Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

243 syf.
·
Puan vermedi
·
8 günde okudu
sanat eseri üretmiş, satmak için yazılmamış, hayran kaldım
Nasıl başlasam ki, içimdekileri bilen ben, bildiklerimi anlatmak zorunda kalan ben, bildiklerimi anlatabilmek için nasıl yol izleyeceğimi bilmeyen ben. Çünkü ve önce şunun adını koymak gerekiyor. Okuyanlar, eğer kitabı sindirmeden, özümsemeden acele etmeden okudularsa ben ne desem hikâye kalır. Okuyacaklar, kitabı elinize alıp, dümdüz okuyacaksanız ortalarına gelmeden oflarsınız, bu ne anlatıyor dersiniz. Hatta olmamış bu diyenlerden de olabilirsiniz. Öyleyse zorluğunu baştan bileceksin, öyleyse yazarın bu kurmacası hakkında biraz araştırma yapacaksın ve takdir edeceksiniz. Başka türlü olmaz sevgili okur. Yazar röportajların birinde bu romana başlarken “İnsan gördüğü şeylerin toplamı kadar uyanık, görmediği şeylerin sonsuzluğu kadar uykudadır” düşüncesine sahiptim diyor. (Neymiş sahip olduğu düşünce, anladınız mı sahip olduğu düşünceyi, adam bu düşünce ile romana başlamış, bence bu kadarı yeter, başka söze ne hacet) Bu düşünce dışında hiçbir planım, karakterim vb. yoktu diyor. Masaya oturup özene bezene yüzlerce cümle yazıyordum, hiçbirini beğenmiyordum ve sadece o ilk cümleyi arıyordum diyor. Ve bu süreç 8 ay sürmüş. Okurken notlar almaya çalıştım, aldığım notlarda 1000kitap’ın kitapla ilgili özel notlarınız bölümüne yazıyordum, okumam bittiğinde onları Word e aldığımda 3 sayfa tuttuğunu gördüm. Bunu niçin yazıyorum, kitabın içinde kalabilmek için bir uğraş vermek gerekiyor. “bir gölge gibi, masaya doğru yeniden yürüdüm” cümlesiyle başlayan roman “sonra dayımın hikayesini yazabilmek için kalktım ürkek” son cümlesiyle bitiyor. İlk cümle ve son cümle arasında 242 sayfada iç içe geçmiş öyküler yer alıyor. İlk cümle ve son cümle büyük bir çember, bunun içinde bir sürü küçük çemberler… Sonsuzluk hissi vermek için. Bu hissi vermek için çember genişleyebildiği kadar genişliyor ama ilk cümle ile son cümle arasında kalan çemberin dışına çıkamıyor öykü. İlginçliğe bakar mısınız, dayısının öyküsünü yazmak için masaya yönelme eylemi ama yazmaya başlamadan romanın bitmesi ve sözünü ettiğim iç çemberlerdeki öyküler aracılığıyla da bir şekilde dayının öyküsünü okumak… Anlatmak zor işte :) Yazar anlatıcı durumunda ama kurguyu yürütebilmek için kurguladığı hayali kahraman Haydar var, hatta Haydar’ı daha önce yazdığı Bin Hüzünlü Haz kitabındaki Alaaddin karakterine de benzetiyor. Çemberler içinde öyküden öyküye geçişlerde kullanılan bir mızıka var, mızıka elden ele dolaşarak ana 3-4 tane öyküyü ortaya çıkarıyor, bu öykülerin için de başka öyküler çember oluşturuyor :) Aslında sayfa 138 de bu yukarıda sözünü ettiğim sonsuzluk meselesini açıklayan, kurmaca hakkında bilgi veren bir diyalog sunuyor yazar: "Sonra, meraklı bir sesle, hadi söyle bakalım, hikâyenin neresindeyiz, dedi Haydar. Ben de ellerimi iki yana açarak, bilmiyorum, dedim ona. Ne yani, dedi, sen şimdi yazdığın hikâyenin neresinde olduğunu bilmiyor musun? Evet, dedim, bilmiyorum. Açıkçası, kimi zaman ortasında, kimi zaman sonunda, kimi zaman da hâlâ başındaymışım gibi hissediyorum kendimi. Emin değilsin öyle mi, dedi Haydar. Öyle, dedim gözlerinin içine bakarak, hiç mi hiç emin değilim. Hatta, doğrusunu söylemek gerekirse, asıl hikâyeyi çoktan bırakmışım da, bana asıl hikâye suretinde görünen başka bir şeyi yazıyormuşum hissine de kapılıyorum kimi zaman. Bu durumda hikâye sana sonsuzmuş gibi mi görünüyor, dedi birden. Evet, dedim ona. Bütün bunlar iyiye işaret, diye mırıldandı yavaşça. Ardından da, gözlerini kısarak önümdeki kâğıtlara doğru dikkatle baktı. Evet, dedi yeniden, bence bütün bunlar iyiye işaret. Bir hikâye sonsuzmuş gibi göründüğünde, kendine ulaşmış demektir çünkü. Bu da, az şey değildir hikâye açısından. Bilirsin, ne kadar çırpınırsa çırpınsın, kendine ulaşamayan bir hikâye başka noktalara da ulaşamaz. Yaa, öyle mi, dedim alaycı bir sesle. Oyle, dedi Haydar. Ama, dedim, bunlar benim dayımın sözleri. Hayır, bunlar dayının sözleri değil, dayının ağzından gelip geçen hayatın sözleri, dedi Haydar." Öykü içinde öyküler dediğim meselede, bir öykü bitip de bir öykü başlamıyor. Öyle olsa kolay olurdu zaten. Bazen bir paragraftan sonra başka öykünün paragrafı başlıyor, Bazen aynı öykü sayfalarca sürüyor, bazen de şöyle oluyor: (aşağıdaki cümleler peş peşe gelmiyor, bu cümlelerin arasında paragraf paragraf başka öyküler var) “Atından inmiş...” “Buğulu gözlerle ötekinin yüzüne doğru bakmış...” “Atın yullarını bileğine dolayıp yürümeye başlamış....” “Durup atın alnını okşamış, ister istemez öteki adam da durmuş o durunca.... “ “Birlikte, arkalarından gelen atın soluğunu enselerinde hissederek, sokağın öteki ucuna doğru yeniden yürümeye başlamışlar.... “ “Bir an için duraksamış adam, gözlerini hafifçe kısarak yanı başındaki adamın gözlerine uzun uzun bakmış.... “ “Birlikte yeniden yürümeye başlamışlar.... “ Şekerci dükkanıyla ilgili öyküyü okurken paragrafların içinde, bir önceki cümleyle ilgisi olamayan, bir yerde “hoş geldiniz” bir yerde “Buyurun oturun” geçiyor… Bu kısımda not almamışım sayfa paylaşamıyorum. İlgimi çekmişti, geçmiş zamanda bir şekerci dükkanını okurken, şimdiki zamanda dükkâna giren birine söylenen sözler… Ben öyle anladım en azından… Romanda üstü kapalı bir şekilde Kafka, Dante, Borges, Marquez gibi yazarlara göndermeler mevcut ki bir söyleşide “bunlar benim küçük selamlamalarım diyor” Buraya kadar sözler kurmaca üzerine bir hayranlık içindi… Okuru yoran sadece bu kısım değil elbette… Anlatım tarzındaki yoğunluk yoruyor, betimlemeler, okurken verilmesi gereken dikkat, okurun birikimi vb. etkenler bu romandaki okuma keyfini belirleyecektir muhakkak… Finalde anlatılan dayının hikayesindeki dram bile başlı başına olay… Bir sürü metafor ve imgeler topluluğu aynı zamanda…
Uykuların Doğusu
Uykuların DoğusuHasan Ali Toptaş · Everest Yayınları · 20201,278 okunma
··
176 görüntüleme
Deniz Barış okurunun profil resmi
Vavv! okunacaklar listesine aldım. Okurken sizden yardım istemem gerekebilir ama
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.