Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

YİNE BAŞLADILAR Mahut, meşhur eski Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’le, eski başyazar, eski milletvekili Falih Rıfkı Atay, bu eskiler “Ulus”un sol köşesinde nöbetleşe yeniden faaliyete geçtiler. H. Âli Yücel, akıllara durgunluk veren bir sür’at ve dönüşle tekrar tekkeye avdet eyledi... Hürriyetten, insandan, aşktan, tasavvuftan bahsetmeye başladı. Yazısından öğrendik ki, pirimiz üstadımız Konya’ya kadar gitmişler. Mevlâna dergâhında diz çökmüşler... Yüz sürmüşler ve dergâhta dönmüşler... Kendisi yazıyor, biz değil... “Döndüm” diyor. Mevlâna gibi ulu bir ruha iltica etmesi, dergâhta dönmesi fena değil ama, üstadımız bir gün gelir aksi istikamete dönerse, soldan çark ederse ne diyelim. Her neyse Bay Yücel dünya döndükçe dönsün dursun!... Biz, Atay Fatay, Falih Rıfkı Beye ve makalesine gelelim. F. Rıfkı’da din düşmanhğı, mukaddesat düşmanlığı, Allah ve ahlâk düşmanlığı ikinci bir tabiat hâlinde... Ner de bir iman dalgası dalgalanırsa, nerde bu millet, Müslüman Türk milleti varlığım hissettirmeye başlasa, bu adamın ödü kopar... Bu Cibali imamının oğlunun aklına, Müslümanlık deyince çerçilik, üfürükçülük, yobazlık gelir. “Bütün insanlar Allah katında müsavidirler”, “Hiç ölmeyecekmiş gibi çalışacaksın”, “Kendin için istemediğini başkaları için de isteme”, “Yalnız ve yalnız Allah’a tapılır, Allah’tan başkasına kulluk yok” diyen büyük dinin, bir hamlede dünyanın yansım kaplayan büyük ruhun, Farabileri, İbni Sinalan, İbni Haldunlan, Mevlânalan çıkaran, Avrupa’ya medeniyeti öğreten, Rönesans’ın muharrik kuvvetini bilmemezlikten gelir. Falih Rıfkı’nın yobaz, kara yobaz gibi ağzından hiç düşürmediği bu kılçıklı kelimeler yanında milliyetçilikten, hatta Türkçülükten de bahsettiğini görüyoruz. Milletin bütün unsurlarını inkâr eden bu münkir, milliyetçilikten ne anlıyor, Türkçülükten ne anlıyor? Bay Atay’a, vatan kurtaran ruhun hangi ruh olduğunu, “Kuvayı Milliye” diye adlandırılan bu iman dalgasının nereden, hangi imandan geldiğini sorabilir miyiz?.. O bunları bilir; fakat inkâr eder... Tam 30 yıl Anadolu Türklüğü üzerine çöken, ruh düşmanı, mukaddesat düşmanı kopkoyu bir saltanat yardakçılığını yapan, Selânik Dönmeleri’nin siyaset manevracılarının anonim şirketinde en büyük hisselerinden birini alan bu kalemşor her şeyi bilir, bilir amma bilmezlikten gelir. İmanından başka her şeyini kaybetmiş, gençleri şehit, kadınları dul, çocukları yetim kalmış harap bir vatan, yoksun bir millet üzerinde “bu vatanı biz kurtardık”, “biz yarattık” diye saltanat sürenleri, Mehmetçiğin kemikleri üzerinde bina kuranla n, zina yapanları bu millet unutmadı; unutmayacak... Gençliğin kısmı azamini kubbeli bir yerde, aharım seyahatlerde, yazın plâjlarda, askerliğini Cemal Paşa’nın çadırında geçirenlerin bu milletten söz açmaya, millet adma konuşmaya ne haklan var?!.. 30 sene yazdılar, yetmedi mi? 30 sene yediler yuttular, yetmedi mi?.. Bu ne bitmez tükenmez ihtiras... Bu ne tasallut... Hâlâ mı din, mukaddesat, Allah, ahlâk düşmanlığı... F. Rıfkı’nm hangi yazısı üstünde duracağımızı bilemiyoruz. Çünkü hepsi birbirinden beter. 22 Ekim 1950 tarihli “Ulus”taki yazısından bir parça alalım: “Kemalizm ne Tanzimat gibi Osmanlı alacası veya Frenk züppesi, ne şeriat devrinde gördüğümüz yansı yobazlıktan, yarısı ırkçılıktan yoğrulma kaba şoven yetiştirmez” diyor. Bay Atay: Ne yetiştirir ya? Falih Rıfkı’nın vermeye yanaşmadığı bu cevabı biz verelim: Şüphesiz Kemalizm devrinde yetişenler yerli Osmanlı alacası giymezler. Buna tenezzül etmezler... Kemalizmin giydiği “yandım alamadım basması” yetiştirdiği “Frenk yosmasıdır.” Kemalizm daha doğrusu Kemalist geçinenler, Falih Rıfkı gibi bu “izmi” bir kalkan olarak kullananlar, kadın, iffet ve mahremiyetlerini bir nevi geri, Orta Çağ zihniyeti olarak vasıflandırırlar. Kadın hürriyeti adı altında Türk hanımını asri bayan adıyla sokaklara, mahkemelere düşürenler onlardır. Sayım gününü bir söğüm günü hâline getiren F. Rıfkı, 22 Ekim Pazar günkü Ulus'un sol köşesindeki aynı yazısında karayobazlık Orta Çağ sağ oligarşisi falan filân! Bir sürü iftira, bir sürü yalan... savuruyor. F. Rıfkı’dan öğrendik ki Kemalizmin dini vicdanları, dinî neşriyatı serbest bırakmış... Falih Rıfkı halkın kafasını, hafızasını bir yazboz tahtası, kara tahta mı sanıyor?! Hangi din hürriyeti? Hangi ibadet hürriyeti? Hangi dinî neşriyat?. Şurada, burada hâdiseler tertip ederek irtica hortluyor diye Ege kıyılarından Erzurum’a kadar, nice nice din adamlarını, maneviyat adamlarını gece yataklarından alarak şafakta darağacına çekenler, din derslerini mekteplerden kaldırıp din kitaplarını kütüphanelere halkevlerine sokmayanlar, (Kur’anı Kerim de dahil) hangi din, hangi vicdan hürriyetinden bahsediyorlar. Yalan değil, görenler var, bilenler var. Karakollarda Kur’an’ın üzerine oturdular. Onunla soba tutuşturdular. Allah’a inanan, mümin ve Müslüman vatandaşlar memursalar terfi ettirilmedi; değilseler faal ve aktif olamadılar. Karşılarına imansızlar saltanatının putperest yardakçıları dikildi. Nerde temiz, imanlı, vicdanlı bir insan varsa ezdiler, bozdular. Ahlâkın ve maneviyatın mezarını kazdılar. Bize ‘Kemalizm hangi camiye kilit vurdu?’ diyorlar. Kemalizmin birçok camilere kilit vurduğu, birçoklarını yıktığı, birçoklarım da iaşe deposu olarak kullandığı malûm. Fakat asıl mesele bu değil. İmansızlar, camilere kilit vurmadan evvel ağızlara, vicdanlara kilit vurdular. Safları, cemaatleri dağıttılar. Büyük iman cephelerinin seslerini susturdular. Buna mukabil sevkıtabiîlerin, orta uzuvlann faaliyetini geliştiren yerler, stüdyolar, stadyumlar, randevu evleri, meyhaneler... haneler açtılar. Böylece camiler kendiliğinden boş kaldı. Kafalar, kalpler, vicdanlar boş kaldı... Bu azîm ve korkunç boşluğu, kendilerinin palavraları, meydanlara diktikleri putlar dolduramadı. Bu suretle nesiller mahvedildi. Sonsuz hiçlik ve boşluk içinde kalan genç ruhlar, ne yapacaklarını, nereye gideceklerini, kime, neye inanacaklarını bilemediler. Bir türlü kendilerine gelemediler. Bir Avrupalı geldi. Ona Ankara ve modern tesisler gezdirildi. Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne götürüldü. Bozkırın ortasında köy çocukları Yunan klâsiklerini, Şekspir’in eserlerini oynuyorlardı. Avrupalı hayran, bizimkiler hayran! Garplı seyirci, ‘Büyük terakkiler kaydetmişsiniz, tıpkı bize benzemişsiniz!’ dedi. Bizimkilerin sevincine son yok! Ulus’ta büyük manşetler: bir ecnebinin modern Türkiye hakkındaki görüşü: 400 yıllık mesafeyi 20 yılda katettik, vs. Gâvurlaşmaktan, gâvura benzemekten son derece haz duyan bu adamlar, bize öyle bir oyun, Türk çocuklarına öyle bir gâvur oyunu oynattılar ki sorma gitsin! Yunan eserleri, Rus tercümeleri, Otellolar, Hamletler, Figaro’nun Düğünü, Satılmış Nişanlılar’dan bu millete ne hayır gelebilirdi? Türk köyünün, Türk köylüsünün sefaletten kurtulmasına bunların ne yardımı olabilirdi? Başkalarının oyununu oynaya oynaya kendi oyunumuzu unuttuk. Unutturdular... Bizi oynattılar. Aldattılar. Bu tiyatrocular, bu satılmış nişanlılar, bu bozulmuş bakireler, bu randevucular, bu kumarbazlar, bu madrabazlar, bize kara kuvvet diyen bu karaborsacılar, artık susmalıdırlar... Af dileyecek, özür dileyecek yerde, hâlâ hak davasına kalkışıyorlar. Hâlâ yalan söylüyorlar. Hâlâ hak düşmanlığı,halk düşmanlığı yapıyorlar. Fakat artık bıçak kemiğe dayandı, millet uyandı. Bu tiyatrocuların, bu Selânik kumpanyasının perde arkasında Müslüman Türk milletine oynadığı oyunları gözleriyle gördü; elleriyle tuttu. Tekrar edelim bizim davamız, Allah için, vatan için, millet için canını cananını, bütün varını verenlerin davası, Mehmetçiğin davasıdır. Ortada heykeli dikilecek bir varlık varsa o da Mehmetçiktir, Mehmetçiğin heykelidir. Bu topraklar için toprağa düşenlerin çocukları, kula kul olmayan dik seciyeliler, eğilmez başlar, ak alınlar, bu mukaddes davaya serden geçercesine, helâk olurcasına baş verenler, bu mukaddes dine dolu dizgin girenler, bizler, bütün vatan çocukları, bütün putları, perestleri, terestleriyle birlikte devirecek, Türk milletini, Türk vatanını düşürülen çıkmazdan Allah’ın yardımıyla kurtaracak, cennete çevireceğiz. İmanlıyız! Kuvvetliyiz! Ümitliyiz! Zafer bizim, yarın bizimdir.
·
70 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.