Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

240 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
30 saatte okudu
"El elin nesine, gülerek gider yasına" Atasözünün Anlamı
Her şey Gölgesizler’deki berberin şu sözleriyle başlamıştı: “Desene yaşam tekrarlardan oluşuyor… Yanıma oturtmuş, gözlerindeki cellat gözleriyle gözlerimin içine bakıyordu. ‘Tekrarlardan değil, tekrarların tekrarlarından.’” Tabii bu başlangıç Hasan Ali Toptaş’ın sessiz kıpırtılarla ördüğü soluk soluğa bağıran dil cümbüşü için geçerli. Başlayan ama bitmeyen öyküler zaten daha önce başlamıştı. Okuduğumuz bu metin Toptaş için yeni bir metin değil.(Ayrıca şunu söylemekte de yarar var. Bu metin tipik bir Toptaş metni de değil. İşin içine söylemi kattığımızda zaten hiçbir metni tipik olamaz. Her metninin kendi biricikliği, kendi formu vardır ve bunlar her metni için değişir. Toptaş’ın kendisi de bunu kabul etmiyor zaten.) Örnek okurun gözünden mutlaka kaçmamıştır, çembersel hikâyelerle bezeli Uykuların Doğusu kitabında, gözlerinden gözyaşı yerine iri ufaklı taş parçaları akan bir kızın hikâyesi anlatılır: “doğduğu günden beri tek kelime etmeden dünyaya sessizce bakan, bakarken dayanamayıp arada bir ağlayan, ağlarken de gözlerinden gözyaşı yerine irili ufaklı taşlar döken güzeller güzeli bir kızın hikâyesiydi.” Beni Kör Kuyularda da aynı kızın hikayesi anlatılır. Bu kız Güldiyar’dır. Babasına öğle yemeğini götürür. Ve döndüğünde olaylar başlar. Güldiyar eve geldiğinde hızla eve geçer. Annesi telaşlanır ve neler olduğunu öğrenmeye çalışır. Güldiyar’ın ağzını bıçak açmaz. Sonra, dikenleri içine doğru büyümektedir de, sanki bunun verdiği acıyla gözlerinden yaş değil taş akmaya başlar. Evet taş. Sonra işler çığırından çıkar, Güldiyar’ın başına geleni herkes duyar ve görmek ister. Baba ve anne perişan olmuşlardır. Güldiyar’ı görmek artık çete kontrolüne geçmiştir. (Biliyorum, bana neden öyküyü anlatıyorsun dediğini. Bu bir polisiye kitap değil. Gidişatı pek önemseme. Bazen sonu bilmek bilinçliliktir.) Uykuların Doğusu’ndaki hikayeyle birebir ilerler: “(…)Sonra ben oracıkta öğrendim ki, kızın yanına ulaşmak pek de kolay değilmiş; önce dazlak kafalı bir adamın tuttuğu listeye adımı yazdırmam, ardından bir miktar para ödemem, ardından da bir kenara oturup adım okununcaya dek uslu uslu beklemem gerekirmiş.” İş ticarete dönmüştür. Uykuların Doğusu’nda kızı ziyarete giden anlatıcı ““Evet, işte gerçek yüzü böyleymiş bu hikâyenin. Biliyor musun, bunları öğrendikten sonra ben o günlerde büyük bir sarsıntı geçirdim. İnsanlardan iyice sıtkım sıyrıldı açıkçası. Öyle ki, onların yaptığı her şeyde bir sahtekârlık görmeye, görünce de insanın aklına gelmeyecek türden çeşitli tehlikelerle dolu karanlık bir ormanda tek başıma geziniyormuşum gibi korkmaya başladım.” Kendisi de gitmiştir ve gördükleri karşısında yukardaki duyguları hisseder. Şöyle bir yanılgıya kapılmıştır Uykuların Doğusu’ndaki anlatıcı: “yüreğini köz gibi yakan dehşet verici bir hikâyenin içine girip çıktığımı ve ne olursa olsun, oraya bir daha asla dönmeyeceğimi düşünüyordum. Meğer, yanılıyormuşum o sırada... Evet, fena halde yanılıyormuşum. Başka bir deyişle, hikâyeyi geride bırakıyorum derken aslında o gün tozu dumana katarak, doludizgin hikâyenin içine doğru gidiyormuşum ben…” Evet, artık hikaye çemberden ayrılmış yeni bir hikaye doğmuştur. Daha doğrusu hikaye başa dönmüş ve kendini tekrar etmiştir. Pardon, kendi tekrarının tekrarını etmiştir. Kitaptaki Halil karakteri bazı bölümlerde okurun kendisi, bazı zamanlarda anlatıcının okura seslendiği kişidir. “Bir ayağı zamanın dışındaymış gibi görünen, tuhaf biriydi bu adam.” Halil kalabalığı sevmez “Kalabalık sanki onu orta yere sürükleyip içine alacak oldu mu, sanki linç edilecekmiş gibi paniğe kapılıyordu.(…)korku dolu gözlerle fıldır fıldır sağa sola bakıyordu o vakit.” Okur da böyledir, kitap okurken kalabalığı sevmez, kalabalıkta ürperir ve dikkati dağılır, Halil’in kalabalıktan kaçmak için verdiği tepki okur için de geçerlidir: “Bir müddet böyle kıvrandıktan sonra da başka çare bulamadığı için kalabalığın arasından sıyrılıp her defasında gidiyor, dut ağacının tepesine çıkıyordu bu Halil.” Okur kalabalıktan sıyrılır, kendini kitaba daha iyi verebileceği bir ortama geçer. Okur artık kitaba daha iyi odaklanabilecek, olayları kendi bulunduğu dünyadan izleyebilecektir: “…yüzünde biriken uzaklığın derinliklerinden dünyaya başka alemlerden bakıyormuş gibi bakıyordu artık. Hiç kımıldamadan, gri gri, saatlerce bakıyordu.” Okur artık romanın izleyicisi konumundandır. Belki dakikalarca, saatlerce kitabı okuyacak; bu okuma onu yormaya başlayacağından yavaşça kitaptan başını kaldırıp uzaklara bakıp derin bir nefes alacaktır “Güldiyar’ın gözlerinden dökülen taşları görebilmek için itişip kalkışanları, onları hale yola sokmaya çalışan Nedim’in adamlarını, listeleri, toplanan paraları, isimleri okunca sevinip evin içine koşan insanları ve bir alçalıp bir yükselen uğultuyu seyretmek onu bir müddet sonra yoruyordu tabii. Yorulunca da tünediği dalın üstünde, boynunu kısıp gözlerini yumarak usulca dem çekiyordu Halil.” Bir okur içinde okuma serüvenin aşağı yukarı böyledir. Bu kısımlar Halil’in okura benzetildiği kısımlardır. Halil kimi zaman da anlatıcının okuru uyardığı seslerden biridir. İki şekilde uyarır Halil okuru: İlki, okurun okuduğu şeyin bir kurgu olduğunu ve sadece kurgunun gerçekliğine inanması gerektiğidir. Metnin bir bölümünde Halil donmuştur. Ama hava insanı donduracak derecede soğuk değildir. “Bir ara, ‘insan bu havada donar mı be’ diye bağırdı kaldırıp kaldırıp yere bırakanlardan biri. ‘Donar’ dedi geride kalan ihtiyar. ‘Onu donduran şey bizim hissettiğimiz soğuk değil zannımca, bizim hissettiğimiz soğuk değil.” Başka bir diyalog da şöyledir: “(…)Ardından da, ‘Siz yaşayanlar çok tuhafsınız!’ diye bağırdı birden. (…) ‘Sana soruyorum’ dedi ihtiyar. ‘bize neden siz yaşayanlar diye hitap ettin az evvel? Sen yaşamıyor musun?” Okur kitapta okuduğu şeyler yüzünden dumura uğramış belki de donmuştur. Halil’in donması ve ihtiyarın cevabı, “siz yaşayanlar” ifadesi okura okuduklarının bir kurgu olduğunu hatırlatma ifadeleridir. Zira okur kendi dünyasında yaşamalıdır çünkü önündeki metin kurgudur. Yazar Halil’i ikinci olarak okura seçim yapması için kullanır: “Ben kötülük edenle kötülüğe maruz kalana aynı yüz ifadesiyle bakamam, her ikisine de gülümseyemem diyorum size. Bunu yaparsam o zaman da kendi yüzüme bakamam diyorum. Hepsi bu kadar, başka bir şey dediğim yok. Sizin mideniz kaldırıyorsa, kötülük edene de kötülüğe maruz kalana da aynı şekilde devam edebilirisiniz, işin o yanı beni ilgilendirmiyor.” Okur kararını belki de kitabın başından vermiştir. Kararsız olan okur için de artık kendi tarafını seçme zamanını gelmiştir. Kötülük tarafında mı olacak yoksa kötülüğe maruz kalan tarafta mı? Ben söyleyeyim kararını okurun, her zaman kötülüğe maruz kalan taraftayız. Hep öyleyizdir zaten! Uzakta, bilinmez bir yerde değil, Ankara’da geçer roman. Hatta Ankara’da geçtiği yer bile neredeyse bellidir. Karakterlerden ikisi şehre yeni gelmiştir. Birisi Güldiyar’ın babası Muzaffer’dir. Şehirde kendilerine ev yapmak için müteahhit ile görüşürler. Müteahhitle beraber Sıhhiye Köprüsü’ne doğru yürürler. Tabi yer isimleri geçmez. Köprüye geldiklerinde Ulus yönündeki sağ taraftaki ilk merdivenlerden köprüye çıkarlar. Çıktıkları yöne giden dolmuşlar Mamak, Natoyolu, Kayaş dolmuşlarıdır. Birisine binerler ve şehirden çok uzaklara giderler. Kitapta bir de dereden söz edilir. O dere de muhtemelen Hatip Çayı’dır. Söylediğim istikametlerden dolanarak akar bu dere. Olayın geçtiği yer de genelde eğimli, bayır bir yerdir. Gerçekten de Ankara’nın Ege Mahallesi, Natoyolu, Kayaş gibi yerleri yüksek yerlerdir. Bunların dışında bize verilen en büyük ipucu Hüseyin Gazi Türbesi’dir. Bu türbe kitaptaki bir berberin evinden gözükür. Yani anlaşılan kitap Kayaş ve Karapürçek arasında bir köyde geçmektedir. Yerin bu kadar açık anlatılması nedendir düşünmedim ama coğrafi özelliklerin bu kadar iyi bir şekilde araştırılması ya da görülmesi bence takdire şayan. Mümkün olan tüm mümkünlerin kıyısında edebiyatın başlayan ama bitmeyen öykülerinden birisi daha. Öykü asla bitmiyor, farklı bir şekilde kendini tekrar ediyor. Keşke sadece öyküler bitmeseydi. Maalesef bu ülkede cahillik de bitmiyor, kadına yönelik şiddet de bitmiyor, olanlar karşısında izleyici kalmak da bitmiyor. Her şey sözde kalıyor. Kimse olayın iç meselesini merak etmiyor, edenler de bir süre sonra susuyor ya da susturuluyor. Güldiyar’ın ağlama sebebi ne? Annesinden başka kimse neredeyse merak etmiyor. Gözlerinden yaş yerine taş akması başına ne geldiğini hep perdeler. Kimse sana ne oldu diye sormaz, gözünden akan taşları merak ederler. Ki bir süre sonra bu ticarete dökülür. Evet, burada eleştirilen şey yaşadığımız çağda tüketim nesnesine dönüşen insanın, kazanma hırsıyla, türdeşlerine neler yaptığını gözler önüne sermektir. Özel yaşamın gizliliği ihlal edilir olmuş, hayatların artık kar-zarar ilişkisiyle yaşandığı dünyada acının sebebini öğrenip deva bulmak değil, acıların izlenmesi daha hoşa gider olmuştur. Bu gibi şeyler kitabı okuduktan sonra cevaplanması gereken sorulardan bazılarıdır. Bir huyum var bir kitaba inceleme yazacaksam önce yazılan incelemeleri okurum. Genelde bir iki nokta gözüme çarpar ve onları kendi incelememde eleştiririm. Ama genelde kimse anlamaz bunu. Yine var bir iki şey. İncelemelerimde kitaptaki her şeyden söz etmem. Sadece üstüne düştüğüm konulardan bahsederim. Konuya herkes aynı yerden bakarsa Güldiyar gibi olur sonumuz. Bitti, bu kadar. Sevgiler. #EvdeKal
Beni Kör Kuyularda
Beni Kör KuyulardaHasan Ali Toptaş · Everest Yayınları · 202010,2bin okunma
··1 alıntı·
296 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.