktadır. Bu devir âlimlerle zalimlerin birleştiği bir devirdir. Zalimler emrediyor: Bana bir dakikada şu kadar insanı mahveden bir silâh bulacaksın! Âlimler bu emre, kayıtsız şartsız itaat ediyorlar! İstenilen silâhı bulup zalimlere teslim ediyorlar ve zalimler, âlimleri nişanlarla taltif ediyor. Halk böyle iken, iş böyle iken bir taraftan sözüm yabana sulhtan bahsolunuyor. Sulh konferansları aktediliyor. Birleşmiş Milletler toplantılar yapıyorlar. Birleşmek, anlaşmak için toplanmıyorlar. Hayır, hayır!.. Onlar birbirlerinin hilesini, taktiğini, gayesini anlamak için toplanıyorlar. Kendini diğer insanlardan, kendi milletini diğer milletlerden üstün görme hastalığı, bu hodbinlik, bu ihtiras ortadan kalkmadıkça, insanlar ve milletler bir Allah, bir dünya ve bütün insanlar fikrini kabul etmedikçe, hiçbir anlaşma ve birleşme olmayacaktır. “Bütün insanlar Allah katında müsavidir.”, “O Allah ki âlemlerin Rabbi’dir.” Bu büyük, âlemşümul hakikati ortaya atan Müslümanlık. “Ancak Allah’a, yaratana kulluk edeceksin!” Bu, en büyük hürriyeti insanlara veren, hiçbir fert, hiçbir zümre, sınıf hâkimiyeti tanımayan Müslümanlık. “Eğer sen eğri yola saparsan biz seni kılıcımızla doğrulturuz.” Emrine, başbuğuna karşı lâlettayin bir insana bu sözü söylemek cesaretini veren Müslümanlık. “Kendin için hoş gördüğünü başkaları için de hoş göreceksin, kendin için istemediğini başkaları için de istemeyeceksin!” gibi büyük bir ahlâk düsturunu vazeden Müslümanlık. Hakk’ın, halkın, hakikatin dini Müslümanlık... Bütün dünya bu hakikati kabul etmedikçe, bütün insanlar ırkların, renklerin, milletlerin eridiği bu iman denizinde yok olmadıkça, var olma, kurtuluş yoktur. Yoktur vesselâm. İstanbul, Ekim 1949
·
64 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.