Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Fahir Giritlioğlu, Mustafa Kemal’in “otoritesi azami hadde ulaşmasına rağmen; hukuki anlamda kendisine diktatör dedirtme”diğini belirtirken (Giritlioğlu, Türk Siyasi Hayatında Cumhuriyet Halk Patisinin Mevkii, s. 57), Bület Daver ise, dönemin uygulamada “otoriter hatta diktatoryal biryönetim olduğunu”, Mustafa Kemal’in komünist ve faşist diktatörlüğü reddetmekle birlikte kendine has bir otoriter rejim (cumhuriyetçi diktatörlük) uygulamaya çalıştığını ileri sürer (Daver, “Atatürk ve Sosyopolitik Sistem Gö­rüşü”, s. 253,354). Munci Kapani Atatürk dönemindeki idarenin otoriter olduğunu, fakat diktatörlük olmadığını belirtir (Kapani, Kamu Hürriyetleri, s. 104). Kinross’a göre, Mustafa Kemal halkın desteği ile milli Mücadeleyi kazandıktan sonra muhaliflerini ortadan kaldırmış ve sonra diktatörlüğe kaymıştır. Kinross, Mustafa Kemal’in diktatörlüğe kayma sebebi olarak da, halktan çekinmesini ifade eder. Kinross bu aşamada bir orijinal durum olarak, Mustafa Kemal’in diktatör olarak iktidarı ele geçirmediğini, iktidarı ele geçirdikten sonra diktatörleştiğini söyler (Kinross, Atatürk, s. 657). Philips Price ise Mustafa Kemal’in zamanla “tiranlaştığını” bunu ise Takrir-i Sükûn Kanunu sonrasında gerçekleştirdiğini belirtikten sonra bunun ise halkın gidişatını “doğru bir çizgiye” oturtmak için bir süreliğine de olsa gerekli olabileceğini, ancak şahsi öç alma hareketlerine girişmenin yanlış olduğunu belirtir (Price, History of Turkey, s. 134). R.D. Robinson, Mustafa Kemal’in modem totaliter bir yapıya sahip olmamasına karşın, siyasi alanda bir diktatör özelliği arz ettiğini belirtir (Robinson, The First Turkish Republic, s. 87,88). H. N. Howard ise, kültürel, dini ve yasal reformların gelişerek devam ettiği bir aşamada, 1925 yılından itibaren, Türkiye’de Mustafa Kemal’in “demir yumruğu altında” bir diktatörlük görünü arzettiğini belirtir (Howard, The Partition of Turkey, s. 336). Glasneck ise Türkiye’de inşa edilen otoriter yapının esasında Mustafa Kemal’in kendisinin değil, çevresindeki liderler grubunun uygulamalarıyla inşa edildiğini belirtir (Glasneck, Kemal Atatürk ve Çağdaş Düşünce, s. 227). Klaus Kreiser, Mustaf Kemal’in Türkiye için Batı’daki Doğu imajını sildiğini, onun çağdaş diktatörler arasında yer aldığını, ancak kendisine has bir kişiliğe sahip olduğunu belirtir (Kreiser, “Modem Avrupa Tarihi İçinde Atatürk”, s. 534,536). Tüm bu tespitleri, gerekçeleriyle açıklaması açısından, Bülent Tanör “gerçek şu ki, Kemalist rejim demokratik değil, otoriter karakterdeydi” tespitinde bulunduktan sonra, bu tespitinin gerekçelerini şöyle açıklar: “Tek Partili sistem bu yönde karşımıza çıkan ilk önemli olgudur... Parti-devlet kaynaşması, özellikle 1935 sonrasının tipik özelliklerindendir... Şeflik sistemi de rejimin otoriter niteliğinin bir göstergesidir... Lider, partiye ve TBMM’ne de hakim olduğundan, hükümet gerçekte yasama meclisinden çok Şefe bağlı ve ona karşı sorumludur... Tek partili meclis, parti yönetiminin ve başkamnm otoritesi altında çalışan, disiplinli ve uyumlu bir kuruldur. TBMM aslında CHP meclis grubu demektir. Bu kurulun esas işlevi de, hükümetin ve gerisindeki liderin kararlarını onaylamaktır... yargı organı da gerçek anlamda bağımsız ve güvenceli değildir (özellikle İstiklâl ve sıkıyönetim mahkemeleri). İdari yargının yürütme ve idare üzerinde etkili bir denetiminden söz edilemez. Anayasa yargısı zaten yoktur. Bu nedenlerle, yargının ayrı ve dengeleyici bir güç olması söz konusu değildir; esas işlevi rejimi ve inkılapları korumaktır. Hak ve özgürlükler dünyasında da rejimin otoriterliği kolayca yakalanabilir. Kişi özgürlüğü ve kişi güvenliği, polis ve sıkıyönetim uygulamalarından, Sıkı yönetim ve İstiklâl Mahkemelerinde zarar görmüştür. İskan Kanunları ile (1934,1935) “düşünce suçları” (TCK ve Hıyanet-i Vataniye Kanunu), dinsel özgürlüklere müdahaleler (hac izni verilmemesi, dinsel konularda yayın engellemeleri vb.) sendika ve grev yasakları, basın suçları ve cezaları (“memleketin umumi siyasetine dokunacak” yayın yasağı (1931 Matbuat Kanunu), dernek ve parti kurmanın fiilen (1938 öncesi) “izin sistemi”ne bağlanması, toplantı ve gösteri yasaklan, hak ve özgürlüklerin durumu hakkında yeterli bilgi verir. Sosyo-kültürel yaşam denetim ve gözetim altındadır. Basın dünyası sansür, otosansür, kapatma ve mahkumiyet çideriyle çevrilidir. Sivil toplum canlılığının odaklan sayılan demek faaliyederi kısıtlıdır... Sosyal sorun (emek-sermaye ilişkileri) karşısında aldığı tavır açısından da rejim otoriter ve muhafazakârdı. Toplumun sınıflardan değil, meslek gruplarından oluştuğunu varsayıyor, sınıf örgütlenmesini ve mücadelesini bastırıyor, meslek grupları arasında çıkar birliğini veri kabul ediyordu. Bu gerekçeyledir ki emeğin bağımsız ve sendikal örgüdenmesi mümkün değildi” (Tanör, Kuruluş Üzerine 10 Konferans, s. 169-173).
Sayfa 249
·
9 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.