"YAZILANI ANLAMIYORSAN YAZILMAYANA BAK. "Çünkü biri kayıp.
Sanrıların ortasında yokluğa doğru kayan, yasaklanmışı, kaybolanı düşünüp duran, tümümüzü yutacak o büyük yarığın farkında olan, kimi zaman bir filmin ortasına hapsolmuş, mışıl mışıl uyumanın hayalini kuran Anton Ssliharf mi kayıp yoksa?
Ya da o harf mi?
Rastlantı sonucu adı Gayb olan insanlar mı?
Ya da üstü kapalı olarak büyüttüğü çığlıkta yokluğuna bir türlü alışamadığı, onu doğuran kadın mı kayıp?
Yoksa romanın 5. bölümü mü?
"Kim kayboldu?
Kim?
Nasıl?
Anlamıyorum.."
Hadi ama, o kadar korkunç olmamalı. Kurgudaki muazzam ustalık sonucu sayfaların arasında yitip durmak, arkanda bıraktığın bütün kazanımların bir solukta yok olduğuna şahit olmak, dahası yazarın sizi bağladığı sözcük oyunlarında tüm kitaba onun nazarından bakmaya çalışmak, yokluğunun farkına dahi varmadığınız artılar sunacak.
Yeter!! Buraya kadarmış. :))
Yüz - yüz elli kelimeyi bile 'e' harfini kullanmamaya çalışarak yazmak, anlatmak istediğim şeyleri başka şekillerde sunmak için uğraşmak ne kadar zormuş, çok iyi anladım.
Kaldı ki tek bir 'e' harfi bile kullanılmadan yazılmış, anlatım ve dil olarak oldukça başarılı, bu başarıya okuru savurup duran bir kurgunun da eşlik ettiği 57002 sözcük, 370430 harften bahsediyorum.
Içerisinde şiirler ve bulmacalar bile var. Belirli bir teknikle sonuna kadar giden metinde, hani bilmeseniz, bir harfin hiç kullanılmadığını farketmeniz muazzam derecede zor. Çünkü hiçbir yerde bir kopukluk, eksiklik, zorlama, anlam kayması vs hissetmiyorsunuz.
Işte bu noktada, bu kelime oyunları arasında, yokluğuna rağmen eksik değilmiş gibi yaşadığımız pek çok değerin, varlığın, insanın, şeyin içimi tırmaladığını hissettim.
Yazarın, Yahudi toplama kamplarında kaybolan annesinin geride bıraktığı boşluk, kitap boyunca içimde büyüdükçe büyüdü.
Onun deyimiyle arkası karanlık olan ak boşlukları düşündüm. Bütün olayın düğümü burada, dediği yerde ben daha çok düğümlendim.
Olaylar Anton Ssliharf'in uykusuzluk sorunu çekmesiyle başlıyor. Kahramanımızın gizemli bir not göndererek aniden ortadan kaybolmasıyla devam ediyor. Herkes onu aramaya, gizemi çözmeye çalışsa da, başarılı olamıyorlar, kitabın sonuna kadar. Karışık olay örgüsünün içinde siz de kaybolduğunuzu hissediyorsunuz.
Değinmek istediğim iki önemli konu daha var.
Birincisi, yazar, Türk kültürüne şaşılacak derecede hakim. Özellikle kullandığı bazı isimler ve yer adları bunu çok açık bir şekilde gösteriyor. Doğrusu, haberdar olmadığım bu ayrıntıyla beni şaşırtmayı başardı.
Diğeri ve asıl önemlisi ise çevirmen Cemal Yardımcı hakkında. Öncelikle tıpkı metnin orjinalinde olduğu gibi 'e' sesini hiç kullanmadan yaptığı çeviriyi kesinlikle çok beğendiğimi belirtmem lazım.
Kitaba, önsöz dışında, eklediği kısımlar sebebiyle, bir çevirmenin esere bu kadar müdahil olma durumuna ilk kez şahit oluyorum.
Yapısı itibariyle yorumlanmaya fazlasıyla müsait olan bu eser, çevirmenin heyecanını öylesine diri tutmuş ki, yaptığı katkıları küçük kusurlar olarak tanımlıyor.
Küçük kusurlar ama, bir yosmanın baştan çıkarıcılığını artıran küçük kusurlar, şeklinde. Orijinal metne sadık kaldığını da belirtiyor.
Hatta kitabın normalde kayıp olan beşinci bölümünü kendisi yazarak, orada kendisini 'yarı yazar' sözüyle tasvir ediyor. Bu fazla iddialı kalıbı neden kullandığını açıkladığı kısımlar, beni fazlasıyla tatmin etti.
Bunu gereksiz bulmak ya da etik olmadığını düşünmek bir tarafa, başka hangi kitabı Cemal Yardımcı çevirisinden okuyabilirim, diye araştırmama bile vesile oldu.
Fazlasıyla beğendim.
Perec'e gelince..
Şu ana kadar okuduğum kitapları bir tarafa, Kayboluş bir tarafa, diyorum. Her hamlesiyle beni büyülemeyi başardı.
Keyifli okumalar. :)